39,3610$% 0.48
45,7207€% 1.43
53,6923£% 1.16
4.281,14%1,37
3.382,56%0,87
9.520,22%-1,71
Yunus Emre şöyle der:
“Şeriat, tarikat yoldur varana,
Hakîkat, marifet andan içeru.”
Şeriat, tarîkat ve hakîkat, İslâmi ilimlerle meşgul olanların sıkça karşılaştıkları kavramlardır. Şeriat, yol anlamındadır. Tarikat da benzeri bir anlam taşır. Şeriat daha umumi, tarikat ise ona nisbetle daha hususidir. Hakîkat ise, işin gerçeğidir.
Mesela, doğru sözlü olmak, Allah’ın razı olduğu güzel bir ahlâktır, yâni hakikattir. Kul, bu hakikate ermek için, ilk olarak, şeriatın وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ “Yalan sözden uzak durun.” (Hac, 22/30) emrine uyar; dilini bu günahtan uzak tutar. Daha sonra kalbine yalan söyleme arzusu gelmemesi için bir gayret ve bir faaliyetin içine girer. Sonunda kalp hiçbir zorlamaya lüzum kalmaksızın yalan söylemekten nefret eder hâle gelir. Artık o kalbe yalan yanaşamaz olur. İşte bu kişi doğru söylemenin hakikatine ermiştir.
İmam-ı Rabbani şöyle der:
“Dilin yalan söylememesi şeriattır. Kalpten yalan hâtırasını uzaklaştırmak, eğer zorlanarak olursa tarikat, eğer zorlanmaksızın olursa hakikattir.” [Serhendi, Ahmed Faruk (İmâm-ı Rabbânî) Mektubatu’r- Rabbânî, Ter: A. Kâdir Akçiçek, Cümle Yay. İst. 1986. 41. Mektup]
Şarani, bu noktada şu mühim ölçüyü nakleder:
“Kişi, hakikati şeriatı teyit edici olarak görmedikçe marifet ve ilim makamında kemâle eremez. Tasavvuf, Sünnet-i Muhammediyeye zaid bir şey olmayıp, bizzat onun kendisidir.” (Alûsî, Ruhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm, VI, 192)
Keza, Aliyyü’l-Havas ise şöyle der:
“Her kim hakikatin şeriata veya şeriatın hakikate muhalif olduğunu zannederse, cehaletini ilan etmiş olur. Çünkü muhakkikler indinde asla hakikate muhalif bir şeriat yoktur. Onlar şöyle demişlerdir: Hakikatsiz şeriat âtıl, şeriatsız hakikat bâtıldır.” (Alûsî, Ruhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’ani’l-Azîm, VI, 192)
Temsil | Şeriat | Tarikat | Hakikat | Mârifet |
---|---|---|---|---|
İnsan | Deri | Et | Kemik | İlik |
İyileşme | İlaç | İlacı içmek | Şifa bulmak | Şükretmek |
Yolculuk | Meşale | Yol | Varılacak yer | Yolculuğun anlamı |
Deniz | Gemi | Deniz | İnciler | Denizi anlamak |
Tasavvuf, insanın içsel arınmasını ve Allah’a yakınlığını esas alan, İslâm’ın derinlikli yorumudur. Bu yolculuk; şeriat, tarikat, mârifet ve hakikat olmak üzere dört temel aşamada tasvir edilir. Bu mertebeler, sadece teorik bilgiler değil; insanın nefsiyle mücadelesinde yaşadığı gerçek tecrübeleri ifade eder. Hazreti Mevlânâ’nın (Kuddise Sirruhû) bir öğrencisine anlattığı meşhur hikâye, bu mertebeleri son derece etkileyici bir şekilde açıklar.
Bir gün Mevlânâ Hazretleri’ne bir öğrencisi gelerek şu soruyu sorar:
“Efendim, Şeriat, Tarikat, Mârifet ve Hakikat arasındaki fark nedir?”
Hazreti Mevlânâ bu soruya doğrudan cevap vermek yerine öğrencisine farklı bir yol gösterir:
“Karşı medresede rahlelerine eğilmiş ders çalışan dört kişi var. Git, her birinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım.”
Öğrenci, verilen talimatı uygulamak üzere gider ve sırasıyla dört kişinin ensesine tokat atar. Aldığı tepkiler farklıdır:
Öğrenci Mevlânâ’ya döner ve gördüklerini anlatır. Mevlânâ, her birinin duruşunu, onların manevî mertebeleriyle açıklar.
İlk kişi, henüz şeriat kapısındadır. Şeriat, İslâm’ın zahirî hükümlerini ve hukuk sistemini ifade eder. Kısasa kısas ilkesini benimseyen biri olarak tokada aynıyla karşılık vermiştir.
İkinci kişi, tarikat kapısındadır. Bu kişi, nefs terbiyesi ve mürşid terbiyesi altında olduğundan içgüdüsel öfkesine hâkim olmuş, tarikatın “sana kötülük edene bile iyilik yap” prensibini hatırlayarak kendini geri çekmiştir.
Üçüncü kişi, mârifet kapısına ulaşmıştır. Bu kişi, olayların Allah’ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmektedir. Tokatın kimin eliyle geldiğini değil, hangi iradeye hizmet ettiğini merak eder. Bu yüzden sadece dönüp bakmış, olayın arkasındaki hakikati tefekkür etmiştir.
Dördüncü kişi, hakikat kapısını aşmıştır. O artık iyinin ve kötünün hakikatte bir olduğunu, hepsinin Allah’tan geldiğini tam anlamıyla idrak etmiştir. Ne tokat ne de fail onun sükûnetini bozabilir. Hakk’ın her hâliyle barışık olduğu için tepki vermez.
Modern dönemde dinî yaşantının önündeki engellerin azalması, bireylerin imanlarını daha serbestçe ifade edebilmesine olanak tanımaktadır. Kadınların tesettüre daha rahat girmesi, erkeklerin sakal bırakması, cübbe ve sarık giymesi, ilmî sohbetlerin yaygınlaşması gibi olgular, imanın sûretten hakikate doğru yolculuğunu işaret eder.
Ancak bu dış görünüşler, kalbî temizlikle desteklenmedikçe sadece şekil olarak kalabilir. Gerçek iman, kalpteki dört kötü hasletten (inkâr, tuğyan, iba ve münazaa) arındığında anlam kazanır.
Bir mürşide bağlanarak tarikat eğitimine başlayan kişi; zikir, rabıta, murakabe gibi yöntemlerle kalbindeki “masiva”yı (Allah’tan başka her şey) temizlemeye çalışır. Bu çalışmalar, nefsin perdelerini kaldırmak, kalbin Allah’ın nuruna mazhar olmasına vesile olmak içindir.
Masiva kalpten tamamen silinince, dört kötü haslet de yok olur. İşte bu noktada Allah’ın cemali o kalpte tecelli eder. Bu hâl, hakikat olarak adlandırılır.
Hazreti Mevlânâ’nın hikâyesi, tasavvufî mertebeleri sadece teorik bilgiyle değil, davranışla ve hâlle anlatmanın ne kadar etkili olduğunu gösterir. Şeriat, tarikat, mârifet ve hakikat, yalnızca kavramsal merhaleler değil, insanın nefsiyle imtihanı boyunca geçtiği psikolojik ve ruhsal hâllerin de yansımasıdır.
Zamane insanı için esas mesele; şeriatla başlayıp, tarikatla yola koyulmak, mârifetle derinleşip hakikatte fânî olmaktır. Bu, sadece bir bilgi değil, bir hâl, bir tecrübe ve bir kemâl yolculuğudur.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.