Bedir Haber

Usta Dalgıçlar

Usta Dalgıçlar
Kimyacı( kimyaci@bedirhaber.com )
214 views
17 Ekim 2016 - 11:25

Dalgıçlar, denizin derinliklerinden yüzeye aniden çıktıklarında vurgun denen çok ağrı verici ve öldürücü olan bir hadise ile karşılaşırlar. Denizin derinliklerinde suyun uyguladığı basınç, yüzeye göre daha fazladır. Bu sebeple dalgıç derinlerdeyken; yüksek basınçtan dolayı havadaki azot, vücuttaki kanda ve diğer sıvılarda daha fazla çözünür. Dalgıç yüzeye ani çıkış yaptığında yüzeyde basınç düşük olduğundan dalgıcın üzerindeki basınç aniden düşer ve vücut sıvılarındaki çözünmüş azot, kabarcıklar oluşturarak uzaklaşır. Bu kabarcıklar kanla beraber beyne de ulaşabilir, kanın dolaşımını ve sinir sistemini etkiler ve vurgun denen hadise gerçekleşir.

Peki, bütün hayatını denizde geçiren oksijen tüpleri olmayan milyarlarca hayvan vurguna maruz kalmadan hayatlarını nasıl sürdürürler, hiç düşündünüz mü?
Evet, denizleri, içindekileri ve kanunları var eden hepsini düşünmüştür.
Sevimli hayvanlar, akrobasi harikası yunusları örnek verecek olursak; yunuslar ve balinalar insanların belki de hiçbir zaman inemeyecekleri derinliklere iner, çıkarlar. Bu derinlikte insanların ciğerleri basınca dayanamaz; fakat yunusların akciğerlerindeki bronşlar ve hava kesecikleri özel kıkırdak halkalarla koruma altına alınmıştır.

Bu hayvanlar, vurguna maruz kalmamak için, derinlere dalarken, hava ile dolu değil boş ciğerlerle dalış yaparlar, peki sonra nasıl nefes alırlar? Bunun cevabı bu canlıların kaslarında, insandakine oranla çok fazla miktarda bulunan “miyoglobin”, proteinlerinde saklıdır. Bu proteinlerin yüksek oranda oksijen moleküllerini tutabilme özelliği vardır. Gerekli olan oksijen, buradan sağlanır. Yunuslar ve balinalar bu sayede istedikleri kadar derinlere dalabilir.
Havanın içindeki azot gazı miktarı ve özellikleri insana zarar vermeyecek şekilde var edilmiştir. İnsan için soluyacağı havadaki azotun miktarından kandaki çözünürlüğüne kadar her şey çok ince ölçülerle, Yüce Rabbimiz (Bâri) tarafından ayarlanarak yaratılmıştır.

ZEHİRLE BESLENEN PAPAĞAN
Papağanların konuştuğunu, taklit yapışını görmüşüzdür; fakat kimyagerlik yönünü de biliyor muyuz? Bir tür papağan olan, Amerika’nın tropikal bölgelerinde yaşayan “macawlar”dan bahsedeceğiz.
Ortalama 80 cm olan bu kuşlar; sürekli su baskınına uğrayan ormanlık bölgelerde, su kenarlarında, savanlarda ve açık alanlarda yaşarlar. Neredeyse bir insan ömrü kadar yaşayan kuşlar, ortalama 60 yıl yaşayan dayanıklı hayvanlar olarak bilinirler. Sevimli, rengârenk olan macawlar çok iyi taklit yapar, fakat biraz gürültücüdürler.

Bu papağanlar, bazı bitkilerin düşmanları için ürettikleri kuvvetli bir tür kimyasal zehir olan “striknin” (C21H22N2O2) maddesiyle beslenir. Nasıl olur da bazı canlılar için zehir olan bir madde, başkaları için gıda olabilir? Bu kuşlar, besleyici değeri yüksek ancak zehirli olan bu tohumları yedikten hemen sonra belli bir bölgedeki kayalıklara doğru uçarlar. Oraya vardıklarında ise burada bulunan bazı killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Kuşların ortada herhangi bir sebep yokken kil yutmaları, kuşkusuz oldukça şaşırtıcı bir davranıştır.

Ancak yapılan araştırmalar sonucunda, bu garip davranışın gerçek sebebi anlaşılmıştır.
Killi kaya parçaları “kaolin” (Al2O3.2SiO2.2H2O) maddesine sahiptir.
Kaolin maddesinin özelliği ise, tohumların içindeki zehri emebilmesidir. Macawlar, bu sayede tohumları sindirebilmekte ve zehirden dolayı herhangi bir zarar görmemektedir.
Bir papağanın, kilin içinde bulunan maddelerden haberdar olması elbette mümkün değildir. Şüphesiz macaw, bu maddenin zehrin etkisini giderdiğini öğrenmiş veya bunu önceden deneyerek görmüş değildir. Bu durumda karşımıza çıkan manzara son derece düşündürücüdür. Acaba macawlar kildeki
“kaolin” maddesinin toksinleri yok edici özelliği olduğunu nereden bilmektedir?

KERTENKELE BAĞI

Şimdi başka bir kimya uzmanı, bir tür sürüngen olan “gecko”lardan bahsedeceğiz. Geckoların ortalama boyları 9-10 cm kadar olup gözbebekleri dikeydir. Sırt bölgesinin renkleri açık kahverengiyle
gri arasında değişir. Sırtında koyu renkte benekler bulunur. Bunlar, kuyruk üzerinde de devam eder. Ayak parmaklarının dip kısmı dar, uç kısmında genişlemiş kısımlar vardır. Geceleri renkleri oldukça saydamlaşır.
Tehlikeli bir durumda kuyruklarını yukarı doğru bükerek beklerler. Daha çok böceklerle beslenen bu sürüngen, genelde geceleri avla nır. Geckoların dikkat çeken farklı özelliği, dümdüz yerlerde bile baş aşağı tutunabilmeleridir. Bunu nasıl yapabildikleri hep araştırma konusu olmuştur. Bir tür kertenkele olan geckoların yer çekimine meydan okurcasına çok düzgün tavanlarda, cam üzerinde hatta cilalı yüzeylerde istediği gibi hareket edebilmesi bilim insanlarının da dikkatini çekti.

Dr. Kellar Autumn’un önderliğinde yapılan bir çalışmada, geckoların parmaklarında milyonlarca “satea” adı verilen çok küçük uzunlukta (1 santimetrenin 2 milyarda biri kadar) tüycüklerin ve sateaların ucunda da daha küçük milyarlarca mikroskobik çıkıntıların (spatül) olduğunun farkına varıldı. Daha sonraki araştırmalarda spatüllerdeki moleküller ile bulunduğu yüzeydeki moleküller arasında bir tesir fark edildi ve bunun “var der Walls” bağı olduğu, yapışma kuvvetinin bu bağdan dolayı olduğu anlaşıldı. Kimyada, moleküller arasındaki çekim kuvvetlerinin bir çeşidi olan “van der Waals” bağı, elektronların geçici yer değiştirmeleri ve bazı bölgelerde yoğunlaşması sonucu meydana gelir.

Gecko bu yapışma kuvvetini, istediği zaman istediği kadar kullanabiliyor. Bu kuvvet hiç tükenmiyor ve ayaklarına 30 derecelik açı yaptırmazsa neredeyse hiçbir kuvvet onu tutunduğu yerden kopartamıyor.
Geckodaki bu teknoloji kullanılarak yapılması tasarlanan malzemelerden bazıları; havasız ortamlarda yapışabilen aletler, özel eldivenler, tırmanış elbiseleri, çıkartırken acı vermeyen yara bantları, her yere tırmanabilen robotlardır.
Geckoların ayağında çok özel bir tasarım olduğu açıktır. Peki, bu minik kertenkele bu tasarımı nasıl edinmiş olabilir? Özelliklerinin gün yüzüne çıkarılması için birçok mühendis, matematikçi, fizikçi ve biyologun üstünde çalıştığı bu tüycükler nasıl meydana gelmiştir?

ANTİFİRİZLİ CANLILAR
Arabası olan herkes antifrizi bilir, olmayanlar için kısaca şöyle tanımlayabiliriz:
Antifriz bir çeşit alkol olup suya göre donma noktası düşük olduğu için kışın arabaların radyatörüne konur. Kutuplarda yaşayan canlıların da gerektiği zaman kullanabilmeleri için vücutlarına Yaratıcı tarafından antifrizler yerleştirilmiştir.

Balıklar ve kutup böceği bu canlılara örnek verilebilir. Bütün olumsuz koşullarına rağmen soğuk bölgelerde yaşayan pek çok balık türü vardır. Bu bölgelerdeki bazı türler, deniz suyu sıcaklığının -18 0C olduğu derin sulara çekilerek donmaktan kurtulur. Ancak Antarktika’da bu sıcaklığın çok altında bile yaşayabilen balıklar da bulunmaktadır. Bunu, Allah’ın (c.c.) kendileri için yaratmış olduğu özel kimyasal maddeler sayesinde başarmaktadırlar.

Antarktika balıklarının kanındaki AFGP (Antarktik Fish Gliko-Protein), bir çeşit fıtrî antifriz olarak vazife yapmakta ve balığın buzlu sularda bile donmadan yaşayabilmesine vesile olmaktadır. Bilindiği gibi, karada yaşayan tüm böcek türleri soğukkanlı canlılardır. Bu, canlının yaşadığı ortamın ısısına göre vücut ısısının da değişebilmesi anlamına gelir. Eğer hava sıcaklığı -20 dereceye düşecek olursa kara böceğinin vücudu bu soğukluğa dayanamaz. İşte bu yüzden çoğu böcek türü sıfırın altındaki soğuklarda hayatlarını yitirmektedir. Bunun istisnalarından biri kuzey kutup böceğidir. Bu böcek türü, vücudunda ürettiği soğuğa karşı bir nevi antifriz görevi yapan ve direnç gösteren bir alkol çeşidi sayesinde kendisini kutbun dondurucu soğuğundan kurtarmaktadır.

Böceğin ürettiği “gliserol” (C3H8O3) ya da diğer adıyla “gliserin”, vücudundaki kanın ve diğer sıvı moleküllerin donmasına; buz kristallerinin hücreleri öldürmesine ve hücre bağlarını parçalamasına engel olmaktadır. Bununla birlikte kuzey kutup böceklerinin vücut sistemleri hava soğudukça ve günler kısaldıkça daha dirençli bir hâle gelmektedir. Isı düştükçe vücutlarındaki su hacmi otomatik olarak azalmakta, bünyeleri gliserol ve sorbitol gibi antifrizleri daha çok üretmektedir.

Öyle ki bu canlılar üzerinde yapılan deneyler gliserol sayesinde kuzey kutup böceğinin -87 derecelik bir soğuğa karşı bile hayatta kalmayı başardığını göstermiştir.

Kuşkusuz bir böceğin, organik bir bileşik olan ve C3H8O3 gibi karmaşık bir formüle sahip gliserol bileşiğini üretmeyi ve bu sayede soğuktan korunmayı akletmiş olması imkânsızdır. Çünkü bir böcek, ne bu formülü hesaplayacak bir akla ve ne de bu formülün antifriz işlevi göreceğini bilecek bir bilgi birikimine sahiptir.

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno