35,5435$% 0.28
36,6473€% 0.01
43,5426£% 0.17
3.100,09%0,27
2.713,92%-0,01
9.866,73%1,30
Kur’an ve Sünnet’te şehvet kavramı, insanın fiziksel ve ruhî yönlerini doğrudan etkileyen temel bir duygu olarak ele alınmaktadır. Müslüman düşünürler, bu kavramı hem psikolojik hem de ahlâkî açıdan geniş bir çerçevede inceleyip Grek felsefesinden intikal eden görüşlerle İslâm düşüncesini mezcederek çeşitli tanımlar ve değerlendirmeler yapmışlardır.
Kur’an insana verilen aklın şehveti iyiye yada kötüye kullanacak kabiliyette olduğunu ifade eder.
“وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ”
“Biz ona iki yolu (hayır ve şer) gösterdik.” (Beled, 10) Bu âyet-i kerîme (“وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ”) insana yaratılışı itibarıyla hem iyiyi hem de kötüyü seçme kabiliyeti verildiğini vurgular. Şehvet ise insanın doğasında yer alan, psikolojik ve ahlâkî boyutları bulunan bir duygudur. Kur’ân ve Sünnet’te, bu duygunun doğru veya yanlış yönlere sevk edilebileceği, insanın kendi tercih ve iradesiyle şekillenebileceği belirtilir.Dolayısıyla “وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ” âyeti, Allah’ın insana hem hayır hem de şer yolunu tanıttığına, insanın da bu yollardan hangisini seçeceği konusunda özgür olduğuna işaret eder. Şehvet konusunda da kişi, Allah’ın insana fıtrî olarak verdiği bu gücü meşrû dairede kullanmayı tercih edebileceği gibi, onu hatalı bir şekilde yönlendirebilir. İşte bu âyet, şehvetin kontrol edilip edilmemesinde tamamen insanın kendi iradesinin belirleyici olduğunu hatırlatan bir delil niteliğindedir.
Râgıb el-İsfahânî (ö. 502/1108), insanda biri hayvanlara, diğeri meleklere benzeyen iki yönün bulunduğunu belirtirken bu âyeti delil olarak zikreder (eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, s. 89). Gazzâlî (450-505/1058-1111) ise şehveti, insanın bedenî arzularını ifade eden bir duygu olarak görür ve onun ölçülü kullanımının (iffet) insanı kemale ulaştıracağını söyler (İḥyâʾ, III, 53-54).
İhvân-ı Safâ risâlelerinde insanın bütün bilgi ve ahlâk yeteneklerinin nebatî-şehvânî, gazabî ve nâtık nefis denilen psikolojik güçlerden doğduğu belirtilir ve bu yeteneklerin her biri için “şehvet” kelimesi kullanılır. İhvân’a göre şehvânî ve gazabî nefis insandaki kötü huyların, nâtık nefis ise iyi huyların kaynağıdır (er-Resâʾil, III, 312-315, 364-368).
İbn Sînâ (370-428/980-1037) da insan nefsinin diğer canlılarla ortak olan başlıca yeteneklerinden “arzu gücü”ne bağlı iki duygunun gazap ve şehvet olduğunu, şehvet duygusunun lezzeti, gazabın ise galebeyi, yenmeyi, sahipliği istediğini belirtir (en-Necât, s. 342-343, 627).
Ebü’l-Hasan el-Mâverdî (364-450/974-1058), şehvetin kötülükleri iyilik, çirkinlikleri güzellik gibi göstererek aklı çeldiğini, bu sebeple yapılan her kötülükte şehvetin tesiri bulunduğunu söyler (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 310). Ona göre şehvetin başlıca iki türü vardır:
İlk tür, akıl ve din tarafından menedilir. Çünkü ifrat derecesinde eziyet, sapma derecesinde zarar söz konusudur. İkinci tür şehvet de insanı azgınlığa ve aşağılık bir duruma düşürecek sapmalara yol açabilir. Mâverdî, şehveti kontrol etmenin yollarına dair farklı görüşlere işaret eder; kimileri haz veren şeylerden tamamen uzak durmayı, kimileri mubah olanlardan faydalanmayı uygun görür. Kendisi ise mubah olan nefsânî arzular karşısında bile orta yolu tercih eder (a.g.e., s. 335-336).
Râgıb el-İsfahânî (ö. 502/1108)’ye göre insandaki bütün kötü huylar, “fikir, şehvet ve hamiyet (öfke-gazap)” denilen üç yeteneğin bozulmasından doğar. Şehvetin aşırılığı veya zayıflığı çeşitli reziletleri beraberinde getirir (eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, s. 100). Ayrıca İsfahânî, biri doğru diğeri yalancı olmak üzere iki tür şehvetten bahseder. Doğru şehvet, beden sağlığının korunması için gerekli nimetlere yönelik arzudur; yalancı şehvet ise yokluğu insanı tehlikeye atmayacak, fakat aşırı talep edildiğinde zarara yol açabilecek şeylere duyulan arzudur (el-Müfredât, “şhv” md.).
Râgıb el-İsfahânî, şehvetin iyi ve kötü türlerinin varlığına dikkat çeker. Beden sağlığına yararlı olan iyi şehvetin Allah tarafından verildiğini, sırf bedenî lezzetler uğruna haddi aşan kötü şehvetin ise insanın kendi eseri olduğunu belirtir. Düşüncenin akılla şehvet arasında nasıl şekillendiğine vurgu yapan İsfahânî, düşüncenin üstteki akla yöneldiğinde iyilikler, alttaki şehvete yöneldiğinde kötülükler ürettiğini söyler. Onun için eğitim, insanı hak-bâtıl ve doğru-yanlış ayırımını yapacak olgunluğa eriştirir (eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, s. 108-109, 111).
Şehvet, insanda en erken ortaya çıkan ve etkisi en ağır olan güçtür (a.g.e., s. 117-119). Bu yüzden eğitilmesi de en zordur. Şehveti, kontrol altına alan kişi gerçek hürriyetini kazanmış sayılır. Ayrıca şehvet, cennetteki maddî lezzetleri de arzulatan bir etkiye sahiptir.
Râgıb el-İsfahânî’nin görüşlerini yer yer aynı ifadelerle tekrarlayan Gazzâlî ( İḥyâʾ, III, 7, 9, 56-57; Mîzânü’l-ʿamel, s. 30-31, 47, 54), İḥyâʾ adlı eserinin yirmi ikinci bölümünü nefsin terbiye edilmesi ve ahlâkın güzelleştirilmesine, yirmi üçüncü bölümünü de mide şehvetiyle cinsel şehvetin dizginlenmesine ayırmıştır (III, 48-107).
Gazzâlî’ye göre insanın temel amacı, ister dünyada ister âhirette olsun, mutluluğa (saâdet) ulaşmaktır. Bu hedefe erişmek için aklın rehberliği şarttır. İnsana özgü yetkinlik, akla göre davranmakla kazanılır. İnsanî kemale giden yolda en büyük engel, “şehvet ve gazap” gibi diğer canlılarla paylaşılan güçlü duygulardır. Şehvet aklın kontrolüne girdiğinde iffet, gazap dizginlendiğinde de cesaret erdemi kazanılır (İḥyâʾ, III, 53-54, 57; Mîzânü’l-ʿamel, s. 67-69).
Gazzâlî (450-505/1058-1111), ahlâkî zaafların ve nefsânî arzuların en büyük kaynağı olarak “mide şehveti”ni öne çıkarır. Ona göre insan, yeme içme konusunda ölçüyü kaçırdığında diğer bedensel arzuların da kontrolünü yitirmesi kolaylaşır. Çünkü bedenin ihtiyaç duyduğundan fazla besin alması, şehvet duygusunu artırır ve insandaki kontrol mekanizmalarının zayıflamasına yol açar. Gazzâlî, İḥyâʾ adlı eserinin (III, 80-99) geniş bir bölümünde açlığın fazilet ve faydaları ile mide şehvetini yenmenin yolları üzerinde durur.
Gazzâlî, tasavvuf geleneğinden de beslenerek aç kalmanın faydalarını ayrıntısıyla inceler:
Gazzâlî’ye göre mide şehvetiyle mücadelede aşırılıklardan uzak durmak esastır. İfrat ve tefrit bu konuda da zararlıdır:
Bu sebeple Gazzâlî, yeme içme konusunda “kifâye miktarı”nı yani ihtiyacı kadar beslenmeyi, aşırıya kaçmamayı tavsiye eder. Onun nazarında kişinin ibadet, ilim, çalışma gibi hususlarda zinde kalabilmesi için gereken ölçü en doğru dengedir.
Mide şehveti, yalnızca beden sağlığını veya ibadet performansını etkilemekle kalmaz; bencillik, cimrilik, oburluk ve israf gibi ahlâkî zaafları da doğurabilir. Kişi, kanaat duygusunu kaybettikçe dünyaya meyleder, mal ve nimet tutkusunu artırır. Bu da toplumsal ilişkilerde adaletsizliğe, haksızlıklara ve hatta zulme kadar varabilecek çarpıklıkların zeminini hazırlayabilir.
Gazzâlî’nin “mide şehveti” kavramına yüklediği anlam, İslâm ahlâk düşüncesinde insan nefsinin disiplin altına alınmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Yeme içme konusunda itidal çizgisini koruyan ve bedensel arzuları aşırı beslemekten sakınan kişi, ruh dünyasını da arındırmaya başlayarak diğer ahlâkî erdemlere daha kolay ulaşabilir. Bu sebeple Gazzâlî, yemek içmek de dahil olmak üzere dünya nimetlerinden faydalanırken ölçülü davranmayı, asıl maksadın “nefsin eğitimi ve Allah’a kulluk” olduğunu daima hatırda tutmayı tavsiye eder. Böylece insan, mide şehveti başta olmak üzere tüm bedensel arzuları kontrol altına alarak hem ruhî olgunluğa hem de gerçek özgürlüğe erişme yolunda büyük bir mesafe katetmiş olur.
Gazzâlî’ye göre cinsel şehvet, insan tabiatına iki önemli fayda sebebiyle yerleştirilmiştir:
Ancak bu duygu kontrolden çıkıp aşırılığa varırsa kişinin dinini ve dünyasını mahvedebilir. Bundan dolayı, tıpkı mide şehveti gibi cinsel şehvet de ifrat ve tefritten sakınılarak aklın ve dinin belirlediği ölçüde tutulmalıdır (İḥyâʾ, III, 99-103, 106).
“قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ … قُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ …”
“(Resûlüm!) Mümin erkeklere söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, iffetlerini korusunlar…” (Nûr 24/30-31)
Gazzâlî, cinsel şehvetin dizginlenmesinde göz ve diğer uzuvlarla işlenen “zinaya yaklaşma” fiillerini de ele alır. Ve şu hadisi örnek verir:
رقَدْ كُتِبَ عَلَى ابْنِ آدَمَ حَظُّهُ مِنَ الزِّنَا مُدْرِكٌ ذَٰلِكَ لَا مَحَالَةَ، فَالْعَيْنَانِ زِنَاهُمَا النَّظَرُ، وَالْأُذُنَانِ زِنَاهُمَا الِاسْتِمَاعُ، وَاللِّسَانُ زِنَاهُ الْكَلاَمُ، وَالْيَدُ زِنَاهَا الْبَطْشُ، وَالرِّجْلُ زِنَاهَا الْخُطَا، وَالْقَلْبُ يَهْوَى وَيَتَمَنَّى، وَيُصَدِّقُ ذَٰلِكَ الْفَرْجُ أَوْ يُكَذِّبُ ““Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– buyurdular ki: ‘’Âdemoğluna zinadan alacağı pay mutlaka yazılmıştır; bundan kaçış yoktur. Gözlerin zinâsı (harama) bakmaktır, kulakların zinâsı (haram sözleri veya şeyleri) dinlemektir, dilin zinâsı (haram) söz söylemektir, ellerin zinâsı (haram) tutmaktır, ayakların zinâsı (harama) yürümektir, kalp (harama) meyleder ve arzular; sonunda ise (bu arzuyu) tenasül uzvu (fiilî olarak) ya doğrular ya da yalanlar.”(Müsned, II, 276, 317, 369; Buhârî, “İstiʾẕân”)
Bu hadiste, göz zinası bakmak, dil zinası konuşmak ve benzeri yollarla cinsel arzunun kışkırtılması kınanmakta; esasen bütün şehevî davranışların başlangıcında, insanın kendi iradesiyle meylettiği bir bakış veya söz olduğuna dikkat çekilmektedir. Gazzâlî, kalbin boş kaldığında aşka meyledebileceğini, dolayısıyla kişinin gönlünü meşgul etmesi gerektiğini söyler. Öte yandan bütün bu uyarılara rağmen cinsel duyguların tamamen yok edilmesinin de yaratılış hikmetine aykırı olduğunu vurgular (İḥyâʾ, III, 99-103, 106).
Gazzâlî, gerçek hürriyetin şehevî arzuları yenmekle elde edileceğini,
çok sayıda hükümdarın bile şehvetleri karşısında köle durumuna düştüğünü söyler.
Şehvetin kontrol altına alınması riyâzet ve mücâhede ile mümkündür.
Bu bağlamda “amel” kavramının asıl anlamı, “nefsin şehevî duygularını terbiye etmek, öfkeyi dizginlemek ve bu iki sıfatı akla boyun eğecek şekilde kontrolde tutmak”tır. Faziletlere ulaşmanın yolu budur (Mîzânü’l-ʿamel, s. 19, 36-37).
Şehvet, insanın hayvanlarla ortak olduğu yönünü temsil eden, ancak doğru terbiye edildiğinde insanı kemale götüren bir güçtür. İhvân-ı Safâ, İbn Sînâ (370-428/980-1037), Mâverdî (364-450/974-1058), Râgıb el-İsfahânî (ö. 502/1108) ve Gazzâlî (450-505/1058-1111) gibi İslâm âlimleri, şehveti ne bütünüyle öldürmeyi ne de sınırsızca serbest bırakmayı savunmuş, onun akıl ve din ölçüleri içinde itidal noktasında tutulmasını öğütlemişlerdir. Bu perspektiften bakıldığında şehvet, hem kişinin nefsini kontrol altına alarak gerçek özgürlüğe ulaşmasına hem de ahlâkî olgunluğa erişmesine vesile olabilecek bir imkân olarak değerlendirilmiştir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.