**Siz değerli okuyucularımızla birlikte bir nebze olsun Sevginin sımsıcak iklimini yaşayalım ve mana güzelliklerini anlayalım dedik.
Biraz uzunca oldu amma, sevgiyi kısaca anlatmak mümkün değil ki! Buyurun sabırla okuyalım. Eminim sonunda iyiki okudum diyeceksiniz. **
**A-Tanım**
Sevgi, “ ilgi göstermeye yönelten duygu” anlamına gelir. İlk müslüman filozof el- Kindî; sevginin insan ruhunda oluşturduğu “çekme ve birleştirme” gücüdür der. İslami literatürde; “muhabbet-hub”(hubb) ile “meveddet- vüd” (vedüd) kelimeleri yaygın biçimde “sevgi” anlamında kullanılmaktadır. Allah, el-Vedud olandır. Vedûd ismi, fe’ûl veznindendir. Bu veznin özelliği, hem fail hem mef’ul, hem etken hem edilgen olmasıdır. Bu yüzden Vedud ismi, hem “En çok seven”, hem de “En çok sevilen” anlamına gelir. Bir başka ifadeyle, hem “sonsuzca seven”, hem de “sevilmeyi isteyen” anlamına gelir. Sevgi, bir de “hub” kelimesi ile de ifade edilir.
Hub, “tohum, çekirdek, öz” manasına gelir. “Hububat” buradan gelir. Sevgiye “muhabbet” denmesinin hikmeti şudur.
Sevgi, mahlûkat ağacının tohumudur. Mahlûkat ağacının en soylu meyvesi olan insan da, sevgi tohumunu kendi içinde taşıyan meyvesidir. Sevginin tohumunu nesilden nesile taşıyan delmektir.
Aşk; Arapçada,“sarmaşık”, manasına gelir. “sarmaşık gibi sevdiğine sarılan ve onu esir alan” anlamına gelir. Sevginin coşkulu şekli ve beşeri sevgi, aşk kelimesiyle ifade edilmektedir.
**B-Sevgi’nin kaynağı**
“Sevgi ışık gibidir, sevgisizlik karanlık. Karanlığın kaynağı olmaz. Karanlık ışığın yokluğu halidir. Fakat ışığın bir kaynağı olmak zorundadır. Kaynaksız ışık olmayacağı gibi, kaynaksız sevgi de olmaz. Sevginin kaynağı Allah’tır. Sevgi ırmağı Allah’tan çağlar.” ( M.İslamoğlu, “sevgiye dair”)
**Sevgi duygusunu kullarının fıtratına yerleştiren Cenâb-ı Hak’tır. **
Allah, bütün sevgilerin kaynağı, varlık sebebidir, sevgisi sonsuz olandır. Çünkü O, Vedûd’dur. Hem seven hem sevilendir. Vedûd isminin ifade ettiği sevgi, lütüfkâr ve merhamet dolu bir sevgidir. Bu sonsuz sevgi sayesinde O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ile kullarının da kendisini tanımasına, sevmesine yardımcı olur ve bu sevgi ile kullarını bağışlar. Zira Allah, “Çok mağfiret eden, pek sevendir.” (Bürûc, 85/14)
**Dolayısıyla canlı cansız varlıklarıyla tüm evren, Allah’ın sevgi ve merhameti ile ayakta durur.**
**C-Kur’anda sevgi**
Kur’ân-ı Kerîm’de “muhabbet” bir âyette (Tâhâ 20/39), “hub” ise dokuz âyette geçmekte, yetmiş iki yerde aynı kökten isim ve fiiller yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥbb” md.). “Vedüd” Rahim ve Gafûr isimleri ile birlikte iki yerde geçer. (Hûd 11/90; el-Burûc 85/14)
Bu âyetlerde sevginin hem Allah’a hem insana nisbet edildiği görülür. “Allah onları, onlar da Allah’ı severler” (el-Mâide 5/54) ifadesi Allah’la kullar arasındaki karşılıklı sevgiyi vurgulamaktadır.
**1-Sevginin Allah’a nipet edildiği ayetler**
Allah, güzellik sergileyen, Allah’ı görür gibi O’na kulluk yapanları (Bakara,2/ 195) ;), tevbe edenleri ve temizlenenleri: (Bakara,2/ 222) , Rasûlullah’a tâbi olup uyanları: ( Âl-i İmrân,3/ 31) , takvâ sahibi muttakîleri, (Â -i İmrân,3/ 76), sabredenleri: (Al-i İmrân,3/ 146), adil olanları: (Mâide,5/ 42), (Hucurât,49/ 9)… sever.
Yine Allah , aşırı gidenleri: (Bakara, 2/190) , fesâdı/bozgunculuğu: (Bakara,2/ 205), fâsidleri/bozguncuları: (Mâide, 5/64), günahlarda ısrar eden nankörleri, fâizle uğraşanları: (Bakara, 2/276) , kâfirleri, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmeyenleri: ( Âl-i İmrân, 3/32), zâlimleri: ( Âl-i İmrân, 3/57, 140), şımarıkları: (Kasas, 28 /76), kendini beğenip böbürlenen kimseleri: (Nisâ, 4/36), (Lokman, 31/18 ), hâin günahkârları: (Nisâ, 4/107), isrâf edenleri: (En’âm, 6/141, A’râf, 7/31)…sevmez.
**2-Sevginin insana nisbet edildiği âyetler**
Sevginin insana nisbet edildiği âyetlerde; Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, müminler arasındaki sevgi, insanların birbirini sevmesi gibi sevgi türlerinden övgüyle söz edilmekte, buna karşılık insanın dünyaya, mala mülke, geçici hazlara aşırı düşkünlüğü, hak etmediği halde övülmeyi ve çirkin olan şeyleri ifşa etmeyi ölçüsüz sevmesi eleştirilmektedir.
**Bu konu aşağıda “Sevgilerimiz” bölümünde daha geniş ele alınacaktır.**
**D-Hadislerde sevgi**
Muhabbet konusu hem Allah’a hem insanlara nisbet edilerek hadislerde de geniş bir şekilde yer almıştır (Wensinck, el-Muʿcem, “ḥbb”, “vdd” md.leri).
Bu hadislerde iyilik severlik, hoşgörü, yumuşak huyluluk, kolaylaştırıcı olma, kusurları örtme, hayâ, iffet, zâhidlik, takvâ ve güzel davranma Allah’ın sevdiği meziyetler arasında zikredilir. İnsanların birbirini sevmelerini isteyen çok sayıda hadis bulunmakta olup bu sevginin sırf Allah rızası için olması gerektiği belirtilmektedir.
Zira, “Amellerin en üstünü Allah için sevmektir” (Nesâî, “Sünnet”, 2);
“Sevdiğini Allah için sevmek, yerdiğini de Allah için yermek imandandır” (Buhârî, “Îmân”, 1). Bir kutsî hadiste, “Benim için birbirini sevenlere, benim için bir araya gelenlere muhabbetim vâcip olmuştur” buyurulmaktadır (el-Muvaṭṭaʾ, “Şiʿr”, 12; Müsned, IV, 386; V, 229, 233).
Diğer bir hadiste, Allah için birbirini seven ve bu sevgiyle buluşup bu sevgiyle ayrılanlar, mahşer gününde Allah’ın özel konukları olarak ağırlanacak yedi zümre içinde gösterilmiştir (Buhârî, “Eẕân”, 36; Müslim, “Zekât”, 91; Tirmizî, “Zühd”, 53).
“Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş sayılmaz” meâlindeki hadis bütün kaynaklarda geçmekte (meselâ bk. Müsned, I, 89; Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim “Îmân”, 71, 72) ve ahlâkın temel ilkelerinden biri kabul edilmektedir.
“_İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız_” meâlindeki hadis de (Müslim, “Îmân”, 94, Ebû Dâvûd, “Edeb”, 13) İslâm kardeşliğinin temelinde sevginin önemini dile getirmektedir.
**E-Sevgilerimiz
1-Allah sevgisi **
Cenâb-ı Hakk’ın varlıklara duyduğu bu sonsuz sevgi ve şefkatin bilincinde olan bir Müslüman’ın yüreğinde en çok yer verdiği sevgi Allah sevgisidir. Bu sevginin üstünde hiçbir sevgiye yer vermez. Diğer bütün sevgiler, Allah’ı sevmenin,O’na boyun eğmenin bir gereğidir.
İnsanın Yaratanı’na duyduğu bu içten sevgi ve bağlılık, yalnız O’na imanı gerektirir ve iman O’na olan eşsiz muhabbeti ifade eder. İmanlı olmak,insanın gönlünde büyüttüğü bütün sahte sevgileri yıkarak yalnız Allah’a teslim olmasıdır. Zira iman eden kimseler her şeyden çok O’nu severler. (Bakara, 2/165.)
İslâm ordusu Bedir Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkmıştı. Hz. Ebû Bekir, müşrik esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasından yanaydı. Bu teklif Resûlullah’a da uygun gelmişti. Kararı duyan Mekkeliler esirlerini kurtarmak için fidye göndermeye başlamışlardı bile. Gönderilen fidyelerin arasındaki bir gerdanlık Resûlullah’ın dikkatini çekti. Evet, bu hiç şüphesiz eşi Hz. Hatice’nin gerdanlığıydı. Sevgili kızı Zeyneb idi bu gerdanlığı gönderen. Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik verilmeden önce Zeyneb, teyzesi Hâle bnt. Huveylid’in oğlu Ebu’l-Âs b. Rebî’ ile evlenmişti. Düğün günü Hz. Hatice, boynundaki gerdanlığı çıkarıp kızı Zeyneb’e hediye etmişti. (Ebû Dâvûd, Cihad, 121.) Zeyneb ile Ebu’l-Âs arasında olağanüstü bir sevgi vardı. Ne var ki Resûlullah’a peygamberlik verildikten sonra, Zeyneb ilk inananlar arasında yerini alırken, Ebu’l-Âs hâlâ Müslüman olmamıştı. Üstelik Bedir Savaşı’nda Peygamber’in karşısında, müşrik saflarında savaşmış, neticede Müslümanlara esir düşmüştü. Gerdanlığın fidye olarak gönderilmesi, Zeyneb’in Ebu’l-Âs’a duyduğu sevginin bir işaretiydi. Ebu’l-Âs da Zeyneb’e duyduğu sevgiden hiçbir şey kaybetmemişti. Mekke müşriklerinin onca baskısına rağmen Zeyneb’i boşamamış, vefakâr bir eş olduğunu göstermişti. Zeyneb de diğer Müslümanlarla beraber hicret edememiş, Mekke’de eşinin yanında kalmıştı. Allah Resûlü hem Ebu’l-Âs’ın iyi bir damat olduğunun hem de Zeyneb’in ona olan sevgisinin farkındaydı. Müslümanlara dönerek bir teklifte bulundu: “Eğer uygun görürseniz kızım Zeyneb’in esirini serbest bırakın, şu gönderdiği gerdanlığı da ona geri verin.” Dedi. Müslümanlar elbette Allah Resûlü’nün talebini geri çevirmeyeceklerdi. Ebu’l-Âs derhâl serbest bırakıldı. Ancak Resûlullah henüz hicret etmemiş kızının artık Medine’ye gelmesini istiyordu. Öte yandan eşi müşrik olduğu sürece evli kalmaları da mümkün değildi. Ebu’l-Âs’a bu talebini iletti. Ebu’l-Âs Resûlullah’a karşı gelmedi, Zeyneb’i göndereceğini söyledi.( Ebû Dâvûd, Cihâd, 121.)
**Birbirini seven iki insan, aynı dinde birleşemeyince yollarını ayırmak zorunda kaldılar. Zeyneb, kızı Ümâme ile birlikte Medine’ye hicret etti ve Resûlullah’ın yanında yaşamaya başladı.**
Her ne kadar Ebu’l-Âs’ı sevse de Allah’ın ve Resûlü’nün sevgisi her sevginin üstündeydi. Mümin kadınların ancak mümin erkeklerle evlenebileceği çok açık bir dinî hükümdü.( Bakara, 2/221.)
Öte taraftan sevgilerin en büyüğü olan Allah sevgisi, Allah’a ve Resûlü’ne itaati gerektiriyordu. ( Âl-i İmrân, 3/31.)
Zeyneb her ne kadar ayrılığı seçmiş olsa da aradan birkaç sene geçti ve Ebu’l-Âs bu ayrılığı bitirmeye karar verdi. Ebu’l-Âs, Mekkelilere olan tüm borçlarını kapattıktan sonra herkesin önünde kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu ve Medine’ye hicret etti. Artık Zeyneb ile Ebu’l-Âs’ı ayıracak hiçbir engel kalmamıştı. (İbn Hacer, İsâbe, VII, 665.)
Zeyneb ve Ebu’l-Âs’ın nikâhlarının yenilendiğine veya eski nikâhlarının üzerine evliliklerini devam ettirdiklerine dair farklı rivayetler bulunmakla birlikte, neticede Zeyneb, Allah ve Resûlü’nün rızası için ayrıldığı eşine, yine Allah ve Resûlü’nün rızasıyla kavuşmuş oldu. (Tirmizî, Nikâh, 43) Böylece o, gerçek bir müminin kalbinde, Allah sevgisinin üstünde hiçbir sevgiye yer olamayacağını gösterdi.
Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır.
Resûlullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resûlü’nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek.” (Buhârî, Îmân, 9)
Bu nedenle müminin kalbi, kemale ermiş bir imanı elde etmek uğruna sevgiyi arar, sevmeyi ister. Allah ve Resûlü’nün sevgisi nihayetinde cennete girmeye vesile olur. Zira kıyamet günü için Allah ve Resûlü’nün sevgisini hazırladığını söyleyen sahâbîye Sevgili Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 96)
**2-Peygamber sevgisi**
Hayatını Allah sevgisi ile yoğurmuş bir insanın kalbinde Allah sevgisini, Allah’ın habîbi Resûlullah’ın sevgisi izler. Zira Hz. Muhammed, Hz. İbrâhim gibi Halîlullah’tır, Allah dostudur. (Müslim, Mesâcid, 23) “Halîlullah” olacak kadar. Allah’a yakındır. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 7.) Allah’ın kullarına olan sevgisinin en açık işareti olarak yaratılmıştır. İşte bu nedenle bir mümin, herkesten çok Peygamberini sever.
Resûlullah, “Hiçbiriniz beni anne-babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kâmil mümin olamaz.” buyurmuş,( Buhârî, Îmân, 8.) Allah Teâlâ da müminlerin Allah ve Resûlü’nü anne-babalarından, oğullarından, kardeşlerinden, eşlerinden, mallarından hulâsa dünyadaki her şeyden daha fazla sevmeleri gerektiğini bildirmiştir. (Tevbe, 9/24.)
“_Size verdiği nimetlerden ötürü Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiğim için beni sevin; beni sevdiğiniz için de ailemi sevin_.” buyuran Resûlullah, (Tirmizî, Menâkıb, 31.) Allah’ı sevmenin ve O’na olan imanın gereği kendisinin sevilmesini istemiştir.
Hz. Ömer, şöyle bir kendisini yoklamış ve “ Ya Resûlullah, öz nefsim hariç, seni her şeyden daha fazla seviyorum” diye gönlünü Hz. Peygamber’e açmıştı. Efendimiz, Ömer’in nefsini dışarıda tutmasına râzı olmayıp, “Beni Öz nefsinden de çok sevmelisin ya Ömer!” buyurdu. Hz. Ömer hiç tereddüt etmeden “Canımdan da çok seviyorum” diye cevap verdi: Efendimiz “el-Âne ya Umer = İşte şimdi oldu Ömer!” buyurdu. (Buhari, Eymen,3)
Müminlere canlarından daha yakın olan Allah Resûlü’nün (Ahzâb, 33/6.) muhabbeti, onunla hemhâl olan ashâbını kuşatmıştır. Sahâbenin peygambere hitaben, “Anam babam sana feda olsun!” deyişlerinden daha güzel bir sevgi ifadesi olabilir mi? Onların peygamber sevgisi, hayatlarının gayesiydi.
Bu sevginin büyüklüğü, âmâ bir sahâbînin dudaklarından dökülen şu sözlerle ifade edilmişti: “Ben, Peygamber’e bakmak, onu görmek için gözlerimi istiyordum, fakat şimdi Peygamber vefat etti. Allah’a yemin ederim ki eğer (Yemen’deki) Tübâle beldesinin ceylanlarından bir ceylanın gözü dahi bende olsa, artık buna sevinemem.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 188.)
Ashâbı kendisini her şeyden çok seven Rahmet Peygamberi de engin merhametiyle bütün ümmetine kucak açmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber’in ümmetine olan sevgisi şöyle anlatılır: “Andolsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.)
Peygamberimizin ümmete sevgisinin ve düşkünlüğünün ne düzeyde olduğunu anlatan en çarpıcı örnek, kıyamet gününün dehşetinde Rabbine ümmeti için dua edeceğini bildirmesidir. (Müslim, Îmân, 327) Çünkü gerçek sevgi, en zorlu ve dehşetli anlarda dahi kendinden önce sevgiliyi düşünebilmektir.
**3-İnsan sevgisi**
Sevgiyi öğrenmemiş, sevgiye kapılarını açmamış, sevmeye yeteneksiz bir kalp, mümin kalbi olamaz. Hz. Peygamber bu durumu şöyle ifade eder: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, Îmân, 93.) Sevgi nimetini kullarının fıtratına yerleştirmiş olan Cenâb-ı Hak, elçileri vasıtasıyla sevgiye dair mesajları bütün zaman ve mekânlara ulaştırmıştır.
Asr-ı saadet, sevginin insanı nasıl değiştirebileceğinin müthiş örneklerine sahne olmuştur. Birbirlerini hiç acımadan öldüren, birbirlerine zulmeden, birbirleriyle düşman olan topluluklar, nesep kardeşliğini geride bırakan ulvî bir kardeşlik bağına sahip olmuşlardır.
Allah Teâlâ, bu durumu şöyle bildirir: “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” (Âl-i İmrân, 3/103.) Ensar ve muhacir, aralarındaki bu muhabbetten dolayı (din) kardeşlerini kendilerine tercih edecek seviyeye gelmişlerdir. (Haşr, 59/9.)
Şüphesiz insanlarda meydana gelen bu değişimde onların Allah için birbirlerine duydukları muhabbet etkili olmuştur. Zira, bütün sevgiler, menfaat için değil Allah için olduğunda bir anlam ifade eder. Allah Resûlü bu yüzden, “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 2.) buyurmuştur.
Allah Teâlâ, bu şekilde kendi rızasını gözeterek birbirini seven ve bir araya gelen kişilere muhabbetinin vacip olduğunu bildirmiştir. (Muvatta’, Şa’r, 5.)
Sevgiyi değerli ve anlamlı hâle getiren, dünyevî çıkar ya da gaye gütmeksizin yaşanması, Allah’ın vereceği karşılık dışında hiçbir karşılık aranmamasıdır.
Resûlullah’ın anlattığı bir kıssada, sırf Allah için kardeşini ziyarete giden bir kişinin karşısına çıkan melek ona şu müjdeyi vermiştir: “Sen Allah’ı hoşnut etmek için o adamı sevdiğinden dolayı, Allah da seni seviyor.” (Müslim, Birr, 38.)
Allah tarafından sevilmenin bir işareti de, dünyada insanlar tarafından sevilmektir.
Buna dair Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e, ‘Allah falan kulu seviyor, sen de onu sev!’ diye seslenir. Cebrail de o kulu sever. Sonra Cebrail gök halkı içinde, ‘Allah falanı seviyor, onu sizler de sevin!’ diye nida eder. Bunun üzerine o kulu gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi yerleştirilir.” (Buhârî, Edeb, 41.)
Böylece hem gökte melekler hem de yeryüzünde insanlar tarafından sevilme bahtiyarlığına erişir. Ve kıyamet gününde Allah Teâlâ şöyle nida eder: “Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler! Gölgem dışında hiçbir gölgenin olmadığı böyle bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Benim himayemden başka hiçbir himayenin olmadığı böyle bir günde onları, özel himayeme alacağım).” (İbn Hanbel, II, 338)
Ortak bir gayede birleşen inananlar birbirlerinin kardeşidirler (Hucurât, 49/10.) ve Hz. Peygamber müminlerin sevgi ve bağlılıklarını onları tek bir vücuda benzeterek dile getirmiştir. (Buhârî, Edeb, 27) Bir varlığın bir başkasının acı ve hüznünü kendisine aitmiş gibi hissedebilmesi ancak “sevgi” diye adlandırılan ilâhî his sayesinde mümkündür.
İnsanların birbirlerini sevmelerini imanın bir gereği olarak gören Allah’ın Elçisi, (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 56.) sevgiyi devamlı kılmanın ve yüce bir değer hâline getirmenin yolunu da göstermiştir. O da şu veciz hadisinde ifadesini bulmuştur:
“Hiçbiriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş sayılmaz.” (Buhârî, Îmân, 7.)
Bu davranış olgunluğu, kâmil bir imanın göstergesi olduğu gibi kalıcı ve değerli sevgi ilişkileri sürdürmede de önemli bir rol oynar. Her birey tüm sevdiklerine bu olgunlukla davrandığı sürece uzun süreli, huzurlu ve sevgi dolu ilişkiler yaşamak hiç de zor olmayacaktır.
Çünkü sevginin başlıca düşmanı bencilliktir. Oysa sevgi, paylaşmayı, el ele vermeyi ve sevdiğini kendine tercih etmeyi gerektirir.
**a-Eş sevgisi**
İnsanın yüreğine anne baba sevgisini, kardeş sevgisini, eş sevgisini, çocuk sevgisini yerleştiren de Allah’tır. Zira O, “Kendileriyle huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm, 30/21.)buyurur.
Kur’an, eşlerin ve çocukların sevgisini gözümüzün nuru olarak ifade etmiştir.( Furkan, 74)
Dolayısıyla eş sevgisi, Allah’ın varlığının delili olacak kadar değerlidir.
Hanımlarına karşı sevgisini esirgemeyen ve her zaman nazik bir eş olan Allah Resûlü, ilk eşi Hz. Hatice’yle ilgili, “Bana onun sevgisi bahşedildi.” buyurmuştur. Onun vefatından sonra hatırasına hürmeten eşinin sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettiren Hz. Peygamber (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 75.) zaman zaman Hz. Hatice’ye karşı duyduğu özlemi de dile getirmiştir.
Hz. Hatice’nin vefatından yıllar sonra kız kardeşi Hâle, Resûlullah’ı ziyarete geldiğinde, Hâle’nin sesinin Hatice’ninkine benzerliği karşısında bir an ürperen Allah Resûlü, onu Hz. Âişe’yi kıskandıracak sevinç ve heyecanla karşılamıştı. (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 20.)
Sevgili Peygamberimiz, Hz. Âişe’yi çok severdi. Amr b. Âs bir gün Peygamberimize, “Sana insanların en sevimlisi kimdir?” diye sormuş ve “Âişe” cevabını almıştı. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 8.)
Bir defasında Hz. Âişe, mescitte kılıç kalkan gösterisi sunan Habeşli grubu seyretmek istediğinde Resûlullah, Hz. Âişe gösteriden sıkılana kadar, yanağı Âişe’nin yanağında gösteriyi izlemişlerdi.( Buhârî, Cihâd, 81.)
Allah Resûlü’nün Hz. Âişe’ye olan bu muhabbetinin farkında olan hanımlarından Hz. Sevde, Peygamber’in kendisine ayırdığı günü Âişe’ye hibe etmişti. (Buhârî, Hibe, 15.)
Böylelikle Sevde, sevgide fedakârlığın hangi boyutlara varabileceğini göstermesi bakımından emsalsiz bir davranış sergilemişti.
**b-Anne-baba, akraba sevgisi **
Dinimizde sevgi ve saygı gösterilmesi emredilen varlıklar arasında anne ve baba her zaman özel bir yere sahip olmuş, onlara karşı “öf” bile demek yasaklanmıştır. (İsrâ, 17/23.)
Ayrıca akrabalarla sevgi bağlarının devam ettirilmesi (sıla-i rahîm) konusuna da önem verilmiştir.
**c-Çocuk sevgisi**
Kur’an eşlerin ve çocukların sevgisini gözümüzün nuru olarak ifade etmiştir.( Furkan, 74)
Allah Resûlü, kişinin çocuklara karşı da her zaman sevgi ve merhametle davranmasını emretmiş, onları öpüp (Müslim, Fedâil, 65.) yanaklarını okşamış, (Müslim, Fedâil, 80.) sırtına bindirmiş, (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 67.) hatta namazdayken bile kucağında taşımıştır. (Buhârî, Salât, 106.)
Sevgili Peygamberimiz, çocuklarına karşı her zaman oldukça ince ve zarif bir şekilde sevgisini ifade etmiştir.
Kızı Fâtıma, yanına girdiği zaman Resûlullah onun için ayağa kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Hz. Fâtıma bu zarif sevgi gösterisini kendisine örnek edinir ve babasına aynı şekilde davranırdı. (Ebû Dâvûd, Edeb, 143-144.)
Bu tavır sevginin saygıdan ayrılmaması gerektiğini de göstermektedir. Aksi hâlde, kaba ve saygısız davranışlar, insanların incinmesine, zamanla sevgilerini yitirmelerine sebep olmaktadır.
**4-Canlı-cansız bütün mahlûkata sevgi**
Rahmet Peygamberi, canlı cansız bütün mahlûkata karşı sevgiyle yaklaşmış, hayvanlara, bitkilere, doğaya hulâsa bütün âleme muhabbet nazarıyla bakmış ve en güzel şekilde bunu dile getirmiştir. Peygamberimiz, dağlara, şehirlere duyduğu sevgiyi bile dillendirmiştir. Nitekim Mekke’ye, Medine’ye, Uhud Dağı’na olan sevgisini ifade ettiği bilinmektedir. (Buhârî, Meğâzî, 28)
İslamda “yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” anlayışı esastır.
**5-Dünyevi nimetler sevgisi**
Sevginin yurdu olan kalp, farklı sevgilere meyledebilecek tarzda yaratılmıştır. Kalp, güzellik, zarafet, asalet veya zenginlik gibi dünyevî değerlere meyillidir ve dünya hayatının geçici zevklerinin cazibesine kapılabilir.
İnsanın dünya nimetlerine olan sevgisi tabiî olmakla birlikte, Allah ve Resûlü’nün sevgisini gölgede bırakacak veya ona asıl yaratılış amacını unutturacak derecede olmamalıdır. Bu nedenle, kullarını çok iyi tanıyan Cenâb-ı Hak, insanın tabiatında bulunan çeşitli zaaflara işaret ederek onları uyarmıştır.
Allah Teâlâ, insanın malı mülkü çok sevdiğini bildirmiş, (Âdiyât, 100/8.) Allah Resûlü de, “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünün de olmasını ister.” şeklinde bu düşkünlüğe dikkat çekmiştir. (Müslim, Zekât, 116.)
Kur’an’da insanların eşlerine, çocuklarına, altın ve gümüşe, dünya malına karşı düşkün oldukları, bildirilmiş (Âl-i İmrân, 3/14.) ve bunların âhireti unutturmaması gerektiği şu şekilde hatırlatılmıştır: “Şu insanlar, hemen ellerine geçebilecek dünyalıkları seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan, 76/27.) Oysa nitelikli ve kalıcı sevgi, Allah katında kıymetli olan hususlara değer verildiği sürece elde edilebilir. Böyle bir sevgi, Allah’ı anmaktan alıkoyucu bir nitelik taşımayacak, Allah’ın rızasını kaybettirmeyecektir.
Hiçbir zaman unutulmaması gereken husus, Allah’a karşı olan sorumlulukların yerine getirilmesine engel olan bir sevgiden Allah’ın razı olmadığıdır:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münâfikûn, 63/9.)
**F-Sevdiğinize, onu sevdiğinizi söyleyiniz**
Sevgideki derinliği hissettirebilmek için sevginin ifade edilmesi büyük önem arz eder. Hz. Peygamber de sevginin dile getirilip paylaşılmasını istemiştir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 112-113.)
**Allah Resûlü, sevdiğini söylemeyi ümmetine tavsiye etmesinin yanında kendisi de sevgisini sunmaktan kaçınmazdı. **
Bir gün Muâz b. Cebel’in elini tutarak ona, “Ey Muâz, ben seni seviyorum.” demişti. Bunun üzerine Muâz da, “Ben de seni seviyorum, ey Allah’ın Elçisi!” diye karşılık vermişti. (Ebû Dâvûd, Vitr, 26.)
Resûlullah’ın Kur’an’dan bir sûre öğretmek için yanına çağırdığı Ebû Saîd b. Muallâ’nın elini tutması, (Buhârî, Tefsîr, (Fâtiha) 1.) kalbindeki kasvetten şikâyet eden bir adama kalbinin yumuşaması için yetimin başını okşamasını tavsiye etmesi, (İbn Hanbel, II, 264) tokalaşmanın insanlar arasındaki kini gidereceğini bildirerek bunu teşvik etmesi, (Muvatta’, Hüsnü’l-hulk, 4.) onun sevgiyi ifade etmeye verdiği önemi göstermektedir.
**G-Sevgide ölçülü olmak**
Her zaman olduğu gibi sevgi konusunda da ölçülü olmayı emreden Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki bir gün sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de ölçülü şekilde sevme ki günün birinde çok sevdiğin bir kimse olabilir.” (Tirmizî, Birr, 60.)
Sevgi, insan ruhunun derinlerine işleyen bir duygudur. Hz. Peygamber, sevginin insan tabiatı ve davranışları üzerindeki derin tesirlerini ifade etmek üzere, “Bir şeyi ölçüsüz sevmen seni kör ve sağır eder.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 115-116.)
Bu yoğun duygu atmosferi içinde seven kimse, sevdiğinin hatalarını, çirkin davranışlarını göremez, duyamaz hâle gelebilir. Bu nedenle sevilecek kimsenin Allah’ı seven, dolayısıyla Allah’ın hoşnut olmayacağı davranışlardan kaçınan birisi olması önem arz eder.
Resûlullah, “Kişi, dostunun dini/ahlâkı üzerinedir.” Diyerek (Tirmizî, Zühd, 45) sevgi ve dostluğun amellere ne ölçüde tesir ettiğini ifade etmiştir.
**H-Sevginin yaygınlaşması yöntemleri**
Allah Resûlü, müminlere aralarında sevgiyi yaygınlaştırmalarını emretmiş ve bunun yöntemleriyle ilgili bilgiler vermiştir.
**1-Tanışmak**
Resûlullah, sevginin sağlam temellere oturtulması ve böylece gelişmesine zemin sağlanması için insanların önce birbirlerini tanımaları gerektiğini ifade etmiştir.
Bu bağlamda, Müslümanların birbirlerinin ismini, babalarının ismini, hatta mensup oldukları kabileyi sorarak öğrenmelerini istemiş, böylece aralarında sevgi ve bağlılığın gerçekleşeceğini söylemiştir. (Tirmizî, Zühd, 53.)
**2-Selamlaşmak**
Tanışıp kaynaşan insanların karşılıklı olarak birbirlerini sevebilmelerinin yolu ise selâmlaşmaktır. Resûlullah, “Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selâmı yayın.” buyurmuştur.( Müslim, Îmân, 93.) Selâmlaşma, kişinin kendisini güvende ve selâmette hissetmesini sağlar. Kişi kendisine güven ve sükûnet sağlayana meyleder ve böylece sevgi hâsıl olur.
**3-İyilik yapmak, infak’ta ve İhsan’da bulunmak**
İyilik görmek de sevmeye, sevgiyi pekiştirmeye sebep olur. Bu doğrultuda gerek insanların sevgisini kazanmada gerekse onlara duyduğumuz sevgiyi ifade etmede iyilik ve ikram önemli rol oynar.
Abdullah b. Mes’ûd, kalplerin kendisine iyilikte bulunanlara sevgi, kötülük edenlere nefret duyacak yapıda yaratıldığını söylemiştir. (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, VI, 481.)
Resûlullah’ın hediyeleşmeye önem vermesi de insan fıtratındaki bu özellikten hareketle sevgiyi tesis etme amacına yöneliktir.
“Birbirinize hediye verin, böylece birbirinizi seversiniz ve aranızdaki düşmanlık gider.” Buyurmuş. (Muvatta’, Hüsnü’l-hulk, 4.) ve kendisi de hediyeleşerek insanlara örnek olmuştur. (Buhârî, Büyû’, 31.)
**I-Modern çağın üç sahte tanrısı**
Bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım. Sevgiler gününe küresel bazda bakıldığında, M. İslamoğlu hocanın gördüklerini naklederek yazımızı tamamlamak istiyorum.
“Her şeyin sahtesi olduğu gibi, sevginin de sahtesi olur. Sahih sevgi düzeltir, kalp sevgi bozar.
Kaynağında Allah’ın bulunmadığı bir sevgi sahte sevgidir, bunu pazarlayan da sevgi kalpazanıdır.
Kaynağını kutsaldan almayan sevgi, sevgi değil tutkudur. Sevgi özü gürleştirdiği için insanı özgürleştirir, tutku ise tutuklar ve köleleştirir. Tutkunun adını sevgi koyanlar, iki kişilik yalnızlığı sevgi sanmakla sevgiye de haksızlık yapmaktadırlar.
**Modern çağın üç sahte tanrısı vardır;**
_Güç,
para,
seks. _
Bunlar tek dünyacı bir hayat tarzının teslisini (üçlüsünü) oluşturur. Küresel değersizleştirme operasyonunun bir parçası olarak seks tanrısı, şimdilerde “sevgi” adıyla pazarlanmaktadır. Hayat adını verdiğimiz bu kutsal emanet, fahiş ve fahişelerin elinde hiç bu kadar oyuncak olmamıştı. Libido, bilinci hiç bu kadar esir almamıştı. İnsanlık tarihinde şehvet simsarları, bu kadar müşteriyi bir arada hiç görmemişlerdi. Seksin “sevgi” adı altında pompalanması, küresel değersizleştirme operasyonunun doğal bir uzantısıdır. Bu operasyonun amacı hayatı anlamsızlaştırmak, amaçsızlaştırmak ve kutsalsızlaşmaktır. Bu da kendisine karşı savaş ilan edilmesi gereken bir ahlak terörüdür. Bu terör, insan soyunu topyekûn tehdit etmektedir. “Sevgililer Günü” adı altında bazılarının zina pazarlamacılığına soyunmaları, ahlak terörünün bir parçasıdır.
**Zinaya “hayır” diyemeyen sevgiye “evet” diyemez. Zira zina, sevgiyi zehirler. **
Zehirli sevgi, eşref-i mahlûkat olan insanı, çiftleştikten sonra dişisini sokarak zehirleyen haşarata benzetir. Onu erzel-i mahlûkat (en rezil yaratık), ve vahyin tabiriyle “Hayvanlar gibi, hatta ondan daha da aşağılık” (Furkan, 44) yaratık yapar. Mahremiyetin kalmadığı yerde iffet, iffetin kalmadığı yerde hürmet, hürmetin kalmadığı yerde hilkat bozulur. Hilkatin bozulduğu yerde fıtrat bozulur” (M.İslamoğlu, “sevgiye dair”).
Fıtratının bozulduğu yerde sevgiden söz edilemez. Vesselam.
**Kaynaklar:**
T.D.V, İslam Ansiklopedisi, “muhabbet, vedûd” maddeleri.
D.İ.B, Hadislerle İslam, “sevgi/ kişi sevdiği ile beraberdir” III,s,71.
Mustafa İslamoğlu, Düşünce yazıları, “sevgiye dair”.