“…kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.!”dedi Yakup’un (a.s.) dili ile Kur’ân. Ömrü evladının hasretiyle geçti de Yakup’un, “…bana düşen, sabr-ı cemîldir…” diyerek Rabbi’ne sığındı isyanın sokağına uğramayarak. Evlatları imtihan oldu, evladı evladına sebeb oldu. Ne Yusuf’unu ondan alan evlatlarına kızdı ne de Yusuftan vazgeçti.
Yusuf(a.s.)… Kardeşlerinin hançeriyle gömleği arkasından yırtılan iffet âbidesi… Zindanın bağrına, ihanetin kardeşten gelmesine sabreden, sonunda Mısır’a sultan olan güzel…
Denizin ortasında, gecenin bağrında, yalnızlığın kucağında, balığın karnında, karnlığın zifirisinde kalan Yunus(a.s.) var bir de…
Hele bir de Muhammed (s.a.v.) var ki; hüznü damla damla akar da gözlerden, deryaları doldurur, kâfi gelmez hiç bir okyanus onun başına gelenlerin ifade olunmasına… “Allah!” dedi, cehalet düşmanı oldu. “Hakk!” dedi, hakkı bilmezler karşısına duvar oldu. Başına işkembe koyanlar, hakkında ölüm kararı verenler, pusu kurup onu yolundan çevirmek isteyenler… İnanan bir avuç insan sadece yanında. Onlardan birisi de sadık eş Hatice. Hep yanında mahzun Nebi’nin. Amca Ebu talip, kafirlere karşı koruyucus
>u yetim yeğeninin. Allah elbet korurdu Onu, ama bu koruma Ebu Talip vesilesiyle de oldu. HÜZÜN YILI denen bir zaman dilimi var mahzun peygamberin hayatında. Sevgili eşi ve amcası peş peşe gittiler sonsuzluk diyarına. Eşinden ayrılmanın hüznünün yanında, amcanın imansız gitmesi yakıyor canını.. savaşlar, ihanetler, nifaklar… hak dava omuzlarında… her bir insanın imanı emanet ona aslında.. nasıl ağır bir yük. Nasıl zor bir görev.
…
İsteyene daha çok emsal var. Kuranda, siyerde, islam tarihinde… burdaki asıl mesele, bunca sıkıntı, bunca keder varken onların hayatında hangisi ümitsizliğe düşmüş, hangi peygamber ye’se bürünmüş.? Depresyon denen modern ümitsizlik hastalığı hiç göstermemiş onlarda kendini. Düştükleri kuyulardan, sığındıkları mağaralardan, atıldıkları zindanlardan, onları yutan balığın karanlık karnından Allah’a sığınarak kurtulmuş her biri. Depresyona düşenlerin yaptığı gibi hayattan ellerini çekip, bi köşeye pusup dûn olmamışlar ki kulluk ve peygamberlik vazifelerinden. Her biri de nefis muhasebesi, tevbe ve duayla nûr-û tevhid içindeki sırrı ehadiyetin inkişafını seyredurmuşlar.
‘Onlar peygamber elbet dik duracaklar’ bahanesine sarılamaz insan. Onlar bize hem
> önder hem örnek olmak için yaşadılar. Onların hayatı hayat olmayacaksa bize anlamı kalır mıydı ümmet olmamızın?!
Allah kullarına kaldıramayacağı yük yüklemez hiçbir zaman. Ağır gelen, geçilmesi zor sanılan imtihan tam da istidadına göredir aslında. Fakat kul, kendini körelterek, depresyona sığınıp, ümidi ardına atarak zulmeder kendine de imtihanı kaldıracak sabrına da. Depresyondayım diyerek avutur kendini, bilmezki “Allah hem sıkar hem de açar.”
Dara düşünce kaçmak yakışmaz insana. Kaçtığın yer hele Allah değilse, dünya değil kainat dar gelir. Hangi mahlukat başı dara düşünce bir yol bulmaz ki, onlardan ümitsizliğe düşeni gören yoktur . Kar yağıp mevsim kış olduğunda, göçmen kuşlar sıcak iklimlere kanat çırparlar. Mevsim bahar olana kadar, rızıkları başka memlekettedir, bilirler. Buzlar kapladı yuvamı deyip de umut yoksunu olmazlar hiç. Nesiller boyu göç işlenmiş, ilahi kodlarla bedenlerine. Hele kelebeklerin bir göçü vardır. Seyahat dört nesille tamamlanır. Ömrü tükenen, bu yol bitmez demez. Yeni nesil büyüğüm kalmadı başımda, pusulam yok demez. Rotaları öyle belli ki onlara. Öyle bizden daha çok tevekkülleri var ki Yaradana…
Bakıyorum şimdi insanlığa. Medeniye
>tin ahlaksızlığının getirileri umut yoksunu, ümitsizlik hastası eylemiş dünyayı. Müslümanların başında bin türlü dert, imtihan. Çareyi alkolde, haplarda, haramların kucağında arıyor herkes. Antidepresanlarla uyuşturuyorlar kendilererini. Hayattan el çekip ya da günlük rutinlerinin verdiği bunalmışlıkla hayatlarına zar zor devam edip ruhlarının, kalplerinin çığlıklarını duymuyor insanlar.
Çare yok değil.. Tıb elbet başvurulacak çarelerden. Ama bir de mânevi boyutu var işin. Allah kabza uğrattığında insanı, aslında ondan istediği kendine gelmesidir. Ümitsizlik, imansızlık bataklığının çevresinde dolaşmaktan farksızdır. İçine bir düştün mü o batağın çırpındıkça batarsın. Kurtulmak imkansıza yaklaşır. Olması gereken “Bittim”diyen nefse inat, imana sarılmaktır.
Karanlık çöktü diye geceye küsülmez, güneşten vazgeçilmez. Her karanlık bir ümittir aslında. Sökün edecek şafağın habercisidir her zifiri. Gece olsun ki, güneşin değeri bilinsin. Soğuk vursun ki, sıcak nedir öğrenilsin. Kayıplar yaşansın ki, eldekilerin kadri bilinsin. Lütf-u ilahi olan nimetler bir bir gidince şükürsüzlük sebebiyle elden, insan nefsiyle muhakeme eder. Bilmez kimse, bakınca zahirde kayıp san
>ılanlar aslen hatırlattıklarıyla kazançtır aslında…
İçinde bulunulan her durum imtihan nazarıyka bakılınca, ümitsizliğe değil, umut etmenin zirvelerine taşır insanı. Tevekkülün bağrında bulur insan kendini. Bu kainatta herşey kabz hali yaşar. Ay tutulur, güneş tutulur, yağmursuzluk vurur… Ama uzun sürmez hiçbir zaman… Hatta insan ibretle izler bu tutulmaları. Rasathanelerde, açık alanlarda görebilmek için çabalar herkes… -Neden hayatımdaki tutulmalar da bizzat bana ibret olmasın ki!?diye düşünmez ama insan… kadehlere sığınır, biraz imanı olan bile isyanlara düşer farkında olarak ya da olmayarak… o anlarda akla gelmesi gereken “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” olmalı değil miydi her kayıp için…
Depresyon, ye’s ya da ümitsizlik… neyse başımızdaki dert bizi hayattan dûr eyleyen onlardan ancak imanla kurtulabiliriz. Belki geçmez başımızdaki tasa. Ama imtihan olduğunu bilip ümidimizi Allah’a yöneltirsek, ümîd edişimizin adı Allah olursa, o vakit gönül huzura erer. Allah’a teslim ederse insan kendini, özünü mutmain oluş başlar ruhunda. Gözünü cennete ondan da öte rıza-i ilahiye çevirirse kul, her acı hoş gelir… lütfunda hoş kahrında hoş nidaları duyulur her bir candan…
>
Hiç birşeye mâlik olmayan insanoğlu, aslında hatırlasa emanetçi olduğunu, canı dahil hiç birşeyin kendisine ait olmadığını elden gidenler, başa gelenler yıkamaz kulu. Ama nefsâni arzuların peşinde, dünyalık isteklerin hevesinde, maliklik taslamaktan daha güzel yaptığımız bir iş kalmamış.
Dünyayı o denli krletmişiz ki kendimizi sahibi sanarken, kendi ellerimizle ümitsizliğin içine düşmüşüz. Dünya bize asıl yurdumuzu unutturmuş. Tüm tüm gayemizi dünya sanıp, faniliklerin içinde boğulmuşuz… ümidimiz dünya olduğundan, onun yok oluşa gittiğini seyretmek ümidimizi tüketmiş…
Fakat unutma ey cân… Ümidimizin adı Allah! O’na tutunan, kendini O’na veren kaybetmez. İmtihan edilir ama imhal edilmez… Kur’ân ümmetine yakışan, ümidi hiç bırakmadan, herkes O’na kul olsun diyerek çabalamak… çünkü dünya yalnız O’na kul olduğunda gerçek anlamını bulacak…