Bedir Haber

Hırs

Hırs
Sadık Doğu( sadik.dogu@bedirhaber.com )
261 views
15 Aralık 2015 - 13:56

Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nurda şöyle der:
Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Evet, her milletten ziyade hırsla dünyaya saldıran Yahudi milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i kàtı’dır.
Evet, hırs, hayat âleminde en geniş bir daireden tut, tâ en cüz’î bir ferde kadar kötü tesirini gösterir. Tevekkül ederek rızık talep etmek ise, bilâkis medar-ı rahata ulaştırır insanoğlunu ve her yerde güzel tesirini gösterir. İşte, bir tür can taşıyan ve rızka muhtaç olan meyveli ağaçlar ve bitkiler, tevekkül ve kanaat ederek yerlerinde durup hırs göstermediklerinden, rızıkları onlara bolbol geliyor. Hayvanlardan pek fazla evlât besliyorlar. Hayvânlar ise, hırsla rızıkları peşinde koştukları için, pek çok zahmet ve zararla rızıklarını elde edebiliyorlar.

İnsanlar içinde her milletten daha fazla hırsla dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi milleti, pek çok zahmetle kazandığı, kendine faydası az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribâ ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ve sefalet, katl ve ihanet gösteriyor ki, hırs zillet sebebi ve hasârettir. Hem hırslı bir insan her vakit hasârete düştüğüne dair o kadar vakıalar var ki (elharisü haibun hasirun ) darbımesel hükmüne geçmiş, umumun nazarında bir genel hakikat olarak kabul edilmiştir.
Madem öyledir. Eğer malı çok seversen, hırsla değil, belki kanaatle malı talep et, tâ çok gelsin.
Ehl-i kanaat ile ehl-i hırs, iki şahsa benzer ki, büyük bir zâtın divanhanesine giriyorlar. Birisi kalbinden der: “Beni yalnız kabul etsin; dışarıdaki soğuktan kurtulsam bana kâfidir. En aşağıdaki iskemleyi de bana verseler, lütuftur.”

İkinci adam, güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona hürmet etmeye mecburmuş gibi, gururlu bir şekilde der ki: “Bana en yukarı iskemleyi vermeli.” O hırsla girer, gözünü yukarı mevkilere diker, onlara gitmek ister. Fakat divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. Ona teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor. Teşekkür değil, bilâkis hane sahibini tenkit ediyor. Hane sahibi de ondan istiskal ediyor.
Birinci adam mütevaziâne giriyor, en aşağıdaki iskemleye oturmak istiyor. Onun o kanaati, divanhane sahibinin hoşuna gidiyor. “Daha yukarı iskemleye buyurun” der. O da gittikçe teşekkürlerini artırır ; memnuniyeti artar.
İşte, dünya bir divanhane-i Rahmân’dır. Zemin yüzü bir sofra-i rahmettir. Rızıkların dereceleri ve nimetlerin mertebeleri dahi iskemleler hükmündedir.
Hem, en cüz’î işlerde de herkes hırsın kötü tesirini hissedebilir.

Meselâ, gecede uykun kaçmış; sen yatmak istesen, lâkayt kalsan, uykun gelebilir. Eğer hırsla uyku istesen, “Aman yatayım, aman yatayım” dersen, bütün bütün uykunu kaçırırsın.
Hem meselâ, mühim bir netice için birisini hırsla beklersin. “Aman gelmedi, aman gelmedi” deyip, en nihayet hırs senin sabrını tüketip, kalkar gidersin. Bir dakika sonra o adam gelir; fakat beklediğin o mühim netice bozulur.
Şu hâdiselerin sırrı şudur ki: Nasıl ki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüp eder. Öyle de, tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle, teennî ile hareket edilmediği için, o tertipli eşyadaki mânevî basamakları müraat etmez; ya atlar, düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıkamaz.

İşte, ey dünya derdiyle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belâlı birşey olduğu hâlde, nasıl hırs yolunda her zillete düşüp ve haram-helâl demeyip her malı kabul ve ahiret hayatına lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz; hattâ İslâmın rükunlarından mühim bir rüknü olan zekâtı, hırs yolunda terk ediyorsunuz? Halbuki, zekât, her şahıs için berekete ve belaların def’ine sebebtir. Zekâtı vermeyenin, herhâlde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.

### FELÂKET GETİREN ZENGİNLİK
Bir kişinin mala, mülke karşı aşırı derece hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu, hem de mutlaka zengin olmak!
Allah’ın Resûlü, zengin olmak isteyen bir şahsa şu ilginç cevabı vermişti;
– Şükrünü yapabildiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.
Bu söz üzerine bir müddet bu îkazın mânâsı üzerinde düşünerek benliğini saran zengin olmak arzusundan birazcık olsun kurtuldu, fakat hırs onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Zamanla ihtirası yeniden depreştiği için tekrar müracaat etti:
– Yâ Resûlâllah, dua et de zengin olayım, dedi.
Bu sefer biraz daha açık ve ağır konuşan Resûl-i Ekrem:
– Ben senin için kâfi bir örnek değil miyim? dedi ve ilâve etti:
“Allah’a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp geleceklerdi; fakat ben istemedim.”
Elinde bu kadar İlâhî kudret bulunmasına rağmen Resûlüllah’ın evinde haftalarca çorba pişmediği, ekseri günleri oruçlu bulundukları, çoğu zaman iftar sofraları birkaç hurma tanesi ile bir arpa ekmeğinden ibaret olduğu, herkesin bildiği bir hakikattı.

Zaman zaman “zengin olursam fakir fukaraya iyi yardım ederim, daha çok sevab kazanırım” diye hayal kuruyor ve Resûlüllah’a üçüncü olarak bir müracaat daha yapmayı düşünüyordu. Nihayet müracaatını yaptı da; hem de söz vererek dedi ki:
“Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakir fukarayı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim.”
Bu kadar ısrarına karşı dayanamayan Resûlüllah:
“Yâ Rabbi, istediği mala kavuştur,” diye dua etti.
Bu dua üzerine koyun olarak sürü otlatmaya başlayan kişi, daha evvel bütün namazlarını Resûlüllah’ın cemaati olarak kıldığı için kendisine Cami Kuşu adı verildiği halde, bu sefer sadece öğle ve ikindiyi mescidde kılabiliyor, diğer namazlarını koyunların ardında, bâzan da kazâen îfa edebiliyordu.

Kısa zamanda çoğalan, bereketlenen koyunlar, Medine yakınlarına sığmaz oldular, uzak çöllere, sulak yaylalara gitmek zarureti ile karşılaşıyor, artık öğle ve ikindi namazlarına da gelemiyor, sadece Cumaları mescidde görülüyordu. Nihayet çöldeki meşgalesi, ona Cuma namazlarını da unutturdu.
Arada sırada bir, sürü ile uğradığı yolların üstünde rastladığı yolculardan “Ne var, ne yok” diye haber soruyor; sonra da koyunların ardından ıssız çöllere doğru tekrar dalıp gidiyordu.
Artık umumî mes’elelerle alâkası kesilmiş, sadece şahsını ve şahsî işlerini düşünüyor, koyunlarını nerede daha iyi otlatabileceğinden başka bir şey hatırına gelmiyordu.

Bir gün Resûlüllah’ın:
-Salebe görülmüyor, nerededir?” diye sorması üzerine:
– Koyun aldı; sinek kurtları kadar çoğaldı; buralara sığmaz olduğundan şimdi çöllerde sürüsünün ardında dolaşıyor,” dediler.

Resûlüllah:
– Sâlebe’ye yazık oldu, yazık!” buyurdu.

İşte bu sırada zekât ve sadaka âyeti nâzil olarak, mâlî durumu düzgün olan Müslümanların geçim sıkıntısı içinde bulunan kardeşlerine yardım etmeleri emredildi.

Bu âyet-i kerîmenin emrine büyük bir istekle uyan Müslümanlar, mallarının bir kısmını geçim sıkıntısı içinde yaşayan kardeşlerine seve seve verirken Sâlebe:
– Bu sizin yaptığınız düpedüz haraççılıktır,” diyerek zekât toplayan memurları boş çevirdi.

Haberi duyan Resûlüllah, üzülerek “Yazık oldu Sâlebe’ye!” sözünü tekrarladı.
Sâlebe’nin evvelâ, “Zengin olursam her hak sâhibine hakkını vereceğim” diye yemîn edip, sonra da bu kadar değişik tavır göstermesi üerine “Berâe” sûresindeki şu âyet-i kerîme nâzil oldu.
(Meâlen): “Münâfıklardan bâzıları da mal, mülk verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha fazla bağlanıp fakir fukaraya daha çok yardım edeceklerine dair söz verdiler, ne zaman ki Allah onlara bu isteklerini ihsan eder, zengin olurlar; o zaman Allah’a verdikleri sözü unuturlar, cahillik edip fukaranın hakkını vermezler.”
Bu âyet-i kerîme, Sâlebe’nin münâfıklar sınıfına düştüğünü bildirmesi üzerine, akrabalarından biri şiddetli teessüre kapılarak gidip Sâlebe’ye durumu haber verdi ve fukaranın hakkını vererek kendisini münâfıklıktan hemen kurtarmasını istedi.
Bunun üzerine Sâlebe, Resûlüllah Aleyhissalâtü Vesselâm’a müracaat ederek fukaranın hakkını getirdiğini söylediyse de Resûlüllah üzüntülü bir edâ ile:
“Senin verdiklerini alamam artık Sâlebe… Allah Celle ve Alâ men’etti, haydi git!” diye mukabelede bulundu.

Resûlüllah’ın âhirete teşrifinden sonra Hazret-i Ebû Bekir’e müracaat eden Sâlebe, sırasıyla Hazret-i Ömer ve Osman’a (R.A.) da müracaat ettiyse de:
– Resûlüllah’ın almadığını biz nasıl kabûl ederiz?” diye hepsinin reddi ile karşılaştı.
Hazret-i Osman (R.A.) zamanında vefat ederken Sâlebe’nin kulaklarına şu sözler geliyordu:
– Yâ Sâlebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü îfa edemediğin çok maldan hayırlıdır.(Bu rivayet zayıf bir rivayet olsa bile ibret alinması gereken bir kıssadır. Ayrıntılı bilgi için Salebe Hadisi üzerine Doç. Dr. Kadir Paksoy makalesine bakılabilir.)

### HIRS ve TAMAHIN İLÂCI

Bil ki, hırs ve tamahın ilâcı bir macundur. Sabrın acılığından, bilginin tatlılığından ve amelinin zorluğundan yapılmış bir karışımdır. Bütün manevî hastalıkların ilâcı da bu türlü karışımdan olur. Bu ilâç beş çeşittir.
Birinci İlâç: Yapılan işte, ameldedir. Bu amel ilk önce insanın kendi masrafını kısmak yani tasaaruftur. Eski elbise giymeli, kuru ekmekle kanaat edilmelidir. Arada sırada katık yeterli görülebilir. Eğer dayanabilirse bu yolla tamah ve hırstan kurtulmak kolayca elde edilebilir. Ama nafakasını çoğaltan kimse için o kadar yiyecek, içecekle kanaat eylemek mümkün olmaz. Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bir kimse iktisatlı harcarsa sıkıntı çekmez.”

Yine Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki, halkın kurtuluşu onlardadır:
1 — Gizli olsun, aşikâr yerde olsun Allahü Teâlâ’dan korkmak.
2 — Tedbirli harcamada bulunmak ve gerek zenginlik, gerek fakirlik hallerinde orta derecede olmak.
3 — Kızgınlık ve hoşnutluk anlarında yine aşırıya gitmemek,”

Bir kişi Ebu Derdâyı (Allah ondan razı olsun) gördü. Yerden hurma çekirdeği devşiriyor ve şöyle diyordu:
—Geçimde hafiflik üzere olmak kişinin aklının ve anlayışının çokluğundandır!…

Resulullah Efendimiz yine buyurmuştur ki:
“Bir kişi iktisatla harcamada bulunursa, Hak Teala onu halka muhtaç eylemez, zengin eder. Bir kimse rızkını ölçüsüz harcarsa Hak Teâlâ onun nafakasını kısaltır, fakir eder. Bir kimse Allahü Teâlâ’yı anarsa Hak Teâlâ da onu sever.”
Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Tedbir geçimin yarısıdır.”

### İkinci İlâç:
Yeteri kadar rızk bulunca geleceği düşünerek uzun emeller beslememek, bunları elde etmek isteyerek rahat ve huzurunu kaçırmamaktır. Nitekim şeytan ona der ki:
—İhtimaldir ki, ömrün uzun olur. Yarın eline bir şey geçmeyebilir. Bugün çalışıp istekte bulun. Hiç dinlenme. Ne yerde olursa olsun talep eyle, vakit geçirme.

### Allahü Teâlâ da şöyle buyurur:

“Şeytan sizi yarınki fukaralıkla korkutup sîze kötü işleri emreder.” (Bakara Sûresi: 268)
Şeytan yarının fakirlik korkusuyla bugünden birçok zahmetlere katlanmanı ister. Sonra da bu korkuyla düştüğün sıkıntılara bakıp sana güler. Çünkü yakın gelmez ve yarınlar bilmez. Diyelim ki, gelse bile onun zahmeti bugünkünden az olmasa gerektir. Bundan kurtulmanın yolu, hırs sahibinin hırsı yüzünden rızkının artmayacağını bilmektir. Nitekim Resulullah Efendimiz, İbn-i Mes’ud’un yanından geçiyordu. Onu çok kaygılı, kederli gördü. Ona dedi ki: “Gönlüne çok gussa verme! Sana ne mukadder kılınmışsa elbette o olsa gerektir. Senin nasibin olan şey, elbette sana erişecektir.” Bilinmeli ki, kulun rızkı hiç ummadığı yerden gelir. Hak Teâlâ şöyle buyurur: “Her kim Allah’tan korkarsa, Allah ona (darlıktan) çıkış yolu gösterir ve ummadığı yerden rızık verir.” (Talâk Sûresi: 2-3)

Ebû Hazım der ki:
—Her şey iki kısımdır. Birinci kısım ki, benim nasibimdir, acele olarak bana erişir. İkinci kısım ki, başka kimselerin nasibidir, yer ve gök ehli bir araya gelseler onu bana eriştiremezler. Bir kimse onu İstemekte ısrar etse de ne işe yarar?

### Üçüncü İlâç:
Eğer tamah etmeyip sabrederse nihayet sıkıntı çekeceğini, fakat tamah edip sabretmezse hem sıkıntı çekeceğini, hem de aşağılık bir kimse olup dünyada ayıplanacağını, âhirette ise tehlikeli cezalara çarpıtacağını bilmektir. Tamah etmeyip sabrederse sevap kazanır, halk tarafından sevilip övülür. Eğer tamah eylese hem güç olur, hem halk içinde horlanır, hem de gönlü kırılır. Bununla Melâmet olup âhirette azabının tehlikesine düşer. Sevap bulmaz. Gerek Hakkın katında, gerekse halkın içinde beğenilir kişi olmaz. Böylece sevapla, sevilme, övülme ve izzet-i nefs ile çekilen sıkıntı, zillet, günahkârlık ve âhirette cezası korkusu ile çekilen acıdan daha evlâdır.

Resul aleyhisselâm buyurdu ki:
“Müminin izzeti, insanlara ihtiyaçsızlık duymasındandır.” Hazret-i Ali (Allah ondan razı olsun) şöyle demiştir:
—Bir kişiye senin ihtiyacın varsa, sen onun erisin. Bir kimsenin sana ihtiyacı varsa, sen o kişinin emiri olursun. Eğer bîr kişiye ihtiyacın olmazsa onun eşidisin.

### Dördüncü İlâç:
Bu hırs ve tamahın peşinden niçin koştuğunu düşünmektir. Sen düşün ki, bu tamahı ve bu hırsı niçin gösterirsin? Eğer yeyip içmek, zevklenmek içinse, eşeğin yeyip içmesi daha fazladır. Eğer şehvet içinse ayı, domuz bu yolda daha aşkındır. Eğer tamahı kesersen onun eşi yoktur. Meğer enbiya ve evliya ola. Bunların eşidi olmak o hayvanların eşidi olmaktan Üstün değil midir?

### Beşinci İlâç:
Malın âfetlerinden çekinmektir. Mal çok olursa dünyada âfet tehlikesinde olur. Âhirete ise fakirlerden beş yüz yıl sonra Cennete girer. O kişiye gerek olan şey, kendisinden daha aşağı olan kimseye bakmasıdır. Hak Teâlâ’ya bundan dolayı şükretmelidir. Zengin olanlara bakmamadır.
Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Öyle bîr kişiye bakın ki, dünyada sizden daha aşağı bir mevkide olsun.”

İblis her zaman der ki:
— Niçin kanaat edersin? Oysa filân kimsenin falan kişinin şu kadar malı vardır. Sen neden malını kısıtlarsın?

Şeytan yine der ki:
— Niçin korkuyorsun? Filân âlim ve filân iman ehli çekinmezler ve haram yerler. Dünyada varlığı senden çok olanları hatırına getir. Dinde de onları düşün ki, ibâdetleri senden eksiktir.
Oysa saadet bunun aksidir. Daima dinde yüce kişilere nazar kılmalısın. Tâ ki, kendini, öz benliğini kusurlu, günahlı göresin. Dünyada fakirlere bakmalısın ki, kendini zengin göçersin. [7]

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno