Toplumların varlığını sürdürebilmesi ve bireylerin sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesi için sosyal grupların doğru bir şekilde yönetilmesi ve bu gruplardan faydalanılması gerekir. Ancak, ülkemizde bu durum her gün siyasetin malzemesi haline gelmiş durumda. Sözde sosyal devlet anlayışıyla yönetilen, ancak pratikte sosyal olmayan bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız. Devletin sosyal yönü, liyakatli insan unsuruyla doldurulmadığı sürece, sosyal problemlerin çözümü mümkün olmayacaktır.
Devlet, vatandaşlarına hizmet edecek sağlam ve işlevsel kurumlar kurmazsa, insanlar doğal olarak sivil toplum kuruluşlarına, tarikatlara, cemaatlere, çağdaş düşünce derneklerine radikal unsurlar veya farklı sosyal oluşumlara yönelir. Herkes kendi düşünce seviyesine uygun bir yer arar ve buralardan hizmet almayı umar. Yıllardır içki ve uyuşturucu bağımlılığına, mafyaya bulaşmış gençler ve bazı insanlar kurtuluş ararken, onları o çukurdan çıkaracak devlet kurumları çalışmadığından dolayı, bu insanlar sivil toplum kuruluşlarına sığınıyor “örnek.” (Menzil cemat’ı) Bu kuruluşlar onlar için bir sosyal topluluğun ilk adımı ve nefes alma yeri haline geliyor.
Su kabın rengini alır misali, insanlar katıldıkları sosyal grupların ideolojileri ve fikirleriyle şekillenirler. Burada ne vatandaşın ne de tarikat, cemaat veya diğer sivil toplum kuruluşlarının kusuru vardır. Hükümetler çözüm üretemiyor, aksine her gelen hükümet bu grupları kullanıyor ve taşeron kurumlar olarak görüyor. Bu yapılar, vatandaşı korumak ve kullanmak için izin veriliyor.
Bu tür gruplar kapatılmamalı, ancak para toplamaları yasaklanmalı ve topladıkları paralar kayıt altına alınarak devlet tarafından kontrol edilmelidir. Aynı zamanda, bu gruplar doğru ve rasyonel bir şekilde desteklenerek, halka verdikleri hizmetin bedeli devlet tarafından ödenmelidir. Avrupa ve İskandinav ülkelerinde, kişi başına sosyal faaliyet üreten çeşitli hobi dernekleri mevcuttur ve bu dernekler reklamlarla üye aramaktadır.
Özetle, sorunu çözmeyen, çözmek istemeyen ve gizli totaliter bir rejimle yönetilen bir ülkede, kaotik sonuçlar ortaya çıkar. Bu nedenle, tarikatlar ve cemaatler yerine rejimi eleştirirsek, rejimi demokratikleştirir ve ülkemize hizmet eden bir yapıya dönüştürürüz. Batı’da da kiliseler çok zengindir ve eleştirilmektedirler. Bu kiliseler veya dindar kurumlar genellikle ateist veya inanmayanlar tarafından eleştirilmektedirler. Ancak, insanoğlu inanç üzerine yaratılmıştır ve bu inanç ihtiyacını yerine getirmek istemesi doğaldır. İnkar edenler bile aslında bir şeye inanıyor; inkar etmeye inanıyorlar. Eğer insanlar böyle olmasaydı, Allah peygamber göndermez, insanları başıboş bırakırdı. Şimdi peygamber yok, ancak inanç sistemleri tamamlanmış ve kıyamete kadar zengin arşivlerle inanmak isteyenlerin sorunu çözülmüştür.
Günümüzde sosyal medya ve bilişim teknolojisi, chatbox-chatrum ile insanları bir arada tutan ve yöneten bir araç haline gelmiştir. Tabi buralar özgürce fikirlern paylaṣıldığı alanlar bizlerde özgür iradelerimizle buna izin veriyor ve dahil oluyoruz. Ancak, sosyal medyanın köleleri değiliz. İnsanlar çiftleşmeye, gruplaşmaya ve devletleşmeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçlar karşılanmazsa sosyal ve kültürel bunalımlar yaşanır. Doğru yönetilen toplumlar, gelişmiş çiftler, gelişmiş toplumlar, gelişmiş milletler ve gelişmiş devletler meydana getirir. Olumlu eleştiriler toplumları geliştirir, olumsuz eleştiriler ise toplumları kutuplaştırır ve devletleri savaştırır.
Mevlana’nın dediği gibi:
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”
Kalın sağlıcakla.
7. 6. 2024
Helsinki
M. Abdurrahman Koyuncu