Tevazu Kahramanı Şair Nabi

Tevazu Kahramanı Şair Nabi

Büyüklerde büyüklüğün alameti tevazudur, mahviyettir. Küçüklerde küçüklüğün alameti ise tekebbürdür, yani gururdur, kibirdir.

Büyük olan küçük görünmeye çalışır, büyük olanın yüzü hep yerdedir. Aynı meyveli bir ağacın dallarını yere eğmesi gibi.

Gerçek büyükler, Allah dostları Allahın huzurunda tevazularını ifade ederken: kimisi kendini bir hiç, kimisi kapıkulu, kimisi yolların kaldırım taşı, kimisi Ashab-ı Kehf’in Kıtmiri; kimisi başakların samanı şeklinde kabul etmiştir.

Alvarlı Muhammed Lütfi Hazretleri:

”Herkes yahşi men yaman
Herkes buğday men saman .” derken

Mevlana ise:

“ Kul oldum, kul oldum, kul oldum!
Ben Sana hizmette iki büklüm oldum.
Kullar âzad olunca şad olur;
Ben Sana kul olduğumdan dolayı şad oldum” şeklinde ifade etmiştir.

Evet, tevazu abidesi peygamber âşıkları Allah karşısında tevazuu Hz Muhammed’den (s.a.v) öğreniyorlar. O ki varlığın sebebi-i vücudu olmasına rağmen kendi işini kendi yapar, hasırda yatar kimseyi hor görmez çocukla çocuk olurdu.

Bir köle gibi kuru yerde oturur, bir köle gibi yer içerdi..İnsanların kendisine hürmet etmesini asla kabul etmez ve sahabesinin kendisi için ayağa kalkmalarından rahatsız olurdu.Evet Allah Resulü (s.a.v) tevâzûu nisbetinde büyüyordu. O büyüktü, onun için de mütevâzi idi.

Bu durum karşısında insanlar ondaki zengin tevazua bakarak gerçek büyüklüğün ne demek olduğunu anlıyordu.

Şimdi şiirlerine, yazılarına ve sözlerine Allah Resulünü konu edinenler, tavır ve davranışlarında; konuşmalarında ona nasıl ters düşebilirler ki.
Elbette onların da onun gibi mütevazı olmak için yüzleri daima yerde olacak ve ”haki şev hak ta ruyende gul ”(toprak ol toprak ki gül bitiresin) diyecek ve öyle yaşayacaklardır. Demek ki gül bitirebilmenin yolu toprak gibi mütevazı olmaktan geçiyormuş.

Bu yüzden engin gönüllü, peygamber âşıkları meydana getirdikleri eserlerden gurura kapılıp, fahre düşmemek için kendi isimleri yerine tevazu kokan isimleri yeğlemişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir. :Ebu Turab ,(toprağın babası) Fuzuli (gereksiz, işe yaramaz,) Gubârî (tozlu), Hâkî (toprak), Sâilî (dilenci), Fakîrî,(fakir) gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bunların arasında öyle biri var ki peygamberin iltifatına dahi mazhar olmuş bir tevazu abidesidir.

Bu mütevazı şahsiyet Asıl adı Yusuf olan bir çok kimsenin malumu Urfalı Şair Nabi’dir.
Şair Nabi’nin bu mütevazılığin sırrı isminin anlamında bu ismi kullanmasındaki sırrı da şu beytinde gizlidir.

“Bende yok sabrı sükun sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere. “

Şimdi bu kelimenin manasından söz etmek gerekiyor. Bilindiği gibi şairimizin asıl adı Yusuf’tur. Nâbi, onun “hiçlik-yokluk” anlamına gelen mahlasıdır. “Na” ve “Bi” kelimeleri Arapça ve Farsça’da “yok” anlamına gelmektedir.

Nabi’nin ismiyle ilgili bu ayrıntı bize çok önemli bir hususu hatırlatıyor. Varlık kapısına ulaşmak ve lütufla muamele görmek için insanın önce “yokluk” elbisesini giymesi gerekiyor. Şair Nabi, kendine aldığı bu müstearıyla bize böyle bir ders de veriyor. Hayatı boyunca da istikametini değiştirmeyen mütevazı şair mana olarak ”Gönül ne rütbe, ne tac ne de taht ister. O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister”
Evet, ne “rütbe” ne “tac”… Allah’ın (cc) rızasına, Sevgilisinin (sav) şefaatine nail olabilmek… Gaye budur. Bunun yolu da “yumuşak kalp”, “sebat eden bir ayak” sahibi olmaktan geçiyor.
Nabi bu halinin kerameti olarak herkesin” keşke o ben olsaydım ”diyeceği bir harikuladeliği yine bir lütufla mübarek hac yolculuğunda yaşamaktadır.
Allah sevdiği kulunu dünyadakilere de sevdirir ki bu hac yolculuğuna yaşadığı dönemde bir paşanın lütfuna mazhar olarak katılmaktadır.
Mübarek, ,mütevazı, gözü gönlü hak rızasında olan şairimiz için bu yolculuk çok önem arz ediyordu zira Allahın sevgilisinin huzuruna varacaktı, eli boş gitmek olmazdı ona en güzel hediye: şefaat sebebi olan salâvat, tevbe istiğfar ve zikri ilahiydi.

Bu yüzden yolculuk sırasında Nabi sürekli dua ediyor salâvat ı şerife getiriyor ve bir yandan da heyecandan ağlıyordu. Kervan Medine’ye yaklaşınca mola verildi. Yolcular dinlenirken heyecanlı şair yerinde duramıyor oradan oraya dolaşıp duruyordu. Derken Paşa’nın birinin ayaklarını mescide doğru uzatmış yatar görünce dayanamaz ve dilinden;

” Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu”

sözleri dökülür. Paşa bu sözler üzerine kendine gelir ve” bunu senden başka bilen var mı” diye sorar.”Yok” der Nabi. Paşa mahcup, Nabi şaşkın kervana dönerler ve yolculuk devam eder.

Şüphesiz Nabi için Medine’ye gidip Hz. Peygamber’in kabr-i şeriflerini ziyaret, Mekke’de Kâbe-i Muazzama’da tavaf etmek çok heyecan verici bir olaydır. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu”

Nâbi ve hac kafilesinde bulunanlar, Mescid-i Nebi minarelerinden Türkçe okunan şiir için hayrette kalırlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Nâbi’nin o gece, yani birkaç saat önce yazdığı şiirdir.
Namaz bitip Mescid-i Nebi’de cemaat dağılırken, Nâbi, heyecan içinde müezzinlerin yanına varır. Türkçe naatın kimin olduğunu ve nerden öğrendiklerini sorar. Müezzinler, konunun kendileri için bir sır olduğunu düşünerek önce cevap vermek istemezler.

Fakat Nâbi, ısrar eder, bu Türkçe naatı o gece kendisinin yazdığını belirtir.
Bu kez de müezzinler heyecanlanır. “Senin ismin Nâbi mi?” diye sorarlar şaire…

”Evet” cevabını alınca ellerine kapanırlar. Nabi de müezzinlerin boyunlarına sarılır tek tek.
Müzzinler, : “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize, ‘Ümmetimden Nâbi isimli bir şair, beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu natı, bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”der.
Bu ifadeler karşısında Paşa’nın utancını ve Nabi’nin sevincini anlatmaya gerek yok galiba. Paşa utancını nasıl ifade etti bilemeyiz ama Nabi bu sözler karşısında; ”demek bana ümmetim dedi, demek iki cihan serverı beni ümmet olmaya layık gördü ”der ve kendinden geçer.
Evet, bu hadise karşısında bize de hayret düşüyor. Nabi’ nin bütün bu iltifatlara mazhar olmasının tek açıklaması olabilir o da Hz. Peygambere duyulan aşk ve o aşkın lütufla mukabele görmesidir.
Bizim için önemli olan da bu aşkı ve lutfu anlayabilmektir

Mücella Sönmez( mucella.sonmez2@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.