Hayatın gün boyu bizi kirleten nesi varsa ondan arınmak için başlardı sohbet, bir bardak sıcak çayla… Yüzler süzülmüş, başlar hep önde. Çay kaşığının sesinden ürkerek küçük oturuşların derinliğinde ortak bir ruha yönelirdik. Hep zirve tablolar, hep bizi içten örseleyen hadiseler… İnsanın kendi içine yolculuğu işte bu mukayeselerde başlardı. Bir yandan yaşamımız, bir yandan onların hayatları.
Hazreti Eyüp’ün sabrı, Hz. Yunus’un imtihanı, peygamberimizin (sav) mücadelesi… ve bu manzarada nokta kadar bile olamayan bizler. Bu kadar parlak bir aynaya ne kadar muhtaç olduğumuzu da usul usul kafa sallayışlarımızla tasdik ederdik. Bu imtihanın kimlerle temsil edildiğinin altında bizi ezilmekten kurtaran, çalacak başka kapının olmayışı gerçeğiydi şüphesiz.
Dışarıda müzik sesleri, korna sesleri, bağrışmalar… İçinde bulunduğumuz dar mekânda kendimizin ötesinde, hayalimizin almayacağı genişlikler… Büyük insanların mağaralara, izbelere çekilmesinin sırrı bu olsa gerek.
Buraya gelenler yavaş yavaş dünyalık kaygılarından sıyrılır. Uhrevî bir halete bürünürler. Dünyanın sabahtan akşama kadar pompaladığı karamsarlığa, yalnızlığa, huzursuzluğa inat her an yeni bir ümit ışığının gözlerimizdeki kamaşmayı artırdığına şahit oluruz.
Herkesin farklı yaşanmışlıkları aynı potada erir ve tek vücut olunur burada.
“Ulu mabet! Seni ancak bu sabah anlıyorum
Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.”
Yahya KEMAL
…
Biliriz ki buradan dışarı bir adım attığımızda içerdeki halet-i ruhiyeden uzaklaşacağız. Sisli lambaların altından her geçişimizde geride asûde bir bahar bırakmanın ıstırabını çekeceğiz. İçimiz ile dışımızın farklılığı bizi yine ve sürekli sıkacak. Hayatın bu yüzü, yüzümüze her çarptıkça sanki güzel bir rüyadan uyanmanın pişmanlığını duyacağız.
Bunu “Hanzele münafık oldu.” diye peygamberimize koşan sahabeden işittiğimizde, yalnız olmadığımızı görüp dudaklarımızda acı bir tebessümle yürümeye devam edeceğiz.
Güzel görmenin, iyiyi tefrik etmenin, çirkinliklerle kötülüklerle dolu bir hayatı yaşamaktan geçtiğini görüp, bunun hikmetini anlayınca vicdan azabının bizi ümitsizliğe düşürmesinin önüne koca bir duvar öreceğiz.
Dünya, yaşanacak bir yer değil ancak kahrı -kerhen de olsa- çekilecek bir yerdir. Bu hakikati bir ada misali sığındığımız, çay sıcağında yakaladığımız o dar sohbet ortamlarında görüp tekrar koşacağız sığınaklarımıza…