Peygamber Sevgisinin Edebiyata Yansıması: Mevlid-i Nebi Geleneği

Peygamber Sevgisinin Edebiyata Yansıması: Mevlid-i Nebi Geleneği

Peygamber Sevgisinin Edebiyata Yansıması: Mevlid-i Nebi Geleneği

İnsanlık tarihinin en önemli olaylarından biri Hz. Peygamberimiz (s.a.v)’in dünyaya teşrif etmesidir. Çünkü insanlık tarihinde en büyük devrimi gerçekleştiren şahsiyet Hz. Peygamberdir. Arap Yarımadasında, tarihin hiçbir döneminde devlet kuramamış göçebe ve bedevi bir toplumda yetim ve öksüz bir zat çıkıyor, içerisinde yetiştiği toplumda 40 yaşına kadar yaşayıp bu yaşta Peygamberlik verildiği andan itibaren bulunduğu toplumu kısa sürede dönüştürüyor. 40 yaşından vefat ettiği 63 yaşına kadar ki peygamberlik süresinin 10 yılı Mekke’de, 13 yılı Medine’ de geçmiştir. Mekke dönemi ‘davet’ dönemidir. Kuran surelerinin 114 tanesinin 84’ü Mekki’dir. Bu sureler hep, mücadele ve insanları hak yola davet, temelde iman ve ahlak esaslı ilkeleri içermektedir. Bu ayetler insanları düşünmeye sevk edip Allah’a (cc) davet eden, insanın kendisini tanıması, Allah’ı tanıması, yaşanması gereken ideal hayatın ne olduğu, kısa ama çarpıcı ifadelerle anlatan sloganvari seslenişlerin olduğu ayetlerdir. İlahi emir sonucu Mediye’ ye hicret emri alınıyor. Hicretten 10 sene sonra ise devlet kuruyor. Bu devlet adalet, rahmet, şefkat, merhamet devletidir. Bu devlet saltanat üzerine kurulmuş, başka ülkeleri sömürgeleştirmek için, insanları köleleştirmek için kurulmuş bir devlet değildir. Efendimiz (sav)’in hayatına bakınca görüyoruz ki gerek Mekke gerek Medine döneminde sıradan insanlar gibi yaşıyor. Kendine özgü özel bir kıyafeti yok. Öyle ki dışardan mescide giren birisi ‘Hanginiz Peygambersiniz?’ deme ihtiyacı hissediyor ki insanların arasında onu tanıyamadığından dolayı. Devletini kurduktan sonra ne sarayı var ne köşkü var ne polisi var ne fedaisi var ne koruyucusu var ne de hapishanesi var. İşte böyle bir devlet. Bütün insanlığa kucağını açmış bir Rahmet Peygamberi…‘Resulüm! Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.’ (Enbiya/21)

‘Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta (vasat) bir ümmet yaptık.’(Bakara/143)… ‘Orta ümmet’ demek ‘adaletli ümmet’ demektir bir anlamda. Çünkü insanlık değerlerinin kuma gömüldüğü bir zamanda kısa sürede adaletiyle ahlaki ve vicdani değerleri tüm topluma yaymış bir peygamber ve onun güzide nesli gözümüzün önünde durmaktadır. Mehmet Akif Ersoy, ‘Bir Gece Şiiri’nde ne güzel dile getirmiş:

Dünya neye sahipse onun vergisidir hep,

Medyun ona cemiyeti medyun ona ferdi,

Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet,

Ya Rab! mahşerde bizi bu ikrar ile haşret.

Baktığımız zaman bugünkü medeni dünya bile çok şeyi İslam’a borçludur. İslam’ın o dönemde ezilen kadınlara verdiği değer ve hakkı; onları değersiz gören bir anlayışa karşı mirasta hak tanıyan, bütün insanların Allah katında eşit olduğunu savunan bir anlayışı hâkim kılıyor. Kendisiyle konuşmak için gelen birinin titrediğini görünce: ‘Ne korkuyorsun!Ben de senin gibi kurutulmuş deve eti yiyen dul bir kadının çocuğuyum’ anlayışıyla hareket eden bir Nebi. İşte bu gibi değerler nedeniyle rahmet devleti kısa zamanda İslam medeniyetine dönüşmüştür. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim Allah rızasını kazanmak ve ahiret mutluğuna ulaşmak isteyenler için Hz. Peygamber’in ‘üsve-i hasene’ (en güzel örnek) olduğunu insanlara bildirmektedir. 

Efendimiz’in şairlerinden kabul edilen Hasan b.Sabit, Efendimize olan sevgisi vesilesiyle şu mısraları kaleme alıyor:

Akla sen gelirsin güzel denince

Senden daha güzel doğmadı bence

Bütün kusurlardan arıtılmışsın

Sanki yaratıldın kendi gönlünce

Yine Efendimizin şairlerinden Ka’b b.Züheyr, Efendimiz için 58 beyitlik bir kaside yazmıştır ki buna kaside-i bürde denilir. Bu, ilk kaside kabul edilir. Kasideyi Efendimize okuduğu an,  Efendimiz hırkasını ona hediye etmiştir ki o hırka günümüzde Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. Efendimize olan sevginin kaside ve şiirlerle ifade edilmesine Efendimiz de hediyelerle karşılık vermiştir. Üzerindeki hırkasını hediye etmesi ise sanatını hak dava yolunda kullanan sanatkârları teşvik anlamında manidar bir davranıştır.

Hz. Peygamberimiz; bir baba, dede, komutan, öğretmen, din adamı, tüccar, çoban vs. olarak insanlar için en iyi rol model olduğu için toplumun her kesimi onu örnek alıyor ve seviyordu. Esasen onu ahlaki, iş, ev, bireysel ve toplumsal yaşantımızda örnek aldığımız ölçüde hayatımız, toplumumuz ve dahi ümmet kurtuluşa erecektir. Efendimizin, Veladet-i Nebi yani dünyaya teşrifi ile getirdiği değerlere ve ışığa bugün daha da muhtacız. Efendimizin insanlığın huzuru ve selameti için en büyük katkısı kendi şahsında numune insan tipini ortaya koyuşudur. 

Hz. Peygamberimize duyulan saygı ve sevgi her alanda olduğu gibi sanat alanımızda da kendini göstermektedir. Gerek edebiyat alanında kaside, naat, mevlit ve şiirlerle, gerek manzum siyer eserleriyle gerek hilye ve yazı sanatlarıyla O’na (sav) duyulan sevgi en güzel biçimlerde ifade edilegelmiştir. İslam âleminin en meşhur edebiyatçı ve yazarları en güzel eserlerini O’na ayırmışlar veya O’ndan bahsetmişlerdir. Çünkü din sevgisi Peygamber sevgisi ile kendini temsil eder ve gelişir. Yüce Yaratıcımız ayrı bir varlık olduğundan Hz. Peygamberimizin ise insanlar içinden olması O’nun şahsında Allah’a olan sevgimizi ve imanımızı ifade etmemize vesile olmaktadır. Nitekim insanlar Hz. Peygamberin Allah’tan getirdiği vahiy sayesinde Allah ile iletişim kurabilmektedir. Dinle ilgili bütün hususları bize Hz. Peygamber bildirmektedir. Dolayısıyla, din sevgisi peygamber sevgisi ile kaimdir; O’nu ne kadar iyi tanırsak iman noktasında o kadar tatmine ulaşırız. Edebiyatçılar da bunları bildikleri için Hz. Peygamber için şiirler ve eserler yazmışlardır. Mesela Osmanlı döneminde yazılmış en önemli eser Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu Vesiletü’n-Necat’tır. O kadar etkilidir ki Osmanlı coğrafyasında Türk olsun olmasın herkesi büyülemiştir. Tabiri caizse Süleyman Çelebi, Efendimizi destanlaştırmıştır. Bu eser, Peygamber ve din sevgisini canlı tutan başarılı bir eser olarak karşımızda durmaktadır. Ziya Paşa’ya ‘Siz de büyük bir şairsiniz. Çelebi gibi bir mevlit de siz yazsanız olmaz mı?’ denilince o, mevlitteki ‘Bir acep nur kim güneş pervanesi’ (Peygamber öyle bir nur ki güneş bile etrafında yörünge gibi pervane olmuş dönüyor) dizesini okuyup şöyle cevap veriyor: ‘Bunun üstüne söz söylenmez.’

Şiir dediğimizde olağanüstülükler ve imkânsızlıklar barındıran ifadelerin olmaması kaçınılmazdır. Çünkü bu bir edebiyattır, sanattır; olması istenen şeylerin yazıyla ifade edilmesidir. Bu yüzden mevlidi bu noktadan eleştirmek de yersiz bir tutumdur. Şairin, şiirinde Hz. Peygamberi övmesi için olağanüstü ifadelere yer vermesi ve sevgisini böyle göstermesi en doğal hakkıdır. Peygamber sevgisinin, O’na duyulan aşk ve samimiyetle dile getirildiği  bu eserin ülkemizin her tarafında, yurtdışında hep bir ağızdan okunması bilerek okutulmak istense dahi bu kadar etkili olamazdı. Çeşitli dillerde ve farklı kişilerin yazdığı mevlit eserleri dahi bu denli yaygın şekilde okunmamaktadır. Bu ise tamamen bir sevgi ve aşk yolculuğunun iz düşümüdür. O zamanlar Bursa Ulu Cami imam hatibi olan Süleyman Çelebi gibi, âşık bir din gönüllüsü olmak anlamında kendisi bizlere bir örneklik yapıyor. O nasıl bir Hz. Peygamber aşkıdır ki dil farklarını ve coğrafyaları aşıp gitmektedir. Mevlit olarak bildiğimizi eserin adı dahi Vesiletü’n-Necat yani Kurtuluş Vesilesi’dir. Çelebi, Hz. Peygamber’e duyduğu aşkı bu şekilde ifade ederek bir nevi O’na duyduğu aşk vesilesiyle kurtuluşa ermeyi ümit ediyor gibi. Mevlitte Hz. Peygamberimizin dünyaya teşrifini ifade eden öyle bir mısra vardır ki başka hiçbir şair veya eserde bu şekilde bir anlatıma, tasvire ve ifadeye rastlamak mümkün değildir. Şöyle ki;

Yaratılmış cümle oldu şadüman (Yaratılmışların hepsi adeta bayram etti)

Gam gidüp alem yeniden buldu can (Alem O’nun doğumu ile yeniden can buldu)

Cümle zerrat-ı cihan-idub nida (Kainattaki her bir zerre şöyle nida etti)

Çağrışuben dediler kim merhaba (Merhaba -Ey Fahri Alem Muhammed Mustafa-)

 

Süleyman Çelebi’nin bu eşsiz anlatımı sanki doğumu esnasında kendisi Hz. Peygamberimizin yanındaymış gibi bir hissiyat vermektedir. Meleklerin nasıl geldiğini, annenin heyecanını öyle güzel tasvir ediyor ki ancak bu olaya şahit olanın böyle bir anlatıma sahip olabilmesi gerekirdi. Anlatabileceği her şeyi canlı kelimelerle ifade ederek yaşamış gibi bir atmosfer sunuyor bizlere.

Mevlit metnine anlayarak bakılmadığı zaman içerisindeki anlatımlar sadece musiki ve makam icrası gibi gelebilir insana. Ancak Veladet Bahri’nde okuyanla birlikte herkesin ayağa kalktığı o dizelere gelinince neden ayağa kalkıyoruz iyi düşünmek gerekir. O dizelere kadar Hz. Peygamberimizin doğumu öncesi yaşananları tasvir eden mısralar artık Hz. Peygamberimizin doğumunu anlatmaya geçtiği için O’nu herkes bir nevi ayakta karşılamaktadır. Arap toplumunda yer alan mevlitler de bulunmaktadır ancak onlarda bizdeki gibi ayağa kalkma bulunmamaktadır. Ayağa kalkıp salat-selam getirilir ve dua edilir, tekrar oturulur. Bu, Hz. Peygamberimize duyulan saygının temsili bir göstergesidir.

Normal şartlarda ilk yazılan eserler son yazılan eserlere nispetle daha eleştirel olabilir ve sonra ortaya konanlar ilk yazılana bakılarak daha iyi bir eser olarak karşımıza çıkabilirdi. Ancak Süleyman Çelebi’nin mevlidinin yeri şimdiye kadar doldurulabilmiş değildir. Kültürümüze o kadar yerleşmiş ve kalmıştır ki; çocuk doğunca, hanım veya erkekler kendi aralarında toplanınca, sünnet merasimlerinde, asker uğurlamada, düğünde, işyeri açılışında, hac gidişi ve dönüş merasimleri hep mevlit ile taçlandırılır. Öyle ki vefat sonrası bile merhum adına mevlit okutulup sene-i devriyelerinde de bu gelenek sürdürülür. Mevlit geleneği bu denli hayatımızın içindedir. 

İnsan, doğumu ile kulağına ezan okunarak hayata merhaba der. Ölüm sonrasında da merhum son yolculuğuna uğurlanırken Hz. Peygamberimize olan sevginin bir yansıması olarak kültürümüzde SELA OKUMA geleneği vardır. Sela nedir? Hz. Peygambere salat getirmek, O’nu övmektir. Yani Hz. Peygamber ile bu kadar iç içe, hayatımızın her anında hatırasını hissettiğimiz bir toplumun ferdiyiz.

Edebiyatımızda Yunus Emre de gayet yalın ve sade bir şekilde ancak eşsiz bir sevgi ile Hz. Peygamberimiz ile ilgili şu mısraları dile getirmektedir;

Canım kurban olsun senin yoluna 

Adı güzel kendi güzel Muhammed

Efendimiz (sav) için yazılan kasidelerden biri de İmam (Muhammed)Busiri’ye aittir. Bu kaside 10 bölüm ve 160 beyitten oluşmaktadır. Busiri aynı zamanda Efendimiz için bir de Kaside-i Hemziyye yazmıştır ki bu eser de 413 beyittir. Bu kasideler dini geleneğimize mal olmuş eserlerdir. Kaside-i Bürde ise ayrı bir öneme sahiptir. Eseri değerli kılıp yaşatan yazılma menkıbesi ise kısaca şöyledir; Şair, hayatının bir döneminde felç oluyor. Aylarca felçli kalıyor. Yatarken dua ediyor ve rüyasında Efendimiz’i görüyor. Efendimiz ona: ‘benim için yazdığın şu kasideyi okur musun? deyince Busiri: ‘Ya Resulallah! Ben hayatım boyunca size kasideler yazdım, hangisini okumamı istersiniz? diyor. Efendimiz ilk beyti okuyor ve şair de devamını okurken Hz. Peygamberimiz huşuyla dinliyor. Okuma bitince Efendimiz hırkasını çıkarıyor, hasta olan şaire verip sıvazlıyor ve sabah heyecanla uyanan şair bakıyor ki felçten eser kalmamış. Sabah namazına giderken biriyle karşılaşıyor ve adam, Busiri’ye: ‘Şu kasideni bana verir misin?’ diyor. Busiri de: ‘Hangi kaside?’ diyor adam da: ‘Bu gece Efendimize okuyordun ya hani!’ şeklinde cevap veriyor. Kasideyi meşhur eden bu menkıbedir. Hem metin hem de mana itibariyle eşsiz bir eserdir.

SON DÖNEM HZ.PEYGAMBER SEVGİSİNİ YANSITAN ESERLER

Müslüman Türklerde Ahmet Yesevi’den bu yana güçlü bir gelenek var. Ahmet Yesevi’den sonra postnişin olanlar ve tasavvufi ekolü sürdürenler adeta daha evvelki pirlerinin bir sünneti gibi, yolu olarak algılıyorlar ve hemen hemen hepsi bir şair olan bu kimseler de şiir yazıyorlar. Osmanlı döneminde divan şairlerinde de Hz. Peygambere şiir veya naat yazmak adeta vazgeçilmez bir saha olmuştur. Kiminin bir, kiminin iki veya üç şiiri Hz. Peygamberle ilgilidir. Bunlar arasında hanım şaireler dahi bulunmaktadır. Fuzuli, Baki, Nefi, Nedim, Nabi, Şeyh Galip ve sonrakiler; Tanzimat şairleri arasında dahi bu konuda eserler mevcuttur. Cumhuriyet döneminde ise bu konuda eser olup olmadığını ortaya çıkarma ve Hz. Peygamberimizi anma vesilesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı 25 yıl kadar önce naat-ı şerif yarışması düzenlemişti. Bu yarışmaya yüzlerce şiirle katılım olmuştu. Hatta şiirleri seçme konusunda jüri üyeleri dahi epey zorlandıklarını ifade ettiler. Müteakip senelerde çeşitli eserler alanında bu yarışmalar düzenlenmeye çalışıldı.

Arif Nihat Asya’nın yazmış olduğu naat Cumhuriyet dönemindeki naatların tacıdır denilebilir. Uzun bir naat olduğu için buraya alma imkânımız olmadı ancak okuyucularımın bu naatı mutlaka okumaları gerekir. Asya, o günün şartlarında Hz. Peygamberimize ancak bu denli içten seslenebilirdi. Yahya Kemal de Osmanlının son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmiş muhteşem bir şairdir. Klasik ve aruzu devam ettiren ancak söyleyişi farklı olan bir şairdir. ‘Söz Meydanı’ isimli şiiri Hz. Peygambere yazılmış muhteşem bir sevgi içerikli naattır. Yahya Kemal, Mahir İz Hocaya bu şiirle ilgili ‘Hocam bu şiir aslında naattır ama bana yobaz derler diye Söz Meydanı ismini verdim’ demiştir. Bu açıklama da o dönemin sosyo-dini ortamını yansıtması bakımından manidardır.

Osmanlı şairleri içinde sultan şairler de vardır. II. Murat’tan Fatih Sultan Mehmed’e kadar sultanların divan oluşturacak kadar şiirleri mevcuttur. Divaniçeler, Farsça şiirler, naatler vb. eserler veren padişahlar sayıca çoktur. Sultan I. Ahmet’in, Hz. Peygamberimizin ayak izini görünce ‘İzin verseler de bu ayak izini kavuğumun üstünde gezdirsem’ sözü de herkesçe malumdur.

Fuzuli, meşhur Su Kasidesi’nde;

Suya versin bağ-ban gül-zarı zahmet çekmesin

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin/su ile mahvetsin, boşuna yorulmasın;)

Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gül-zara su

(Çünkü; bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz)

 

Bu dizelere benzer Yahya Kemal de şöyle bir dize kaleme almış;

Zaman o gül gibi gül görmemiş zaman olalı

Gülün güzelliği dillere destan olalı

 

Mustafa Necati Bursalı’nın da bu minvalde şöyle bir dörtlüğü vardır;

Ben anne kucağında başladım yâd etmeye seni 

Göz kendini unutur görse rüyada seni

Fazlının eteğini aklın eli erişmez

Ey Nebi! Tek yarattı Allah dünyada seni

 

Seyri mahlasıyla yazan M. Ali Eşmeli’nin mısraları da dikkat çekicidir;

Bağa senden bahçıvan bir tane ekmiş sadece

Sonra Ey Gül! Seyre yığmış onsekiz bin alemi

 

Hz. Peygambere duyulan sevginin yansıması olarak çeşitli sanat dallarında yüzlerce divan, hat, hilye türü eserler meydana getirilmiş; levha ve tablolar ortaya çıkmıştır. O’na yazılan şiir ve eserler ‘dur bir de ben Hz.Peygambere şiir yazayım’ anlayışıyla değil O’na duyulan sevginin çağlaması sonucu ortaya çıkmıştır ki bu yüzden insanlarda tesir uyandırmaktadır. 

Bu manada Hz. Peygambere duyulan sevginin, aşkın, muhabbetin, ilahi sevdanın bir ifadesi olarak şiir, naat, divan vb. eser yazma geleneği geçmişten günümüze halen devam etmektedir. Hz. Peygamberimizi anlatan hiçbir eser onu tam olarak anlatamaz, yansıtamaz ve ifade edemez. O’na yer veren hiçbir eser onu hakkıyla ifade etmekten acizdir. Yahya Kemal’in şu sözü bunu açık şekilde yansıtır; ‘Söz söz olalı, şairler söz söylemeye başlayalı O’nu anlatan çıkmadı.’ Yine bu hususta İmam Rabbani’nin Mektubat adlı eserinde geçen ve bir Arap şaire ait olan;

‘Ben kelamımla Hz. Muhammed’i (sav) övmüş olmuyorum,

Ancak Hz. Muhammed’den bahsederek kelamıma güzellik katmış oluyorum.’

cümleleri de sözlerin O’nu ifade etmekten aciz olduğunu belirtmektedir.

Rabbim Hz. Peygamberimizi (sav) hakkıyla anmayı ve özellikle anlayarak sünnetini yaşamayı nasip eylesin.

Bu yazıma son verirken tüm bu anlattıklarımın mührü, son cümlesi olması bakımından ve Hz. Peygambere millet olarak, ümmet olarak duyduğumuz sevgiyi, muhabbeti ve aşkı ifade etmesi bakımından Süleyman Çelebi’nin mevlidindeki şu iki mısra son sözümüz olsun;

‘Ümmetin olduğumuz devlet yeter,

Hizmetin kıldığımız izzet yeter’

 

Mustafa Solmaz( mustafa.solmaz@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

1 ADET YORUM YAPILDI
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
Esma Taşkın8 Kasım 2019 / 11:12Cevapla

Hocam çok başarılı bir çalışma olmuş tebrik ederim