35,5435$% 0.28
36,6473€% 0.01
43,5426£% 0.17
3.100,09%0,27
2.713,92%-0,01
9.866,73%1,30
اللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ وَبَارِكْ لَنَا فِي رَمَضَانَ.
İmam Ahmed, el-Müsned’de ve diğer kaynaklarda, Enes bin Malik’ten (r.a.) rivayet ettiğine göre, Nebi (s.a.v.) Receb ayı girdiğinde şöyle dua ederdi: “Allahım, bize Receb ve Şaban ayında bereket ver ve Ramazan ayında da bereket ver.”
Müslümanın, yukarıda belirtilen dua ile dua etmesi Peygamberimiz tarafından tavsiye edilir. Çünkü bu dua, sünnete uygun bir duadır.
Bu dua, müslümanın Receb, Şaban ve Ramazan aylarına özel bir bereket dileğiyle yapılan dua olup, bu ayların manevi atmosferinden en iyi şekilde faydalanma arzusunu ifade eder. Ayrıca, bu dua, Allah’tan bu özel zaman dilimlerinde hayır, rahmet ve bereket talep etmenin bir örneğidir.
“Recep” kelimesi, Arapçada “tercih” veya “yücelik” anlamlarına gelen bir kökten türemiştir. Eski Arap toplumlarında, bu aya özel bir saygı gösterilir ve mümkün olduğunca kavga ve çekişmeden uzak durulurdu. Toplum düzenini ve barışı koruma amacıyla, Recep ayında olumsuz tutum ve davranışların terk edilmesi önemli bir gelenek hâlini almıştı. Aynı zamanda “Recep” kelimesinin “yücelik” ve “tercih” manasına işaret etmesi, ayın manevi ve toplumsal açıdan yükseltici yönünü açıklar. Kişinin kendi nefsini arındırması ve toplumsal barışa katkı sunması için önemli bir fırsat da sunar…
Recep ayı, eski Araplar tarafından savaşsız ve çatışmasız geçirilmesi gereken bir dönem olarak kabul edilirdi. Bu kültürel miras, İslam’ın getirdiği barış ve huzur ilkeleriyle de uyumlu bir çerçeve kazanmıştır. Müslümanlar, bu ayı hem toplumsal hem de bireysel anlamda “saygı ve barış ayı” olarak görürler.
Müslümanlar, Recep ayını ibadet, dua ve Allah’ı zikretme konusunda daha fazla gayret göstererek değerlendirmeye çalışırlar. Bu dönemde yapılan iyi ameller ve ibadetler, kişinin manevi hayatını zenginleştirir. Ayrıca tefekkür, tövbe ve istiğfar gibi iç derinleşme ve arınma yolları da bu ayın ruhuna uygun bir şekilde yaygınlaşır.
Recep ayında gerçekleşen en önemli hadiselerden ikisi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) yaşadığı İsra ve Miraç mucizeleridir. Bu iki olay, İslam tarihinde hem inanç hem de ibadet boyutunda köklü etkiler doğurmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav), bir gece vakti Mescid-i Haram’dan (Mekke) Mescid-i Aksa’ya (Kudüs) götürülmüştür. Bu olağanüstü yolculuğa “İsra” adı verilir.
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
“Geceleyin, kullarından birini, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. O, her şeyi işiten ve her şeyi görendir.” (İsra, 1)
Bu ayet, Peygamberimizin gece yolculuğunun Allah katında büyük bir hikmete dayandığını ve kendisine ilâhî âyetlerin (delillerin) gösterildiğini vurgulamaktadır.
Peygamberimiz (sav), İsra yolculuğunun ardından Mescid-i Aksa’dan göklere yükseltilmiş ve Allah’ın huzuruna kabul edilmiştir. Bu semavî yükselişe “Miraç” denir.
Vahyin kaynağı ve Hz. Peygamber’in üstün mertebesi hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmayan Kur’an ve içindeki miraç ile ilgili ayetler, insan aklını maddi sınırların ötesine taşıyan derin bir üslupla sunulmuştur. İlk bakışta müşahhas bir tasvir gibi görünse de, ayetlerin amacı, Mekke putperestlerinin somut varlıklara tanrısallık izafe etme eğilimlerini reddetmek ve inancı yüce bir hakikat zeminine oturtmaktır.
Surenin inişi erken Mekke dönemine dayanmakla birlikte, özellikle 7-10. ayetlerin Miraç olayıyla bağlantılı olduğu kabul edilir. Bu ayetlerde, vahyin Hz. Peygamber’e nasıl ulaştığı ve bu sürecin derin manevi boyutları anlatılır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَىٰ . ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ . فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ . فَأَوْحَىٰ إِلَىٰ عَبْدِهِ مَا أَوْحَىٰ
“O, en yüksek ufukta idi. Sonra yaklaşarak alçaldı. O, iki yay kadar ya da daha yakın oldu. Allah da ona vahyetti.” (Necm, 7-10)Bu ayetlerde geçen “O” zamiri, genel kabul gören yorumlara göre Cebrail (a.s.)’ı işaret eder. “En yüksek ufuk” (الأُفُقِ الْأَعْلَىٰ), Cebrail’in gözüktüğü ve Hz. Peygamber’in onu ilk gördüğü ufki noktadır. Bu, bir anlamda vahyin başlangıç anının manevi bir tasviridir.
“Yaklaştı ve alçaldı” (ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّىٰ) ifadesi, Cebrail’in Hz. Peygamber’e doğru yaklaştığını ve vahiy için gerekli irtibatın sağlandığını gösterir. “İki yay kadar ya da daha yakın oldu” (فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ) ifadesi, bu yakınlığın ne denli özel ve doğrudan olduğunu anlatmak için bir mecazdır. Burada vahyin doğrudan ve kesintisiz bir şekilde Hz. Peygamber’e iletildiği vurgulanır.
Bu ayetler vahiy anının manevi ve metafizik boyutunu ifade ederken, aynı zamanda Hz. Peygamber’in Allah’ın elçisi olarak taşıdığı sorumluluğun büyüklüğünü de gösterir.Vahyin gerçek sahibi Allah’tır ve O, Cebrail aracılığıyla bu ilahi kelamı Hz. Peygamber’e ulaştırmıştır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىٰ . عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىٰ . عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَىٰ . إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَىٰ . مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ . لَقَدْ رَأَىٰ مِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَىٰ
“Andolsun ki, onu (Cebrail’i) bir başka inişte daha gördü. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Me’va cenneti onun yanındadır. Sidre’yi bürüyen bürümüştü. (Peygamber’in) gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun, o Rabbinin en büyük ayetlerinden birini gördü.” (Necm, 13-18)
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَىٰ . إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىٰ . عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَىٰ
“O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Ona (bu vahyi) üstün kuvvetlere sahip (Cebrail) öğretmiştir.” (Necm, 53/3-5) Bu ayetler, şu ifadeleri içeriyor:
Bu ayetler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) her söylediğinin ve yaptığı her şeyin, tamamen Allah’tan aldığı vahye dayalı olduğunu belirtir. O, kendi istek ve arzularına göre hareket etmez, tüm bildirdikleri vahiy ve Allah’tan gelen emirlerdir. Vahiy, Allah’ın en güçlü meleği olan Cebrail (a.s.) tarafından ona öğretilmiştir.
Ayetlerde, Cebrail’in üstün vasıfları ve Hz. Peygamber’in onunla olan buluşması tasvir edilir. Cebrail’in “asıl şekliyle” görünmesi, Hz. Peygamber’in vahyi doğrudan alması ve Sidretü’l-Müntehâ’da yaşanan manevi tecrübe, insan idrakini aşan sahnelerle aktarılmıştır. فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَىٰ “İki yay kadar hatta daha yakın” (Necm, 53/9) ifadesi, bu buluşmanın benzersizliğini ve vahyin doğrudanlığını vurgular.
Bu ilahi yolculukta Hz. Peygamber’in gözünün kaymaması, kalbinin gördüklerini tasdik etmesi ve tüm bu tecrübeyi tam bir teslimiyetle yaşaması, onun peygamberlik makamının ne denli yüce olduğunu gösterir. Sidretü’l-Müntehâ’da (yaratılmışların ilminin ve melekûtun ulaştığı son sınır) yaşanan bu olağanüstü buluşma, yalnızca Hz. Peygamber’e has bir lütuf ve insanlığa ulaştırılan vahyin güvenilirliğinin mutlak bir delilidir.
Bu ayetlerin tasviri, hem aklı hem kalbi doyuran bir hakikat sunarken, insanı maddi sınırlardan çıkarıp ulvi bir hakikatin kapılarına taşır. Miraç hadisesi, Hz. Peygamber’in Allah katındaki değerini ve vahyin ne derece sağlam bir kaynaktan geldiğini bir kez daha ortaya koyar.
Miraç ve İbadet Hayatının Yükselişi
Müslümanlara farz kılınan beş vakit namazın, Miraç hadisesiyle birlikte emredildiğine dair rivayetler, bu özel buluşmanın ibadet hayatındaki önemli etkilerini ortaya koyar. Miraç, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) semaya yükselerek Allah ile doğrudan görüştüğü bir gecedir ve bu kutlu gece, ümmetin maneviyatını artırma amacı taşır. Namaz, yalnızca bireysel bir ibadet olmanın ötesinde, ümmetin ruhsal yükselmesine vesile olacak bir yönüyle farz kılınmıştır. Bu yönüyle Miraç, sadece Peygamberimize değil, bütün müminlere bir manevî terfi fırsatı sunmuştur. Beş vakit namaz, hem insanın iç dünyasında huzur ve dengeyi sağlarken, hem de toplumsal bağları güçlendiren bir ibadet olarak belirlenmiştir.
Hüzün Yılı ve İsra-Miraç’ın Manevi Yükselişi
İsra ve Miraç, Hz. Muhammed’in (sav) hayatında “Hüzün Yılı” diye anılan, zor ve kederli bir dönemin hemen sonrasında gerçekleşmiştir. Bu yıl, Peygamber Efendimiz’in (sav) hem amcası Ebu Talib’in (ö. 620) hem de değerli eşi Hz. Hatice’nin (ö. 620) vefatıyla derin bir üzüntü yaşadığı bir dönemdir. Hz. Hatice, 556 yılında doğmuş ve 620 yılında vefat etmiştir; Ebu Talib ise 539 yılında doğmuş, 620 yılında vefat etmiştir. Bu ağır kayıpların ardından, Peygamber Efendimiz (sav), Miraç vesilesiyle ilâhî teselliye ve manevi yükselişe mazhar olmuştur.
Recep ayı, manevi yoğunluğun arttığı ve ibadetlerin daha derin bir şuurla yerine getirildiği müstesna bir zaman dilimidir. Bu ayı ihyâ etmek, Müslümanlar için hem bireysel arınma hem de toplumsal dayanışma adına pek çok fırsat sunar.
Recep ayı, İslam takviminde haram aylar arasında yer alması ve birçok tarihî/kutsal hadiseye ev sahipliği yapması sebebiyle müstesna bir konuma sahiptir. Eski Arap toplumlarında da büyük bir saygı gösterilen bu ay, İslam’ın barış, huzur ve manevi yükseliş ilkeleriyle bütünleşerek günümüze taşınmıştır.
Özellikle bu ay içinde gerçekleşen İsra ve Miraç mucizeleri, Peygamber Efendimiz (sav) için derin bir teselli ve yücelme vesilesi olmuş, ümmet içinse namaz gibi en temel ibadetlerden birinin doğrudan Allah’tan emir olarak alınmasına imkân sağlamıştır.
Bu bakımdan, Recep ayı boyunca ibadetlere ve hayırlı işlere yönelmek, kişinin hem iç dünyasında arınmasına hem de toplumda barış ve huzurun yayılmasına katkıda bulunur. “Recep-i Mudar” olarak anılmış bu mübarek ay, Müslümanların kalplerini arındırıp yüceltecek, imanlarını tazeleyecek bir manevî iklim sunmaktadır.
Kaynak:
Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 5, Sayfa: 195-165
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.