DOLAR

35,6973$% 0.17

EURO

37,4208% 0.54

STERLİN

44,3380£% 0.52

GRAM ALTIN

3.192,37%1,19

ONS

2.783,15%1,07

BİST100

10.074,58%-0,38

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 10°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a

Ümmetin ihtilafı rahmet(mi)dir?

Ümmetin ihtilafı rahmet(mi)dir?
0

BEĞENDİM

**ÜMMETİN İHTİLAFI RAHMET(Mİ)DİR?
**

**Ümmet; Anlam ve Mâhiyeti**

“Ümmet”, anne anlamına gelen ‘ümm’ kelimesinden türemiştir. “Ümm”, bir şeyin meydana gelmesine, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına temel olan köküne verilen isimdir. “Ümm” kelimesi Kur’an’da kelime anlamıyla hem anne, hem de ana, asıl, temel, uygun karşılık anlamlarında geçmektedir.
“Ümmet”, sözlükte, cemaat, yol, din, nesil veya topluluk demektir. Çoğulu ‘ümem’dir. Aslında ‘ümmet’ kelimesi bir çoğunluğu, bir cemaati ifade ederken, ‘ümem’ sözcüğü, çoğulun çoğulu gibidir. ‘Ümmet’ kavram olarak, kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak sûretiyle bir arada yaşayan insan topluluğudur. Bu tanımdan hareketle birçok müslüman bilgin, ‘ümmet’ kelimesiyle İslâm’a inanan toplulukların kast edildiği görüşündedir.
Kur’ân-ı Kerim ‘ümmet’ kavramını farklı topluluklar için kullanmaktadır. Söz gelimi, “Yerde debelenen hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın…” (6/En’âm. 38) âyetinde olduğu gibi hayvanlar ve kuşlar da birer ümmettir. Peygamberimiz (s.a.s.), köpeğin ve karıncanın bile bir ümmet (topluluk) olduğunu belirtiyor (Müslim, Selâm 38, hadis no: 2241, 4/1759; İbn Mâce, Sayd 2, hadis no: 3205, 2/1069).
Ümmet kelimesinin bazı âyetlerde ‘topluluk’ anlamında kullanıldığını görüyoruz: “Sizden, hayra çağıran, ma’rûfu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önleyen bir ‘ümmet’ (topluluk/cemaat) olsun…” (3/Âl-i İmrân, 104). (Aynı kullanılış için yine bkz. 3/Âl-i İmrân, 113; 5/Mâide, 66; 7/A’râf, 159, 164, 181; 28/Kasas, 23)

‘Ümmet’ kavramı, bir diğer deyişle ‘imam’ sözünden alınmış çoğul bir isimdir ki, çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan cemaat demektir. Yani, ümmet, bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup düzenli bir şekilde faâliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk, iman üzere olduğu gibi, küfür üzere de bulunabilir; Faâliyetleri sâlih amel de olabilir, fitne ve fesat da. Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara/topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. Ümmet, kuvvetli bir önderlik kurumunun yönetimi altında bir araya gelen topluluktur. O topluluğun fertleri inanç ve gaye yönünden bir köke, bir asıla bağlıdırlar.

Ümmet kavramı, kendine has bir dine sahip olan kimse anlamına da gelir: “Hakikaten İbrâhim, başlı başına bir ümmet idi ve Allah’a itaat ederdi.” (16 Nahl/120) Peygamberimiz, İslâm’dan önce yaşamış ve imanla ölmüş Kuss bin Saîde’nin de tek başına bir ümmet olarak diriltileceğini açıklıyor (Kütüb-i Sitte Muht. Terc. 3/367).
‘Ümmet’, aynı yer ve zamanda, aynı dine bağlı insanların oluşturduğu topluluk anlamında Kur’an’da sık sık geçmektedir. Aslında insanlar, başlangıçta tek bir ümmet idi. Allah’ın gönderdiği peygamberler, onların sorunlarını çözüyorlardı. Ancak daha sonradan aralarındaki bağy (taşkınlık) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Farklı farklı dinler uydurdular ve değişik ümmetler haline geldiler (2/Bakara, 213; 10/Yûnus, 19).
Allah (c.c.) dileseydi yeryüzündeki bütün insanlar bir tek ümmet olurdu (5/Mâide, 48; 11/Hûd, 118; 42/Şûrâ, 8). O zaman da hür irâdenin ve imtihanın bir anlamı kalmazdı. İnsanlardan dileyen İslâm ümmetinin, dileyen de küfür ümmetlerinin bir üyesi olabilir. İnsan, sonucuna katlanmak şartıyla bu konuda serbesttir.
Ma’rûfu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslâm ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir (3/Âl-i İmrân, 110). Allah’ın yarattıkları arasında bazı ümmetler, hakka iletirler ve hak ile adâlet yaparlar (7/A’râf, 181). İnsanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslâm ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır. Üstünlüğü; soy, kabile, renk, sosyal sınıf, zenginlik ve iktidar sahipliği gibi şeylerde görmeyen İslâm, takvâyı üstünlük derecesi saymıştır. İnsanlar içinde, kim takvâ sahibi olursa, kim en yüce değerleri Allah rızâsı için ahlâk haline getirirse o üstün olur. Bu yüce erdemin de, ancak, İslâm’ın getirdiği ilkelerle kazanılacağı açıktır. Dar anlamıyla İslâm ümmetinin, yani Muhammed ümmetinin üstün olduğunu bizzat Peygamberimiz haber veriyor: “Bu ümmet (Muhammed ümmeti), diğer ümmetlere karşı üstün kılındı.” (Ahmed bin Hanbel, 5/383). Her peygambere uyan topluluk, o peygamberin ümmeti sayılır. Bu anlamda İslâm’a inanan bütün müslümanlar Muhammed ümmetidir. Peygamberimiz (s.a.s.) bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiği için, bütün insanları O’nun ümmeti, O’nun topluluğu olarak sayanlar da bulunmaktadır.
İslâm, evrensel bir âilenin adıdır. Bu âile, bugün ne yazık ki sayısız parçalara bölünmüştür. Bu bölünmeden hepimiz sorumluyuz ve hesaba çekileceğiz. İslâm âilesi fertleri arasında sevgi, muhabbet, bağlılık ve merhamet esastır. Müslümanlar evrensel ölçüleri yitirdikleri için birbirlerine karşı sevgi ve saygılarını da yitirmişlerdir. Evrensel İslâm âilesi içerisinde kavmî imtiyazlara yer yoktur. Halkları sınıflara, derecelere ayıran, kimi halklarda çok özel yetenekler, çok özel ayrıcalıklar olduğunu iddia eden anlayışların evrensel İslâm âilesi içerisinde yeri yoktur.
Rabbimiz, soyumuza, sopumuza, ırk ve rengimize, yaşadığımız ülkeye göre değil; kendisine yönelik ibâdetlerimize göre nimetler, bağışlar verecektir. Birliğin ve bütünlüğün temeli, İlâhî vahiydir. İlâhî vahiy, insanlığın bütün bir hayatını kuşatan tek ve mutlak gerçekliğin adıdır. Hangi âileden, kabileden, ulustan gelmiş olursak olalım, İslâm âilesi içerisinde hepimiz temel kardeşlik bağlarıyla birbirimize bağlanmalıyız. İslâm âilesi içerisinde hepimiz eşit hak ve sorumluluklara sahibiz.
Irk, bölge, ulus, kabile, dil, renk asabiyeti insanlığı fesâda veren, insanlığı parçalayan, insanlığın kamplara bölünmesine neden olan bir asabiyettir. İnsanlık, gerçek anlamda tek Allah inancını bütün boyutlarıyla bir bilinç halinde yaşadığı takdirde, bütün temelsiz ve yapay ayrımlar önemini yitirecektir. Bütün ilişkilerini yalnızca Allah için düzenleyen müslümanlar aracılığıyla bir kardeşlik iklimi kurulabilir. Irk, renk, dil, bölge farklılıklarına göre düzenlenecek olan insanî ilişkilerin ahlâkî temelleri yoktur.
Rahmet:
Rahman ve Rahim kelimelerinin köküdür. İncelik, ihsan, şefkat etme, bağışlama, acıyıp esirgeme. Allah’ın kullarına acıması, onlara sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmesi, bol bol ihsanda bulunması anlamında Kur’anî bir tabir.
Kur’an öncelikli olarak Allah’ın rahmetinden, O’nun Rahman ve Rahim oluşundan söz eder. Rahmet özelliği O’nun alemlerin Rabbi ve her şeyin yaratıcısı oluşunun bir gereğidir. O, bu sıfatıyla varlıkları yaratmış, şekil vermiş ve onların ihtiyaç duydukları her şeyi onlara bağışlamaktadır.
Rahmet kavramı, sevgi, aşk, şefkat, rikkat(incelik), müşfiklik, ihsan ve nimet verme gibi merhametle ilgili bütün unsurları içerisine alır.
O halde Rahmet, acıma, esirgeme, koruma, sevgi gösterme, yardım etme demektir. İnsanı başkalarına iyilik ve yardım etmeye yönlendiren acıma duygusu. Tüm yaratılmışlara sevgi ile yaklaşma, onları kötülüklerden koruma ve kurtarma, zor durumlarında yardım etme, bağışta bulunma, affetme gibi iyi huy ve davranışların başlıca nedenidir. Kaynağı Allah’tır. İnsanlardaki merhamet, Allah’ın rahmet ve merhametinin bir tecellisi, bir yansımasıdır.

**Tefrika ve Türleri**
“Tefrika”, ‘feraka’ fiilinden gelmektedir. Bu fiilin masdarı olan ‘fark’, ayrışmayı anlatan bir kelimedir.
Tefrika ise, eşyayı birbirinden ayırmak, insanlar arasına düşmanlık sokmak, parçalara, bölüklere ayırmak, parçalamak demektir.
Kur’an, ‘fark’ masdarını ve bunun türevlerini çeşitli âyetlerde kullanmaktadır.
Sözgelimi, iki denizin arasını ayırmak (Bakara, 2/50), birtakım işlerin birbirinden ayrılması (Duhân, 44/4), bir kişi ile toplumun arasının ayrılması, kişinin o toplumdan uzaklaşması (Tâhâ, 20/94), boşanma (Talâk, 65/2), (Nisâ, 4/130) gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Kur’an, peygamber tarafından dura dura okunması için Allah (cc) tarafından bölüm bölüm ayrılmıştır (İsrâ, 17/106).
Hz. Mûsâ (a.s.) duâsında şöyle diyor:
فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقينَ
“…Benimle şu zâlim topluluk (kavim) arasını ayır (tefrik et).” (Mâide, 5/25)
Yine ‘fark’ kökünden gelen bir başka kelime de ‘furkan’dır. Bâtıl ile hakkın ayrılmasına sebep olan olayları veya her ikisinin açıkça belli olduğu zamanları anlattığı gibi, her ikisini ayıran şeyler hakkında kullanılır. Sözgelimi, Bedir savaşı “yevmü’l-Furkan” (Hakk ile bâtılın ayrıldığı) bir gündür (Enfâl, 8/41).
Eğer mü’minler Allah’tan hakkıyla ittika ederlerse (sakınırlarsa), Allah (cc) onlara bir furkan verir. Bu furkan sâyesinde hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın arasını ayırabilirler:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِنْ تَتَّقُوا اللّهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيَِّاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظيمِ
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir. (Enfâl, 8/29).
Tefrikanın Boyutları
Tefrika, yani dini bozma, onda ayrılığa düşme, fırka fırka olup dağılma hastalığı yalnızca kafirlere ait bir yanlış değildir.
Aynı hataya müslümanların da düşmesi mümkündür.
Eğer onlar da Din’i dimdik ayakta tutmazlarsa; Din’i, Allah’ın gönderdiği ve Peygamberin öğrettiği gibi yaşamazlarsa, hatta Din’i kendi akıl ve pozisyonlarına uydurmaya kalkarlarsa aynı sonuç meydana gelir.
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّينِ مَا وَصّى بِه نُوحًا وَالَّذى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه اِبْرهيمَ وَمُوسى وَعيسى اَنْ اَقيمُوا الدّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكينَ مَاتَدْعُوهُمْ اِلَيْهِ اَللّهُ يَجْتَبى اِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدى اِلَيْهِ مَنْ يُنيبُ
Allah, dinden Nuh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa ya ve İsa ‘ya tavsiye ettiğimiz Allah’ın dinini hayata egemen kılın ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin direktifini sizin için bir hayat düsturu olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. (Şûrâ, 42/13)
Günlük hayatta ve Din’i anlamada farklı görüşlerin, farklı yorumların olması normaldir.
Hatta farklı görüşlerin olması bir faydadır, bir kolaylıktır. Burada dikkat edilmesi gereken, Din’i kendi hevâsına göre anlama, sonra da kendi anladığını din haline getirme yanlışlığıdır.
Din’in özünü zedeleyecek yanlış yorumlar ve bunların inanç haline getirilmesi bir anlamda ‘bağy’ dir ve tefrikaya yol açar.
Müslümanlar arasındaki birliğin en büyük düşmanı, yanlış din anlayışı, ülke, bölge, etnik grup, mezhep ve tarikat taassubudur. Halbuki bütün bunlar tefrikaya sebep olmaz, aksine müslüman toplumların entegre olmasına yardımcı olurlar.
Müslümanlar farklı mezheplere, meşreplere, düşüncelere, ülkelere, ilkelere sahip olabilirler, farklı coğrafyalarda yaşayabilirler, farklı gruplar içerisinde bulunabilirler. Bunlar normal şeylerdir. Ancak herkes kendi anladığını, kendi meşrebini, mezhebini, tarikatını din haline getirirse; işte bu din’de tefrika demektir.
Dinde tefrika çıkarmamanın yolunu Kur’an şöyle gösteriyor:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَطيعُوا اللّهَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ فى شَىْءٍ
فَرُدُّوهُ اِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasulü’ne döndürün. Şayet Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız…” (Nisâ, 4/59)
Anlaşmazlığın Allah’a götürülmesi Kur’an-ı Kerim’e, Peygambere götürülmesi de o, hayatta iken şahsına, vefatından sonrada sünnetine götürülmesidir. Defalarca ifade ettiğimiz gibi Rasulullah (s.a.v)’in sünneti Kur’an-ı Kerim’in en berrak tefsiridir. Rasulullah (s.a.v)’in sünnetini aradan çıkarsanız, Kur’an-ı Kerim’i layığı vechile anlamak mümkün değildir.
Tefrika ve fitne öyle bir ateştir ki, sadece o ateşi tutuşturanları değil bütün bir toplumu yakar ve o ateşin açtığı yara asırlar boyu kanayıp durur.
Zaman zaman o yaranın yüzü kabuk bağlasa bile çok küçük bir kurcalama neticesinde yeniden kanamaya başlar.
Yemenli bir Yahudi olan Abdullah bin Sebe’nin Hz. Osman (r.a) zamanında tutuşturduğu tefrika ve fitne ateşi zamanımıza kadar tesirini göstermiş ve halen mevcut bir kısım tefrika ve fitnenin temelini teşkil etmiştir. O bakımdan tefrika ve fitneye, tefrikacı ve fitnecilere asla fırsat verilmemeli, bu hususta çok uyanık olunmalıdır. Onların yalan yanlış propagandalarına ve gerekçelerine asla iltifat edilmemelidir.
Yukarıda zikrettiğimiz şu ayeti kerimeyi burada bir daha hatırlayalım: “… Fitne adam öldürmekten daha büyük bir günahtır…” (Bakara, 2/217)
Şu ayeti kerimeler hususunda da daha ciddi bir şekilde tefekkür edip düşünelim, söz ve ahvalimizi bir daha kontrol edelim:
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Allah’a ve O’nun Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz de kuvvetiniz, devletiniz gider.” (Enfal, 8/46)
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azab vardır.” (Al-i İmran, 3/105)
Geçmiş milletlerden, yahudi ve hıristiyanlar, dünya sevgisi, makam mevki, mal mülk hırsı, hased, aşırılık, kin ve düşmanlık sebebiyle fitne ve tefrikalara düştüler, sonu gelmez tartışmalarla bölük pörçük oldular.
مُنِيبِينَ إِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ {31} مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعاً كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
“Hepiniz O’na dönün. O’ndan korkun. Namazı dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın. (O müşriklerden) ki onlar dinlerini darmadağınık etmişler. Bölük bölük olmuşlardır. (Bunlardan) her zümre kendi yanlarında olanla böbürlenmektedirler.” (Rum, 30/31-32)
Rasulullah (s.a.v)’ de, bırakınız kasıtlı olarak müslümanlar arasına ihtilaflar sokmak, tefrika ve fitne çıkarmak, hiçbir kasıt, kötü bir niyet olmaksızın yerli yersiz her konuda, Kur’an üzerinde, bilinmeyen konularda tartışmayı bile şiddetle menetmiştir.
Bu hususta şu hadis-i şerifi dikkatle okuyalım:
أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو قَالَ هَجَّرْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوْمًا – قَالَ – فَسَمِعَ أَصْوَاتَ رَجُلَيْنِ اخْتَلَفَا فِي آيَةٍ فَخَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُعْرَفُ فِي وَجْهِهِ الْغَضَبُ فَقَالَ ‏”‏ إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِاخْتِلاَفِهِمْ فِي الْكِتَابِ ‏”‏ ‏.‏
“Bir gün erkenden Rasulullah’a geldim. Rasulullah bir ayet hakkında ihtilaf ederek tartışan iki adamın seslerini işitti. Derhal yanlarına geldi. Yüz hatlarından çok öfkelendiği belli oluyordu. “Sizden öncekiler de, kitapta ihtilaf etmeleri sebebiyle helak oldular,” diye seslendi.” (Müslim, İlim, 1 /6947)
Müslümanlar Kardeştir: Kardeşlik binasının malzemesi de muhabbet, muavenet, merhamet ve itimattır. Bu unsurlar olmadan uhuvvet sarayı tesis edilemez.
Kin ve düşmanlık ise din kardeşliğini tahrip eden unsurlardır. En ufak meseleleri kin ve düşmanlık vesilesi edinen kişiler toplumun güveleri uhuvvet sarayının temeline konulan tahrip kalıplarıdır. Bu gibi kişilere sıfatları ne olursa olsun asla fırsat verilmemeli ve hele herhangi bir İslamî hizmet ve hareket adına öne çıkarılmamalıdırlar.
Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
عَنْ اَبِي هُرَيْرَةَ، اَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏”‏ تُفْتَحُ اَبْوَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ وَيَوْمَ الْخَمِيسِ فَيُغْفَرُ لِكُلِّ عَبْدٍ لاَ يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا اِلاَّ رَجُلاً كَانَتْ بَيْنَهُ وَبَيْنَ اَخِيهِ شَحْنَاءُ فَيُقَالُ اَنْظِرُوا هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا اَنْظِرُوا هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا اَنْظِرُوا هَذَيْنِ حَتَّى يَصْطَلِحَا ‏”‏ ‏
“Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır. Allah (c.c) (din) kardeşi ile arasında kin ve düşmanlık bulunan kimse hariç kendisine şirk koşmamış herkesi bağışlar. Sonra (üç defa) aralarında çekişmeyi giderip barışıncaya kadar her ikisini bekletin.” (Müslim, Birr, 11/6709)
**Tefrikaya Düşmemek İçin Dikkat Etmemiz Gereken Hususlar:**
**1- Aşırılıktan Sakınmak. Orta Yol İzlemek.**
Müslüman her türlü aşırılıktan uzak duran, orta bir yol izleyen kişidir.
Allah Teala aşırılığı yasaklamıştır. Rasulullah (s.a.v) aşırılığı yasaklamıştır. Onun hayatı her hususta tam bir itidal üzere geçmiştir. Bu hususta Allah Teala şöyle buyurur:
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı da gitmeyin. Çünkü O sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hûd, 11/112)
Rasulullah (s.a.v) de şöyle buyurmaktadır:
« يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِيَّاكُمْ وَالْغُلُوَّ فِى الدِّينِ فَإِنَّمَا أَهْلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمُ الْغُلُوُّ فِى الدِّينِ ».
“Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekiler dindeki aşırılıkları sebebiyle helak oldular.” (İbn-i Mace, Menasik, 3144)
Aşırılık sözde olur, amelde olur veya bazı meseleleri gereğinden fazla irdelemekle olur. Gereksiz yere çok soru sormakla olur. Her ne suretle olursa olsun aşırılığın her çeşidi menedilmiş, orta yol emredilmiştir. Yüce dinimiz, zorlaştırmamayı, nefret ettirmemeyi, kolaylaştırıp müjdelemeyi esas almıştır. Allah Teala:
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى
“Biz Kur’an’ı sana zahmet çekesin diye indirmedik.” (Taha, 20/2) buyurarak İslam’ın bir zahmet değil bir rahmet olduğuna işaret etmekte, Rasulullah (s.a.v) de:
يَسِّرُوا وَلا تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلا تُنَفِّرُوا
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” (Buhari; İlim,11) buyurarak, İslam’ı tebliğde ve yaşamada takip edilecek yolu göstermektedir. Her aşırılık ve taşkınlıkta, zorlayıcılık ve ürkütücülük vardır. Yersiz ve gereksiz soru sormak, meseleleri aşırı derecede irdelemek, gereksiz teferruatlara dalmak da yanlış ve bir nevi taşkınlık ve haddi aşmaktır. Buna işaretle Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَدَعُوهُ ‏”‏ ‏.
“Sizi, hakkında bir açıklama yapmayarak terk ettiğim şeylerde beni bırakın. (Onlar hakkında bana soru sormayın.) Sizden öncekiler çok soru sormaları ve peygamberlerine muhalefet etmelerinden dolayı helak oldular. Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiğince onu yerine getirin, Sizi bir şeyden de menettiğim zaman derhal onu terkedip ondan uzak durun..” (Müslim, Hac, 73/3321)
**2- İyilikte ve İttifak Edilen Hususlarda Yardımlaşmak.**
وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
İyilik ve takva sahibi olmada yardımlaşın, günah ve sınırı aşmada yardımlaşmayın! Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çok çetindir. (Maide, 5/2)
İslamî konularda, müslümanların ihtilaf ettikleri konular hem çok az ve hem de esasta değil tali meselelerdedir. O bakımdan müslümanların birbirleri ile çekişip, didişmesini gerektiren ciddi sebepler yok.
**3- İhtilaf Edilen Konularda Hoşgörülü Olmak.**
İnsanlar çok çeşitli kabiliyetlerde, özelliklerde yaratılmıştır. Aynı ana ve babadan doğan, aynı eğitimi alan, aynı ortamlarda yetişen kişiler arasında bile çeşitli düşünce farklılıkları, meselelere bakış açıları bulunmaktadır.
**4- Ölçüsüz Tartışmalardan Sakınmak.**
Elbette bazı konular tartışılacak, en doğruya, en güzele ulaşmak için fikir teatisinde bulunulacaktır. Ancak bunu yaparken, deliller ortaya koymak, doğrunun ortaya çıkmasını sağlamak yerine, körü körüne iddia etmek ille de kendi görüşünün kabul edilmesini zorlamak, kaba ve haşin davranmak asla caiz değildir.
Bu hususta Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
اُدْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“(Resulüm) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et. Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 16/125)
**5- Mezhep, Meşrep ve parti Taassuptan Sakınmak.**
Taassubun her çeşidi kınanmıştır. Çünkü taassub sağlıklı düşünmeyi, doğruya ulaşmayı, hoşgörüyü tahrip eder.
**6- Geçmişte Yaşanılan İhtilafları Gündeme Getirmemek.**
Geçmişte gerek ulema arasında ve gerekse çeşitli toplumlar arasında bir kısım ihtilaflar meydana gelmiştir. Bu ihtilaflardan bir kısmı zamanımıza kadar gelmişse de büyük bir kısmı unutulmuş ve kitaplar arasında kalmıştır. Bu konuları yeniden mesele etmek, ilmi araştırmalar adı altında yeniden gündeme taşımak ilim adına da, toplum adına da yararı olmayan, bilakis bir çok zarar doğuran çabalardır.
**7- Müslümanların Dertleri İle Meşgul Olmak.**
**8- Aşırı ve Fanatik Kişilere Fırsat Verilmemeli.**
İslâm ümmeti bugün; düşünsel, kültürel, sosyal bir değişim özleminin içerisine girmiş bulunmaktadır. Değişim, ümmet bilincinin, ümmet ruhunun, ümmet ahlâkının bütüncül anlamda hayata çıkışıyla tamamlanacaktır.
**_Not: Bu metin, kısmen İkra İslam Ansiklopedisinin “Tefrika” maddesi ile www.ilkadimdergisi.com/157/ olculer-zekisoyak.htm adresindeki makaleden de yaralanılarak hazırnalmıştır._**

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.