Dünya tarihinde kadın İslam dini gelmeye başlayınca kadar asla hak ettiği konumu elde edememiştir. Toplumlar devamlı olarak erkek egemen bir yönetim anlayışına maruz kalmış, en eski uygarlıklarda dahi örneğin Atina’da kadın basit bir eşya muamelesi görmüş, çarşı pazarlarda alınıp satılan bir meta konumunda değerlendirilmiştir. 18. yüzyıl öncesine kadar kadının ruhu var mı yok mu; insan kabul edilmeli mi şeklinde uygar düşüncenin asla kabul edemeyeceği tartışmalara girişilmiştir. Roma’da toplanan bir kongrede kadının ruhsuz bir varlık olduğu ve ahirette herhangi bir konuma sahip olmadığı iddia edilmiştir. 19. yüzyıl ortalarında İngiltere’de kadın vatandaş sayılmadığından mülkiyet hakkı elinden alınmıştır. Yahudi ve hıristiyan topluluklarda kadın Hazreti Âdem’in cennetten çıkarılmasına sebep olmuş (hâşâ) şeytanla işbirliği yapan bir varlık olduğu ifade edilmiştir.
İslam öncesi cahiliye toplumunda da durum bundan farklı değildir. Kadın pazarlarda bir eşya gibi alınıp satılmış herhangi bir değer verilmemiş hatta kız çocukları diri diri toprağa görülmüş kadın bir utanç kaynağı olarak addedilmıştır. Bu durum Kuran-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince öfkesinden ve üzüntüsünden yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği bu kötü haberin etkisi ile utanıp, eşinden dostundan saklamaya çalışır. Şimdi ne yapsın? Hor, hakir, itilip kalkılan bir bela olarak O’nu hayatta mı bıraksın; yoksa toprağımı gömsün ne yapsın? Diye kara kara düşünür. Dikkat ediniz ne fena hükümlerdir verdikleri bu hükümler. (Nahl 58-59 ayetler). Başka bir ayette yüce Allah kıyametin anlatıldığı Tekvir Suresi’nde :” diri diri gömülen kız çocuğuna hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman(8-9 ayetler) Şeklinde ifade edilerek cahiliye devrinde işlenen bu cinayetlerin sebepsiz ve zalimce olduğu üzerinde durulmuştur.
Bir gün sahabinin biri peygamberimiz Sallallahüaleyhivesellem in huzuruna geldi ve : Ya Rasûlallah! Biz cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benimde bir kız çocuğum vardı. Bir gün hanımıma bunu giydir dayısına götüreceğim dedim. Kadın bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Ciğerparesi biricik evladı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. Ne var ki kadının böyle bir caniliğin önüne geçecek gücü yoktu. Yapabileceği tek şey ağlayarak gözyaşı dökmekti. Hanımım dediğimi yaptı. Çocuk gerçekten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşturuyordu. Çocuğun elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. O’na kuyuya bakmasını söyledim. O tam kuyuya bakayım derken sırtına bir tekme vurdum ve O’nu kuyuya yuvarladım. Fakat her nasılsa eliyle kuyunun ağzına tutundu. Bir taraftan çırpınıyor bir taraftan da ” Babacığım üzerin toz oldu” deyip üzerimi temizlemeye çalışıyordu. Buna rağmen O’na bir tekme daha vurdum ve O’nu diri diri toprağa gömdüm.
Adam bunu anlatırken sevgili peygamberimiz ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Orada oturanlardan birisi be adam Rasûlullah’ı çok üzdün deyince Efendimiz adama bir daha anlat dedi. Adam olayı bir kez daha anlattı. İki cihan güneşi Peygamberimizin gözlerinden süzülen mübarek yaşları sakalından aşağıya damla damla akıyordu.
İşte Allah Rasûlü bu olayı tekrarlatırarak bize şu mesajı vermektedir: İslamdan önce kadının durumu ve pozisyonu budur; fakat İslam dokunduğu her şeyi güzelleştirdiği gibi kadına da hak ettiği konumu kazandırmıştır.
Elbetteki kadın ve erkek arasında yaratılış gereği bir takım farklılıklar olacaktır; fakat bu bir eksiklik değil aksine gene Kuran’ın ifadesiyle: “. Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. “( Rum -21) buyrulmaktadır.
İslam dininin tüm bu ilkelerine rağmen zamanla fiziksel ve cinsel farklılıklar sosyal hayata yansımış ve kadın maalesef zamanla hayattan soyutlanmıştır. Ön yargılı anlayışlarla kadının aleyhine hükümler çıkarılmış ve bu durum ilerleyerek günümüze kadar ulaşmış ; kadının İslam hayatındaki yeri tartışılır olmaya devam etmiştir.
En başta İslam toplumunda önemli bir konuma haiz camiiden soyutlanan kadın, zamanla hayatın diğer alanlarından da dışlanır olmuştur ki esasen bu durum İslami akılla taban tabana zıttır. Kadın aleyhtarı bir takım uygulamalar İslami kisveye büründürülerek topluma dayatılmıştır. En başta namus kavramı üzerinden hareketle kadın hayata kapalı bir obje haline getirilmiş ve sanki namus erkeğe farz değilmiş gibi kadın üzerinden yorumlamıştır. Halbuki Kuran-ı Kerim’de yüce Allah: “İman eden erkeklere söyle gözlerini haramdan sakındırsınlar namuslarını korusunlar. İnanan kadınlara da söyle onlarda gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar namuslarını korusunlar.(Nur 24/30) diye emrolunmuştur.
Şurası muhakkak ki kadın İslami terbiye ve düzeni ilk elden camide temin edebilir. İslam dini kadına gereken önemi vermiş ve O’nu tutarak yükseltip erkekle ilim, ahlak, namus, fazilet, insan hak ve hürriyeti noktasında aynı noktaya taşımıştır. Fakat sonraki devirlerde oluşan bağnaz ve tarafgirli yaklaşımlar İslam’ın verdiği bu hakları(yine İslam yoluyla?) Onların elinden alma çabasına girişmişlerdir.