Şu gökyüzünde dönüp duran dünya, kendi için yaratılmış değildir yani varlık sebebi kendine bağlanmamıştır. Zaten dünyanın kendi kendine bu şekli alması da imkânsızdır. Dünya, yaratılanların, bölük bölük gelip kondukları, sonra da ötelerin ötesine göç etmek için boşalttıkları, hikmetle kurulmuş bir han ve misafirhanedir. Gelen gider, giden gelmez ve defalarca şahit olduğumuz gelip gitmeler, hiç birimize ibret vermez.
Şu dünya hanının içinde oturanlar ise misafirlerdir ve burada geçici olarak bulunmaktadırlar. Sonsuz ikram ve şefkatiyle, misafirlerini yedirip içirerek en güzel şekilde ağırlayan Han Sahibi; onları, Yaver-i Ekrem’i vasıtasıyla, devamlı kalacakları, her türlü tehlikeden, korkudan, kötülükten, hastalıktan, beladan, musibetten, dertten uzak Selamet Yurdu’na davet etmektedir.
Ayrıca şu dünya misafirhanesindeki göz ve gönül alıcı güzellikler, nimetler, mallar, mülkler, köşkler, evler, arabalar, elbiseler, gezmeler, dolaşmalar, yemeler, içmeler vs. yalnızca vakit geçirmek için verilmemiştir. Çünkü dünya nimetleri, belirli zaman tatlılık, lezzet ve keyif verse de ayrılığı ile çok zaman elem/acı verir. Bir mıknatıs gibi, şu hanın misafirlerini kendine çeker, iştahlarını açar, insanı insana düşman eder, kavgaya tutuşturur, dalaştırır, öldürtür ama hiç kimseyi doyurmaz. Çünkü ya nimetlerin ömrü az, ya bizim ömrümüz kısa, ya onlara yetişememişiz ya da onlardan bir parça pay elde edememişiz. Demek ki; kıymeti yüksek, sanat incelikleri gayet mükemmel ve ömrü kısa olan dünya güzellikleri, süsleri ve nimetleri; ibret içindir, ders almak içindir, şükür içindir, nimetlerin devamı içindir, çok yüce amaçlar içindir. Evet, o dünya nimetleri; sonsuz merhamet sahibi, her mahlûkuna münasip rızık veren ve çok şefkat eden, en küçük bir mahlûkunun bile ihtiyacını hisseden Allah’ın, çok sevdiği kullarına hazırladığı cennet nimetlerinin numuneleridirler yani küçük birer örneğidirler ve her yönüyle ahrete müteveccihtirler(yöneliktirler).
Gayet açık ve net bir şekilde anlaşılır ki, bin bir sanatı içinde barındırarak yaratılan dünyadaki varlıklar, yok olacaklar ama yokluk için yaratılmamışlar. Bir parça görünüp yok olmak için var olmamışlar…
Mesela, bir çiçeği ele alalım. Kısa bir zamanda dünya yüzüne çıkar, etrafa bakar, gülümser ve vazifesi bittikten sonra yok olup gider ama sadece kendisi gider. Fakat her tohumunda aslının birer örneğini bırakır gider. Bu yönüyle yokluğa değil sonsuzluğa yani ahirete dönük yaşar…
En basit hayat mertebesinde yaşayan bir çiçek, böylesine ahirete dönük yaşarsa; en yüksek hayat tabakasında yaşayan ve sonsuz hayat sahibi ruha malik olan insan, nasıl ahirete müteveccih(dönük) yaşamaz, ebediyet ile alâkadar olamaz? Çiçekli veya meyveli kocaman bitkilerin, bir parça ruha benzeyen her birinin, şekillenmesi/vücuda gelmesi, görünüşünün sureti, tam bir düzen ve mükemmellikle, sıkıntılı değişimler içinde sonsuzlaştırılır ve korunur da; çok daha mükemmel özellikte yaratılışlı, vücut ve akıl sahibi, doğrudan Allah’ın emriyle varlık bulan insan/insan ruhu, nasıl sonsuzluk ile bağlantılı/alâkalı olmaz? Bu hiç mümkün müdür?
“İnsan başıboş yaratıldığını mı zannediyor?” hükmünce kul; ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Bütün yaptıkları yazılır, işlerinin neticeleri hesaba tutulsun diye kayıt altına alınır. İşte bunlar, insanın, sonsuzluğa dönük yaşaması sebebiyle yapılır.
Bahar, yaz ve güz mevsimlerini süsleyen güzel, sanatlı, müzeyyen bitkiler ile lezzetli meyvelerin, belirli bir görevi ifa ettikten sonra yok olmaları, ebedî bir yok olma değil; gelecek bitki ve meyvelere yer boşaltmak; görevli yeni varlıkların gelmesine yer hazırlamak içindir. Hem de akıl sahiplerine, vazifesini unutturan vurdumduymazlıktan; şükrünü unutturan sarhoşluktan İlahî bir uyarıdır.
Evet, rahmetin rızık hazinelerinden olan ağaçların uçlarında ve dallarının başlarındaki meyveler, çiçekler, yapraklar; ihtiyarlayıp görevlerinin bitmesiyle gitmelidirler ki, arkalarından akıp gelenlere kapı kapanmasın. Yoksa rahmetin bolluğuna, genişliğine, sonsuzluğuna ve sonradan gelen kardeşlerin hizmetine set çekilmiş olur. Ayrıca kendileri, gençliklerinin bitimiyle, hor ve hakir, hem de perişan olurlar.
İşte bahar, mahşeri andıran meyveli; her asırdaki insan âlemi, ibretlik; yeryüzü, şaşırtıcı mahlûkların toplanarak Yaratıcı gücün gösterildiği; dünya da meyveleri ahret pazarına gönderilen hayret verici birer ağaçtır.
Bu devr-i dâimî ile anlaşılır ki, şu geçici âlemin Yaratıcısının başka bir ebedî âlemi var, kullarını oraya sevk ve teşvik eder.
Hem o Yaratıcı, bir dakikası dünya ömrüne bedel bu âlemde, has kullarına öyle ikramlar edecek ki; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne akıl idrak etmiş, ne de insan kalbinin hatırına gelmiş.