SUSMA DİNİMİZİ SİYASET UĞRUNA KULLANANLARA KARŞI

SUSMA DİNİMİZİ SİYASET UĞRUNA KULLANANLARA KARŞI

“Susma susarsan sıra sana da gelecek.” sözünün tarihin dehlizlerinde örneği çoktur. Yok olan milletler ile (Ki susarak celladına aşık olanlarla doludur.) , hepimizin geleceği olan nesiller, yapılan bu haksız, hukuksuz, adaletsiz cadı avı ile karartılan hayatlar, yok edilen canlar, susturulan beyinler, ademe mahkum edilen fikirler ve tarumar edilen cevherler yapılanların bedelini çok ağır ödediler ve dahi ödeyecekler.
Burjuva kesimi olanlar iktidarda kalsın diye bir devleti, bir milleti feda ederseniz eğer gelecek sizin degil, uğruna bir milleti feda ettiğiniz azınlığındır! Ülkenin bütün kaynaklarını onların varlığı için kullanırsınız tıpkı Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da küçük bir grup azınlık dışında,modern köle olarak yaşamlarını südürenler gibi. Ülkemizin de evrildiği mecra burasıdır hiç şüpheniz olmasın! Ülkede baskı rejimi hakim olunca; siyahı beyaz, beyazı siyah gösterirler. Venezuela, İran, Kuzey Kore, Rusya, Çin ve bunlar gibi olan ülkelerde olduğu gibi.
Kendimizi bildiğimizden bu yana ülkemizin genelinde hakim olan bir düşünce var; her kötülüğün anası dış güçler! Ben de “Hadi oradan!” diyorum. Sen de çalış; dış güçleri engelle! Barış içinde çalış ve yüksel!
Dış güçler- iç güçler söylemi bir yalan ve aldatmacadan ibarettir. Neden mi? Baktığımızda en zayıf devletler bile adaletle yönettiklerinde ülkelerine hakimdirler. Çünkü devlet senin, ordu senin, polis güçleri, istihbarat senin, memurun maaşını sen veriyorsun… Peki sen hangi güçten bahsediyorsun?

Ülkemizde şu anki iktıdar demokrasinin nimetleri ile iktidara geldi. Yani şu an tam olarak İÇERİDE! Öyle ki devletin en büyük gücünü tepe tepe kullanıyor. Demek ki iç güçler söylemi yalanmış. Her devletin dış güçleri vardır ve olacaktır da. Sen o dış güçler dediklerinle barış içinde yaşarsan, ticaret yaparsan, kavga etmezsen durduk yere kimse sana saldıramaz. Peki 21.yüzyılda ortadoğudaki savaş, kavga nedir? Bu kavga, diktatör yönetimlerin, hakimiyetlerini kaybetmeme uğruna muhalefete hayat hakkı tanımama kavgasıdır.
İran’da mollaların tahtı, Suriye’de Esad’ın tahtı, Yemen’de suudilerin taht kavgası… Irak’ta Saddam gitti, kavga bitti; ülke de bitti.
Saddam gitmeden “Ben bırakıyorum, ombudsman olayım. Ülkemin eşit yönetimine katkı sağlayayım.” deseydi hem kendi kurtulurdu hem ülke bu tür idarecilere kalmazdı.
Ne yazıkki bunlar gibi idareciler devletin imkanlarını, menfaatlerini ve ihalelerini kendi eş, dost, akraba, partili ile paylaşıp zamanla milyar dolarları bulan servetleri ile ülkelerinin önünde ülke için güvenlik tehdidi haline gelirler.
Nasıl mı derseniz?
Örneğin bu lider kadrolar ve çevreleri mal varlıklarının büyük kısmını yurtdışına çıkarmak zorunda kalıyorlar. Ticarete bulaşıyorlar. Bu defa dış güç dediğiniz devletler malvarlıklarını çok kolay tespit edebiliyorlar ve onları tehdit etmeye başlıyorlar. Haklılar da! Çünkü o mallar gayrimeşru elde ediliyor. Halkın malını çalıyorlar. Dış güç denilen rakipler de onları masada kontrol altına kolaylıkla alıyor. Yani hırsızlar! Bunu halka söylediklerinde tacınızı tahtınızı başınıza yıkarlar. Bunu engellemek kaydıyla; kendi elinizle ülkenizi dış güç dediğiniz devletlerin boyunduruklarının altına sokuyorsunuz. Demek ki ne iç güç var ne de dış güç! Asıl sorun mala, mülke, makama tamah eden politikacılar! Ülkenin bekası için en tehlikeli kişiler, güruhlar bunlardır. Goriller de bunlardır, süfyanlar da bunlardır. Yetimin, yoksulun, işçinin, emeklinin, engellinin hakkını da yiyen bunlardır.
Ülkelerinin geleceğini, nesillerin geleceğini kendi aile, makam ve malları uğruna satarlar ne yazık ki! Cezayir, Libya, Irak, Tunus, Mısır, Suriye, İran…Örnekleri önümüzde çokça var.
Peki bunlar batıda neden olmuyor dersiniz?
Bunlar her devlette olabilir. Çünkü insanoğlu aç gözlüdür, dünya malına tapar. Bu aç gözlülük nerede olurlarsa olsun nükseder. Şu an ABD’de nüksettiği gibi; liderlerinden şüphelendikleri için parlamento oyları ile azletmeye çalışıyorlar.
Dünyanın süper gücü ABD’de seçimle gelen liderler maksimum iki defa seçilirler. Sekiz yıl iktidar olurlar ve sonrasında muhakkak iktidar muhalefete geçer. Bu sekiz yılda muhalefet; iktidarın yanlışlarını didik didik eder. Sonra kendisi iktidar olunca o yanlışları yapmama zeminini kendisi hazırlamıştır zaten. Yanlış yaparsa ensesinde muhalefetin kılıcını her an hisseder durumdadır.
AB ülkelerinde de iki dönemden fazla seçilen iktidar yok. Çoğunluğu koalisyonla yönetiyorlar. Millet vekilleri, bakanları kanun karşısında halk ile eşittirler. Hiç bir imtiyazları yoktur. Yani halktan bir birey gibidirler. Akşam mesaiden sonra halkın arasındadırlar. Ya özel araçlarını ya bisikletlerini ya da toplu taşıma araçlarını kullanırlar. Bazı Avrupa ülkelerinde örneğin Finlandiya’da sistem o kadar doğru işliyor ki; üç ay hükümet kurulmadığında halkın bundan haberi olmuyor. Sadece görev değişiminde bir devir-teslim yapılıyor. Irkçı partilere de zaman zaman iktidara ortak olma olanaklarını tanıyorlar. Koalisyonda yer aldıktan sonra önlerine anayasayı koyuyorlar. “Buyurun yönetin, yönetim sizde!” dediklerinde; muhalefette iken söyledikleri popülist-ırkçı söylemler ile devlet yönetilemeyeceğini görüp, sesleri solukları kesiliyor. En az bir yirmi yıl kadar bir daha iktidar yüzü görmüyorlar. Tıpkı ülkemizde 1997 yılında MHP’nin iktidar ortağı yapılması gibi. Çok isabetli bir ortaklıktı. Ardından AKP iktidara geldi. Hayırlı olmuştu aslında ama gel gör ki AKP de eski geleneğe döndü ve faşistleşti. MHP de 1997’de, halktan yediği dayaktan dolayı şu anda iktidara fiilen ortak olmasına rağmen sanki dışarıdaymış gibi davranıyor. AKP de bunu yutuyor mu işine mi geliyor bilinmez!
Demokrasi yönetimine dönersek; CHP de bir ittifakla seçime resmen gitse, HDP’yi kürt kökenli vatandaşları temsilen bir defalığına da olsa iktidara ortak edip anayasayı önlerine koysalar; “Buyur kardeşim! Anayasaya göre demokrasi ölçütleri içinde yönetime ortaksınız.” denilse ne olur? Kıyamet mi kopar? Tam tersi! Uyum sağlarlarsa ülke için çok büyük bir kazanım olur. Kavga kendiliğinden biter. Dağdakiler de kendiliğinden dağılır. Çünkü altlarındaki bilinçle oluşturulmuş zemin kayar, gerçeklerle yüzyüze gelmiş olurlar.

Bizim halkımızı dış güçler-iç güçler tehlikesi diye yüz yıldır kandıranlar politikacılarımızdan başkası degildir! Ne yazık ki gerçek budur! Demokrasilerde halkların bilinçli kesimi ne kadar milliyetçi de olsalar, politikacılar tarafından aldatıldıklarını görünce o akımdan vazgeçiyorlar. Liberal demokrasiden başka çare olmadığını onlar da yaşayarak görmüş oluyorlar.

Şahsen ben otuz beş yıldır ülkemin gündemini izliyorum. Bu gelişmiş demokrasilerin hiç bir örneğini görmedim ve benden öncekiler de maalesef göremediler. Bu söylemlerle yola çıkanlar da ilk iktidarlıklarında sıkı bir demokrasi havarisi kesildiler, ikinci iktidarlarında kazandılar, üçüncüsünde de birden demokrasiden vazgeçip faşistliğe sarıldılar. Bu hep böyle oldu maalesef! İlk dört yılda demokrasi söylemleri ile kazandıklarını heba ederek, çöpe atarak hızlı bir şekilde ülkeyi tekrar eski haline döndürürler. Tabi demokrasi tıpkı akar suya benzer. Ondan yararlanmasını bildiğiniz zaman hayat bulursunuz,neşv ü nema olursunuz; kurumuş arazileriniz yeşerir, bağlarınız bostanlarınız oluşur. Çölleriniz ormanlara dönüşür, verimsiz arazileriniz münbit hale gelir. Ticaretiniz gelişir, üniversite fakültelerinizde yeni alanlar açılır, turizminiz gelişir…Ama siz demokrasiyi; amaç degil araç olarak kullanırsanız, halkın arzu ve istekleri için degil, mutlu bir azınlığın arzu ve isteklerini yerine getirmek için kullanırsanız; tıpkı barajı yapar, suyu orada biriktirip sonunda bu suyun gücü ile rakiplerinizi ve düşmanlarınızı tehdit etme amaçlı kullanmaya başlarsanız o demokrasi barajı sizin bu tehditlerinize fazla dayanamaz. Demokrasi ilhamı olan o hayat suyunu, o barajda hapsedemezsiz dedik ya! Demokrasi su gibidir ve sonunda baraj patlar. Patladığında da önüne geleni süpürüp, tarih deresine sürükler. Onu kullanacak yeni sahiplerin gelmesini bekler. Demokrasi bir yönetim sistemidir,din degildir! Bundan dolayı her dinden, her ırktan,milletten olanlar, gelişmiş-gelişmemiş ülke halkları hatta dünyaya gelmiş her bir canlı dahi bu yüzyılda demokrasiye muhtaçtır hem de fakirlikten, yoksulluktan, kölelikten kurtulmak için acilen ihtiyaçları vardır. Demokrasi adil bir sistemin adıdır. Bunu kim doğru olarak kullanırsa tekamül etmemesi imkansızdır. Allahın adalet sistemi ile çelişmemektedir. Kendi kanaatimce şu ayetle de netleşmiş oluyor. Çalışanlar ve çalıştıranlara bakınca da beşeri hayatı Allah bize ne güzel tarif ediyor! “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Halbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer kısmını çalıştırması için, kimini kimine üstün kılan Biziz. Senin Rabbinin rahmeti ise, onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”(Zuhruf, 43/32).
Bir kesimin de demokrasinin eşitliğe aykırı olduğuna dair söylemleri vardı. Bunlar hem siyasal islamcılar hem de koministlerdi. 1950/60/70/80’li yıllara kadar demokrasiyi de emparyalistlerin oyunu diye nitelendirirlerdi. Bu söylemler temelsizdi. Çünkü onların hüküm sürdükleri ülkelerde yoksulluk adaletsizlik zirve yaptı. Hem siyasal islamcıların hem komünistlerin ülkeleri bir bir yıkıldı, yıkılıyor. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde de refah, özgürlük, gelişmişlik yükseldi. Eşit yaşama standardını yakaladılar; zengin ve fakir arasındaki yaşam farkını kapattılar. Komünizm savunucularının, siyasal islamcılarının temelsiz fikirleri çöktü. Kanaatimce demokrasi islam dinine de ters bir yönetim biçimi olmasa gerek! Uygulamalarına baktığımız zaman maddi olarak islamın adalet, eşitlik, ilkesine tamı tamına uyum sağlamaktadır. Tabi bu konular teologların, alimlerin, kelamcıların, siyer ve fıkıh erbablarının alanıdır. Ancak acizane, Kuran’ı Kerim’i çıplak olarak mealden okuduğumuz kadarı ile; dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. “Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara, 2/256)
“Dinde zorlama yoktur.” buyurmuştur. Bu delil gereğince zorlama, ehliyetin engellerindendir. İslâm yurdunda zorlama yasaklanmıştır. Hatta hiçbir kimseye İslâm dinine girmek için bile zor kullanılamaz, herkes dininde serbest ve seçme hakkına sahiptir. İslâm hükümleri altında müşrik, kitap ehli, (Yahudi, Hristiyan), hepsi, din hürriyetleriyle yaşayabilirler. Mesela bir müşrik, dilerse Yahudi veya Hristiyan olabilir; hiçbirine Müslüman ol, diye zor kullanılmaz, ahdinde durmak ve vergisini vermek şartıyla dininde bırakılır. Bu konuyu anlamak için Fatih’in İstanbul Fethi’nden, vefatına kadar olan dönemi incelersek tam bir demokrasi örneğini görmüş olacağız. Şimdiki demokrasilerde de bir ülkenin seni kabul etmesi için senin o ülkede çalışıp, o ülkedeki insanların ödediği yaşamsal vergiye ortak olarak, şartlarına uyman gerekir. Ancak bu şekilde senin ikamet hakkını veriyorlar. Yani bir nevi Allah’ın (c.c.) ayette buyurduğu cizye; bu ülkelerde sigorta vergisi adı altında toplanmış oluyor.
Dinde zorlama yok! Bir diğer ayette de daha sarih açıklıyor Rabbimiz bize:
“Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Öyle ise sen, iman etmeleri için insanları zorluyor musun?” (Yunus, 10/99)
Evet Şu halde dine girmesi için kimseye zorlama yapılmamalıdır. Çünkü zorlanan kimsenin açığa vuracağı iman, Allah yanında gerçek iman olmaz. Zorlama ile gerçek bir dindar kazanılmaz. Takiyye müslümanlığı meydana gelir. İran ve suudi arabistan gibi ülkeler örnek verilebilir.
Başa dönersek Ömer Hayyam’ın dediği gibi “celladına aşık olmuş yığınlar susuyorlar!” Susma kardeşim! Susarsan sıra sana da gelecek, hiç şüphen olmasın! Bugün sana dokunmamış olabilirler. Yarın ülke herşeyini kaybettiğinde,herkes konuşacak ve o zaman rüzgarın ateşi önüne kattığı gibi bu suskunluk ateşi de herkesi yakacak! Kimsenin gücü yetmeyecek! Kurtuluş islamda,islamca yaşayıp, demokrasi ölçüleri içinde adaletle hükmetmededir! Bütün dünyanın buna ihtiyacı var. Gelin bir olalım, birlikte yürüyelim. Yunus’un dediği gibi,
“Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım. Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
Dini siyasallaştıranlara aldanmayalım! Din işleri ayrı, dünya işleri ayrı! Allah ayırmış, biz neden Allah’a iftira ederek, siyaset uğruna dini kullanalım? Hep birlikte hayır diyelim dini siyaset uğruna kullananlara! “HAYIR”
Selam ve sevgi ile kalın sağlıcakla..

Abdurrahman koyuncu( abdurrahmankoyuncu@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.