SEVGİ METODOLOJİSİ

SEVGİ METODOLOJİSİ

SEVGİ METODOLOJİSİ

Dünyada sevilmek istemeyecek kişi hemen hemen yok gibidir. Biri tarafindan sevilmenin vereceği güven ve tatmin duygusu mutlu bir yaşamın temelini oluşturur. Buna karşın sevgi ve sevgiyi nasil aramamiz gerektigi gibi konularda pek az bilgiye sahibiz. Sevginin ne olduğunu ve bize anlaşılır bir dille anlatıldığı pek enderdir.

 

Sevgi hakkında verilen bir seminere katılan ya da bu konuda yardımcı olabilecek bir kitap okumuş olanların sayıları pek azdır. Yaşam için bu kadar önemli ve gerekli olan bir konu, gariptir ki, eğitimde de ihmal edilmiştir.

 

Kimileri, birçok sevgi türünün varlığını ileri sürmekteyse de; bu yazımda Sevginin üç türünden bahsetmek istiyorum. Bu üç tür sevgiyi inceleyip, tartışmak herhalde nefis muhasebesi açısından bizlere faydalı olacaktır. Kişinin mutluluğu bu sevgi türleri arasından hangisini aradığına bağlı olabilir.

 

EĞER TÜRÜ SEVGİ

 

Bu tür sevgi; eğer belli bazı beklentileri karşılarsak bize verilecek olan sevgidir. “Eger iyi olursan baban seni sever.” “Eger başarılı ve onemli bir kisi olursan, seni severim.” “Eger bir koca olarak benim beklentilerimi karışlarsan, sana sadık bir eş olurum.” En cok rastlanan sevgi de budur, ve bazı kişiler bu sevgiden başka bir sevgiyi bilmezler. Bu, adeta karşılık bekleyen ve şarta bağlı bir sevgi olup, sevenin istedigi bir seyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı ise; sevgi karşılığında bir şey kazanmaktır.

 

Bu tur sevgi, en ucuz şekliyle , bayağı, seviyesiz film, dergi ve romanlarda rastladığımız sevgidir. “Be­nim arzularımı tatmin edersen seni severim.” Çoğunluk, özellikle de gençler, karşılarındaki insanı cinsel arzularinin tatmini beklentisiyle sever ve ondan elde etmeyi umdukları sevginin kendilerini doyurmaya yetmeyecek kadar bayağı bir sevgi olduğunu, ve aslında özveriye değmediğini göremezler.  Bu tür sevgi o kadar bencildir ki her iki taraf için de çabucak nefrete dönüşür.Boşanma ile sonuçlanan evlilikler de, bu “eğer” türü sevgi üzerine kurulmuş olduğundan yıkılarak ayrılıkla sonuçlanır. Çoğu kez genç gelin ya da damat, eşinin o an ki gerçek haline değil , onun imgesel, abartılmış romantik görüntüsüne aşık olmuştur. Düş kırıklığı başladığı ve beklentiler gerçekleşmediğinde ise, onceki sevgi nefrete dönüşür. Her ikisi de bu durumun farkında degildir. Çünkü ikisi de, “eğer” turu sevgiden başka bir sevginin de olabileceğini akıllarına bile getirmemiştir.

 

Hatta bazen de, sevgilerin en saf ve temizi sayılan anne-babaların çocuklarına olan sevgileri bile, bu eğer turu sevgiye kayıp olumsuz sonuçlar doğurabilir . Birkaç yıl önce gazetelerin baş sayfalarında Tokyo’daki bir gencin intiharı yer almıştı. Ortaokul, hatta ilkokul günlerinden itibaren, girilmesi zorlu bir yarışma gerektiren Tokyo Universitesi’nin giriş sınavını kazanarak babasını hoşnut etmek isteyen bu genç , çok çalışmış, hatta okuldan sonra universite hazırlık kurslarına da devam etmiş, ancak başarılı olamamıştı . Babasıyla yüz yüze gelmek istememiş üzüntüsünü biraz hafifletmek ve biraz iyi vakit geçirmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gitmişti. Eve döndüğünde kızgın babayla burun buruna geldi.

 

Babası oğluna: “Sınavda başarılı olmadığın yetmiyormuş gibi, bir de eğlenmek için Hakone’ye gitmeye utanmadın mı?” diyerek onu azarladı.

 

Cocuk, “Ama baba, vaktiyle bir ara sen de kendini iyi hissetmediğinde Hakone’ye gitmekten hoşlandığını söylememiş miydin?” diye cevap verdi. Buna uygun bir karşılık bulamayan baba, o öfkeyle oğlunu fena halde dövdü; çocuk da o gece duvardaki sobaya bağlı olan kauçuk gaz hortumunu giriş yerinden çıkararak ağzına alıp ciğerlerini gazla doldurarak yaşamına boylece son vermeye çalıştı. Gazetelerin yer verdiği bu intihar girişimi sadece bir sinir krizi sonucu meydana gelmemişti. Eğitim uzmanlarınca bu kriz:Babasının çocuğuna olan sevgisinin, yüksek düzeydeki beklentilerinin gerçekleşmesi koşuluna bağlı olduğu gerçeğiydi.

 

Hepimiz bu “eğer” türü sevgiden daha üstün bir sevgi arayışı içindeyizdir. Gercek bir sevginin varlığını, ve onun nerede bulunabileceğini öğrenmemiz gerekmektedir.

 

” ÇÜNKÜ ” TÜRÜ SEVGİ

 

Bu tur sevgide kişi , “bir şey olduğu” ya da “bir seye sahip olduğu” ya da “bir şey yaptığı” için sevilmektedir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe veya bir koşula bağlıdır. “Seni seviyorum çünkü çok güzelsin.”

 

“Seni seviyorum çünkü diğer kişilerden o kadar farklı, o kadar populer, o kadar zengin ve o kadar ünlüsün ki….” “Seni seviyorum çünkü bana güven veriyorsun.” “Seni seviyorum çünkü üstü açılan bir araban var ve beni harika, romantik yerlere götürüyorsun!” Bu ilginç sözcükleri biraz alaycı bir gülümsemeyle karşılayabiliriz. Fakat bizler de, başka birini sık sık onda gördüğümüz ve onu sevmemize neden olan bir şeyden ötürü ya da o kişi bizim sevgimizi herhangi bir şekilde kazandığı için severiz.

 

Bu tür sevgi, “eğer” türü sevgiye tercih edilebilir. Kazanılması gereken ”eğer” türü sevgi, büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Ama, bir nitelik sahibi olduğumuzdan dolayı sevilmemiz gayet hoş bir şeydir. Eger birisi bizi olduğumuz gibi kabul edip sevebilse sevgiyi elde etmek icin o kadar uğraşmazdık.Varlığımızda, sevilmemize neden olan bir şeyler bulunduğunu düşünmek bizi rahatlatırdı. Ancak, cok geçmeden bu şekilde sevilmenin “eğer” türünde sevgiyi kazanmaya çalışmaktan pek de farklı olmadığını görürüz. İnsanların bizi “bir şey” olduğumuzdan dolayı sevmeleri bizi çok mutlu kıldığı için ve önemli olmanın gitgide büyüyen hissini aradığımızdan ve böylelikle daha çok insanin bizi seveceğini düşündüğümüzden hayranlarımıza yenilerini eklemek icin büyük bir çaba harcarız. Sevilecek niteliklere bizden daha fazla sahip olan biri çıkarsa, bizi sevenlerin bu yeni geleni bizden daha çok sevmelerinden korkarız. Böylece, yaşamımıza rekabet ve sonsuzca sevgi kazanma gayretkeşliği girmiş olur. Ailenin küçük çocuğu, yeni doğan bebeğe içerler.Sınıfın en güzel kızı , yeni gelen güzel kıza içerler. Bir delikanlı daha gösterişli bir arabaya sahip olan başka bir delikanlıya içerler. Evli bir kadin, kocasının çekici ve düzenli sekreterine içerler. O halde, bu tur sevgide bir guven duygusu bulunabilir mi?

 

Bakara Suresi 165. Ayette Allah’ı ( Cc) her şeyden çok sevmekle birlikte sevdiklerini Allah ( Cc ) için sevmek hususu aslında felsefesini yapmaya çalıştığım Sevgi Metodolojisini çok güzel özetliyor:

 

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبًّا لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

” Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! [89, 25, 26; 6, 165] ”

 

Elmalı Hamdi Yazır Merhum değer verilen önem verilen bütün her şeye karşı sevgimizin ölçüsünü şöyle özetler:

 

” Müfessirlerin büyük çoğunluğu, bu “edinilen ilâhları”; insanların Allah’a karşı günâh işleme hususunda itaat ettikleri “efendileri, reisleri ve büyükleri” diye açıklamışlardır. İşte bu insanlar, onları Allah gibi severler, onlara mabud muamelesi yaparlar ve onlara itaat etmek için Allah’a isyan ederler. İşte bunlara, Allah’ın sevdiği kullarını ve Peygamberleri mabud derecesine çıkaranlar da dâhildir. Bunun için Allah’ın velîlerini, Peygamberlerini, melekleri severken iyi düşünmeli ve bunları, Allah’ı sever gibi sevmekten kaçınmalıdır. Zîrâ “Allah için” sevmekle “Allah sever gibi” sevmek arasındaki farkı bilmek gerekir. Allah’ı sevenler, Allah’ın sevgili kullarını da severler, lâkin Allah gibi değil, Allah için severler. Üzülerek söylemek gerekirse, “vahdet-i vücud” adı altında gizlenen bir “ateist felsefe” vardır ki, din ve ahlâk namına en büyük zarar, hep bundan çıkagelmiştir. Ve nerede bir şirk varsa, bu felsefeyle az çok bir alâkası vardır. İslâm’da emrolunan tevhit ifadesi (لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ) “Allah’tan başka ilâh yoktur” yani tevhid-i ülûhiyettir. Bu, ateist vahdet-i vücut felsefesinde, (لَا مَوْجُودَ اِلَّا هُوَ) şeklini alır ve “her mevcut Odur” manasıyla tefsir edilir hattâ (هَمَه اُوسْتْ) “her şey Odur” diyerek her şeyin dışında Allah’ı görecek yerde her şeyde ve hattâ her şeyi, Allah görmek isterler. Bunun neticesinde de Allah’ı sevmekle, birilerini Allah gibi sevmeyi birbirine karıştırırlar. Sonuç olarak, reislerini ve büyüklerini Allah sever gibi sevenler ve onların emirlerine itaat ederek Allah’a isyan edenler, bunları Allah’a eş kabul etmiş olurlar ki putperestliğin esası, işte bu tarz sevgidedir. ”

 

INCIL: ” Yetkin sevgi, korkuyu kovar ” der (1. Yuhanna 4.18′). Bu “çünkü” türü sevgi gerçek ve sağlam bir sevgi olamaz. Bu “çünkü” turu sevginin güvensizlik doğurmasının iki ayrı nedeni daha vardır. Birincisi, bizi seven kişinin düşündüğü gibi gerçekten sevilebilecek biri olmama korkusudur. Tum ınsanların kişiliklerinin iki yani vardir. Bunlardan biri digerlerine gosterdigimiz yanımız, digeri ise; yalnızca kendimizin bildiği tarafımız. İşte bizi sevenlerin, kişiliğimizle düş kırıklığına uğrayıp bizi reddetmeleri korkusuyla bu ikinci yanımızı gizleyebilmek için sürekli tetikteyizdir.

 

Bu tür sevginin bir diğer güvensizlik duygusu da, ileride kişiliğimizin değişikliğe uğrayabileceği ve bir gün artık şimdiki gibi sevilmeme korkusudur. Japonya’da çok güzel genç bir kadın; kuru temizleme müessesesinde çalışıyormuş. Bir gun kazan patlamış ve sıcak sıvı yüzünü, gözünü ve ellerini yakmış. Yüz hatları öylesine bozulmuş ki, hastanedeyken yüzünü surekli saklamış ve doktordan başka kimsenin yüzünü görmesine izin vermemiş. Nişanlısı, nişanı bozup onu terketmiş. Birkac ay hastanede kalır ve hastanede kaldığı müddette ölüm tehlikesinin olduğu haberi olmalarına rağmen aynı şehirden arkadaşları bile ziyaretine gelmemişler. Sahip oldugu sevgi, sahip oldugu güzelliğin üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde o değer ve kıymet yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış.

 

Toplumumuzdaki, sevgilerin çoğu bu türdendir ve bizi devamlılığının sağlamlığı konusunda kuşkuya düşürür. Peki öyleyse bunlardan başka bir tür sevgi de var mıdır?

 

RAĞMEN TÜRÜ SEVGİ

 

Üçüncü tur sevgi, “ragmen” türü diye adlandırılan sevgidir. Bir koşula bağlı olmadığı ve karşılığında bir şey beklenmediği icin “eğer” türü sevgiden farklıdır. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için de “çünkü” türü sevgiyle bir değildir. Bu üçüncü tür sevgide, kişi bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen sevilir. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir ve bu “rağmen” türü sevgiyle karşılaştığında yine de sevilebilir. Buna layık degildir. İyi, çekici ya da zengin bir konum edinerek bu sevgiyi kazanması gerekmez. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, tamamen sevilir. Bütünüyle değersiz biri gibi görünebilir ama çok değerli biri gibi yine de sevilir.

 

Yüreklerimizin en çok susadığı sevgi türü de budur. Farkında olsanız da olmasanız da, bu tür sevgi sizin icin yiyecek, içecek , giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha onemlidir. Bunu nasıl mı söyleyebiliyorum? Size sadece bir tek soru sormama izin verin: Kalbinizin derinliklerinde dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi gerçekten sevmediğini düşüneseydiniz yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize “Yaşamanın ne yararı var?” diye sormaz mıydınız?

 

Şu anda, dünyada en sevdiğiniz kişiyle çok kötü kavga ettiğinizi ve onun sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün; dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi? Ve artık bir gün bile yaşayamayacağınızı düşünmez miydiniz? Orta karar bir mutluluğunuz olduğunu düşünüp yaşamınızı günden güne sürdürmekte bile olsanız, eğer günün birinde birisinin çıkarak sizi gerçek, derin ve doyurucu bir sevgiyle seveceği hakkında umudunuz olmasaydı, kalan hayatı nasıl yaşayabilirdiniz? Belki de kendinizi umutsuzluğa kaptırıp yaşamınıza son verirdiniz, ya da kendinizi iyice dağıtır, ve yaşayan bir ölü gibi ölünceye dek bu yaşamı sürdürürdünüz.

 

Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni ya bu “rağmen” türü sevgiyi birinden şu anda görmeniz, ya da bir gün bu tur bir sevgiyi bulma umudunuzun varlığıdır. Ama bugün içinde yaşadığımız toplumda, bizi bütünüyle doyuracak şekliyle bu sevgiyi bulamayız. Çünkü herkesin buna gereksinimi vardır ve kimsede fazlası olmadığından başkalarına veremez. Yakınımızda olan, sevdiğimiz birinin bize bu sevgiyi vermesini bekleriz ama o kişi de aynı şeyi başka birisinden beklemektedir. Dünyadaki en büyük kıtlık, bu “rağmen” türü sevginin eksikliğidir.

 

Rabbimizin bütün varlığa olan merhamet ve sevgisi, “eğer” türü sevgi degildir.. “Eger iyi ve ahlakli olur, ibadethaneye gider, iyi amaçlara bağışta bulunur, dinsel kitaplar okuyup, dua eder ya da bir din adamı olursan seni severim” demez. O’nun sevgisinde hicbir “eğer” türü yoktur.Yüce Yaratıcı bizi oldugumuz gibi sever. Daha kötü bile olsaydık yine bizi bu kadar sevecekti. Günden güne daha da bozulsaydık ve başkaldırır olsaydık bile, bizi hala aynı kusursuz sevgisiyle severdi. Bizi, bizden bir sey elde etmek amacıyla sevmez. Yerine getirmemiz gereken bir şey ya da bir şart yoktur. Bunu nasıl mı kanıtlayabilirim?

 

1) Rahmân Sıfatı

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ 

 

Kur’an-ı Kerim dilinde Rahmân; sıfat-ismi de Allah’a (Cc) mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.

2) Kullarının doğru yolu bulmaları için şefkatli elçiler göndermiştir.

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ

 

” Ey Peygamber! Kur’an mûcizesi tüm parlaklığıyla cihanı aydınlatırken, gözlerini ve gönüllerini hakîkate kapamış bazı inatçı, önyargılı insanlar bütün öğüt ve uyarılara rağmen Allah’ın ayetlerine inanmıyorlar diye, neredeyse üzüntüden kendini yiyip bitireceksin! ” Şu’arâ Suresi 3. Âyet

 

Hz. Musa’ya (As); kibri çok yüksek olan Firavunu yumuşak sözlerle imana çağırması emredilmiştir: “Sen ve kardeşin, ayetlerimi götürün, Bana imana çağırmakta gevşeklik etmeyin. Firavuna gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar. Dediler ki: ‘Ya Rabbenâ (Ey Rabbimiz), onun bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz.’ ‘Korkmayın’ dedi, ‘Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.’” (Taha Sûresi: 43-46)

 

ٱذْهَبَآ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُۥ طَغَىٰ (٤٣)

 

فَقُولَا لَهُۥ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُۥ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ (٤٤)

 

قَالَا رَبَّنَآ إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَآ أَوْ أَن يَطْغَىٰ (٤٥)

 

قَالَ لَا تَخَافَآ ۖ إِنَّنِى مَعَكُمَآ أَسْمَعُ وَأَرَىٰ (٤٦)

 

Bunun yanı sıra inanmayanlara karşı nasıl davranılması gerektiği, Nahl Sûresinin 125. âyetinde en latif suretiyle tarif edilmektedir: “(Ey Resulüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.”

 

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

Konu dikkate alındığında âyetteki davetin muhatap tarafı, genellikle müslüman olmayan ve İslâm konusunda Hz. Peygamber’le tartışmaya girişenlerdir. Ancak âyette muhatap belirtilmeyip ifadenin mutlak bırakılması, burada genel olarak davet ve tartışma konusunda bir yöntem bilgisinin verildiğini açıkça göstermektedir. Başka bir ifadeyle âyet, farklı seviyelerdeki insanlara yönelik olarak özelde İslâm davetinin, genelde ilmî ve fikrî tartışmaların, eğitim ve öğretimin başlıca yöntemlerini özetlemektedir. Başta İbn Rüşd olmak üzere genellikle müteahhir dönem İslâm âlimleri, düşünürleri ve müfessirlerine göre bu âyetteki hikmet, klasik mantıktaki bürhana, “öğüt” (mev‘iza) hitabete,“ “tartışma” (mücadele) ise cedele tekabül eder. Fahreddin er-Râzî (XX, 138 vd.), 

 

Ayrıca Kur’ân’da yumuşak sözün ve tavrın tesirine de dikkat çekilmiştir: “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onların kusurlarından geç, onlar için mağfiret dile. İşler hakkında onlara danış, karar verince de artık Allah’a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever” (Âl-i İmran Sûresi: 159).

 

Bununla beraber Cenâb-ı Hak, münafıklara da güzel sözle hitap edilmesini emretmiştir: “Allah onların kalplerinde olanı biliyor. Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir edecek güzel söz söyle.” (Nisa: 63)

 

Hz. İsa’nın ( As ) engin gönlü, insanlara karşı sevgisi ve Vazifeli olduğu topluma olan şefkati ise Hem Kuran-ı Kerim’de hem de İncilde müthiş anlatılır:

 

اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

“Şâyet onlara azap edersen, şüphesiz onlar, bu cezayı hak etmiş olsalar bile, Senin affına muhtaç âciz kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz merhamet ve hikmetinle bunu yapmaya da kadirsin. Zira Sen, sonsuz kudret ve hikmet sahibisin.” Mâide Suresi 118. Âyet

 

” Rabbim!, onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar” dedi (Incil: Luka 23:34). Elci (Havari) Pavlus’un dedigi gibi, “Tanri bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor: Biz günahlara boğulmuşken, Mesih’i bizim için elçi olarak yolladı.” (Incil: Romalilar 5:8).

 

Peygamberlerin kendilerine her türlü eziyeti gösterip ölüm tuzakları kuran bu insanların doğru yolu bulmaları için gösterdikleri gayret ve sevgileri, bütün saflığı ile gerçek“rağmen” sevgisidir.

 

Her bireyin eksiklikleri ve kusurları, kendi gereksinimleri, istekleri vardır. Ne kadar yaşlı, akıllı, olgun, zengin ya da güçlü olursa olsun diğer insanlardan bir şeyler almaya muhtaçtır, çünkü hala kendi durumu onu tatmin edecek düzeyde değildir. Tamamen bütün ve kusursuz olan sadece Yüce Yaratıcımızdır. Bir tek O’nun hiçbir gereksinimi yoktur. O’nun bize ya da sevgimize bir gereksinimi yoktur. Sadece O sonsuza dek verebilir ve böyle yaptığı halde hala kusursuz olmaya devam edebilir. Diger insanları sahip oldukları kusurlara “rag­men” hicbir şey istemeyerek sevebilecek olan da sadece O’dur. Bir insan, başkalarını ya da tüm varlığı ne olduklarına “ragmen” sevdigini sanabilir mi? Derin bir analiz yapılırsa aslında; karşılığında bir şey beklediği ve bu yüzden de gercekte sadece kendisini sevdigi görülür. Birisini olduğu kişi olmasına karşın yine de seviyor gibi yapan kişinin bu davranışlarının altında aslında bencillik ve kendi çıkarını gözetmesi vardır. Çabalarımızın beğeni görmesini, ya da sevgi­mize karşı iyi ve kalıcı bir şeyin gerçekleşmesini bekleriz. Eğer beklentilerimiz gerçekleşmezse, sevme çabalarımız çok geçmeden kin, düş kırıklığı ve gücenmeyle sona erer. İnsanlar arasındaki sevgi, bizim düşlemekten hoşlandığımız kadar saf ve temiz bir şey degildir.

 

Yaşamımızı yeni bastan kurmak demek, günlük yaşantımızda endişe ve güvensizlik içinde yaşamamak veRabbimiz tarafından tamamiyle kabul edilip desteklediğimizi bilmek demektir. Gerçekten önemli olan bize her şeyden hatta şah damarımızdan daha yakın olan Yüceler Yücesi ile bağlantı içinde olmaktır. Artık diğer insanların hakkımızda düşündüklerinden korkmamız gerekmez. İlerlemek için diger insanlarla zorlu bir rekabete girişip, onları ezmemiz gerekmez. Başkalarından hakkımızı almak için sürekli bir gerginlik içinde olmamız gerekmez. Geçimimiz icin endişe duymamız gerek­mez, çünkü Rabbimizin ellerindeyiz.

 

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

 

 (Ey Rasûlüm, Hudeybiye gününde Rıdvan biatı ile) gerçekten sana biat edenler, (ölünceye kadar emrine bağlılık ve teslimiyyet sözü verenler), ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın kuvvet ve yardımı, o biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir. Onun için kim (biatından, verdiği sözden) cayarsa, ancak kendi aleyhine caymış olur. (Bunun cezası kendine aittir). Kim de Allah’a söz verdiği şeyi yerine getirirse, Allah da ona (yarın kıyamette) büyük bir mükâfat verecektir.) Fetih Suresi 10. Ayet

 

Biraz gayret ve havf-reca yani ümit-korku dengesi ile yaşam bekleniyor bizlerden…

 

Rabbimiz için yeterince iyi olup olmadığımız hakkında ümitsizlik ve endişelenmemize gerek yoktur. Çünkü O bize Yûsuf Suresi 87. Âyette:

 

وَلَا تَا۬يْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِاللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَا۬يْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

 

Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfir bir kavimden başkası Allah’ın hayat bahşeden rahmetinden ümit kesmez.” diye ferman buyurur. Ayrıca hata ve kusurlarımızdan arınmamız O’nu ( Cc ) çok mutlu kılar:

 

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ

 

“Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” [Bakara sûresi (2), 222] 

 

وعنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « وَالَّذِي نَفْسي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذنِبُوا ، لَذَهَبَ اللَّهُ بِكُمْ ، وَجَاءَ بِقوم يُذْنِبُونَ ، فَيَسْتَغْفِرُونَ اللَّه تعالى ، فيَغْفرُ لَهُمْ رواه مسلم .

 

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.”    Müslim, Tevbe 11

 

Kendi gereksinimlerimizi sağlaması için Rabbimize güvendikten sonra düşüncelerimizi, ailemizi, arkadaşlıklarımızı ve toplumumuzu bu “ragmen” turu sevginin üzerine kurmak hususunda daha da yogunlaşabiliriz. Yeni elde etmiş olduğumuz ” insanları her seye rağmen sevme yeteneği ” bu saf ve gerçek sevgiyi gerçekten de Rabbimizden aldığımızı kanıtlar. Yunus Emre Taptuk Emre dergahına katıldıktan sonra dünyayı ve varlıklarını Yaratan’dan dolayı sevmeyi öğrenmiş ve sevmiş, sevmeyi de yaymaya çalışmıştır. Biz de aşkın ve sevginin yolcusu bu bilgenin yolunda giderek hayatımıza şu sözü ışığında yön verelim:

 

“Yaratılanı severim yaratandan ötürü” 

 

Sevgi metodolojisi ve felsefesinin ilk bölümünü büyük filozofun sözüyle bitirmek istiyorum:

 

Eflâtun’un, “Felsefe insanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesidir” diyerek ona teolojik muhteva kazandıran tarifi de İslâmî literatürde geniş ölçüde yer almıştır (Ebû Bekir er-Râzî, s. 108; Fârâbî, Risâle fîmâ yenbaġī, s. 62; İhvân-ı Safâ, I, 297, 427, 428; II, 10, 450; III, 30, 143, 355, 371).

 

Gelecek yazımız: Bizi Yaratan Rabbimize, bizi doğrulara ileten elçilerine, aile ve çevremize hatta bütün varlığa karşı sevginin keyfiyeti…..

 

KAYNAKÇA:

 

https://islamansiklopedisi.org.tr/

 

Fahreddin er-Râzî (XX, 138 vd.),

 

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 453-454

 

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/1-fatiha-suresi

 

Elmalılı Hamdi Yazır Meali İlgili Ayetler

 

Riyazus Salihin

Prof. Dr. Muhammed Çelik, Kur’ân’ın İknâ Husûsiyeti, Işık Yayınları.

 

Kindî, Felsefî Risâleler (trc. Mahmut Kaya), İstanbul 1994, s. 4-5, 66-68, 113-114.

 

Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, I, 47.

 

Ebû Bekir er-Râzî, es-Sîretü’l-felsefiyye (nşr. P. Kraus, Resâʾil felsefiyye içinde), Kahire 1939 → Beyrut 1402/1982, s. 108.

osman esen( osmanesen@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.