40,0304$% 0.07
47,0744€% 0.4
54,6458£% 0.4
4.287,54%-0,03
3.333,26%-0,10
10.107,68%-1,64
Bundan birkaç hafta önce başlayan Venedik Bienali’nin en sansasyonel işlerinden biri, sanatçı Christoph Büchel’e ait bir proje olan ve artık kullanılmayan bir kiliseyi camiye çeviren işti.
Bienalde İzlanda Pavyonu’nu temsil etme amaçlı yapılan bu iş, yaklaşık 40 yıldır kullanılmayan bir kiliseyi yeniden dekore ederek camiye çeviriyor ve şehirdeki Müslüman nüfus için bir ibadet alanı yaratıyordu.
Fakat kazın ayağı beklendiği gibi olmadı, başından beri şehrin bürokratları ve bienal yetkilileri arasında problemli diyaloglara sebep olan cami, yapılan bir şikayet üzerine geçtiğimiz cuma günü yetkililer tarafından güvenlik gerekçeleri sebebi ile kapatıldı.
Bir ibadet alanının ve bir sanat projesinin kapatılması ya da işlevsiz bırakılması hoş bir durum değil. Kapatılan alan bir cami de kilise de olsa, çıkış amacı olan hoşgörü ve birlikte olma duygularının tam tersine sebep olduğu kesin. Öte yandan, durumun sonuçlarını tartışmadan önce topu biraz da sanatçılara atıp, bu tip sansasyonel sanat işlerini gerçekleştirmeden önce ne kadar hassas sularda yüzüldüğünün de farkında olmak gerekiyor.
Diyalogun önemi
Büchel’in projesi her ne kadar iyi niyetler taşısa da, tartışmalı bir zemini kaşıdığı kesin. Öyle ki, caminin kapatılması haberinin basında almasına rağmen, sonuç kimseyi şok etmiş değil. Proje açılmadan önce belediye-bienal ekibi ve Katolik kilisesi arasında sorunlar yaşandığı da biliniyor. Peki nasıl oluyor da hoşgörü ve entegrasyonu hedefleyen böyle bir proje işlemiyor ve kapatılıyor?
Büchel’in projesinin ilk sorunu kamuyu gerçekten entegre etmekten ziyade, bir meseleye tepeden inme parmak uzatmak gibi görünüyor. İçinde yaşayan Müslüman nüfusa rağmen tek bir camisi bulunmayan bir şehre cami açmak, üstelik bunu bir kiliseyi camiye çevirerek yapmak ırkçı kesimlere direkt bir cevap gibi görünebilir.Öte yandan yeterince altyapı, destek ve diyalog yaratılmadan kurulan bu proje amacına ulaşmaktan ziyade zaten varolan bir tansiyonun artmasına sebep oluyor. Büchel’in işi gerçek bir diyalog kurmak bir yana sansasyonel olmaktan öteye geçemiyor.
Bu köşede daha önce de değindiğimiz, kamusal alanda sanat ve diyalog odaklı projeler sanatçı ve halk arasında birlikte yaratılacak ortak bir üretim sürecinin var olabileceğini gösteriyordu. Yurt dışında sık sık örneklerini gördüğümüz, Messhall ve Superflex gibi kolektifler, Türkiye’de de özellikle Oda Projesi ile bilinen ve Gezi sonrası sıklaşan Bostan projeleri gibi örnekler bunun birer yansıması. Gerçekten de sanatçıların bir toplulukla birlikte hareket etmesi, birlikte bir iş üretmesi kolay değil, üstelik sanatçılardan beklenen rol bu da değil. Ama yaptıkları ya da yapmaya yeltendikleri zaman da işi tepeden inme değil, kendi içinde ve yukarıya doğru evrilebilen bir diyalogla birlikte kurmaları gerekiyor. Yoksa sonuç Büchel’in işi gibi bir fiyaskoyla sonlanıyor.
Büchel’in cami projesi tek değil, daha samimi ve organik örnekler görmek elbette mümkün. Öte yandan sanatçıların da sosyal bir yaraya parmak basmadan önce, çuvaldızı kendilerine batırıp meseleyi etraflıca sorgulaması gerektiğini gösteriyor. Yoksa sonuç sanat ve sanatçı tanımlarını klişeleştiren bu tip durumlardan ibaret oluyor.
radikal
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.