Din hizmetleri, ister sivil toplum kuruluşları isterse kamu kurumları aracılığıyla gerçekleştirilsin, özü itibariyle “nebevî” bir hizmettir. Sözlükte “haberci” anlamına gelen nebi, kendiliğinden haber veren değil, kendisine vahiy yoluyla haber verileni haber veren kimse demektir. Mesaj sahibi açısından bu o kadar önemli bir görevdir ki O, bu işle yükümlü kılacağı kimseleri ezeli ilmi ile seçerek görevlendirmiştir. “Allah peygamberliği kime vereceğini en iyi bilendir” (Enam 6/124) ayeti açıkça bunu beyan etmektedir.
Bu müstesna görevi gerçekleştirmek üzere vazifelendirilen peygamberler; güvenilir olmak (emanet), doğruluk sahibi olmak (sıdk), zeki ve bilinçli olmak (fetanet), özel bir inayetle günahlardan uzak olmak (ismet) ve nihayet vahyi kusursuz nakletmek (tebliğ) gibi temel sıfatlarla muttasıf olmuşlardır.
Peygamberler zincirinin son halkası Hz. Muhammed (s.a.s) bu sıfatlara en mükemmel düzeyde sahip olduğu gibi hayatı ile ilahî seçime nasıl layık olduğunu kanıtlamıştır. O aynı zamanda, bizzat Mesaj Sahibi’nin ifadesiyle “şahit”, “müjdeci”, “uyarıcı”, “Allah’ın izniyle insanları O’na çağırıcı” ve “ışık saçan bir kandil” olarak (Ahzâb 33/45-46) hayat sürmüş ve hizmette bulunmuştur.
Peygamberden sonra, bu nebevi görevi yapacak olan “alimler”dir. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.s), “alimler peygamberlerin varislerdir” (Tirmizi, “İlim”, 19) sözüyle bunu beyan etmiştir. Dolayısıyla din hizmetlerinde bulunacak kimselerin –olabildiğince- nebevî vasıfları kazanmaya çalışmaları”, özellikle yeterli ilmî altyapıya sahip olmaları şarttır.
Kamu kurumu sıfatıyla din hizmetlerinde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş ve görevleri hakkındaki kanunun ilk maddesi de ilmî alt yapının önemine işaret etmektedir. Zira burada sayılan; a) İslam dininin inanç, ibadet ve ahlakla ilgili işlerini görmek, b) toplumu din konusunda aydınlatmak, c) ibadet yerlerini yönetmek (Madde: 1) şeklindeki üç görevden sonuncusu idari bir görev olup ilk ikisi ilmî donanımı gerektirmektedir.
Bu noktadan hareketle Diyanet İşleri Başkanlığı imam, Kur’an kursu öğreticisi, vaiz, müftü gibi her kademede görev yapan elemanları için “yeterlikler” belirlediği bilinmektedir.
Gerek sevil toplum kuruluşları bünyesinde gerekse kamu kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev yapan, kısacası din hizmetlerinde bulunan kimseler, -mümkün mertebe- öteki nebevî vasıfları kuşanmaya çalışmanın yanında ilmî altyapı ve donanım bakımından da kendilerini yeterli konuma ulaştırmaya çalışmak durumundadır.
Bunun için, burada sivil-resmî ayırımı yapmadan ve görev kademelerini de dikkate almadan, genel anlamda, sahip olunması gereken ilmî formasyon hakkında birkaç maddeye şöyle işarette bulunabiliriz:
1. İslam’ın temel kaynağı olarak Kur’an-ı Kerim’e iyi derecede vakıf olunmaya çalışılmalıdır. Bunun için her gün belli bir zaman diliminde Kur’an’la meşgul olunmalı, muhtelif tefsirler kaynakları tetkik edilmeli, ayetler üzerinde samimi tefekkür ve teemmülde bulunulmalıdır. Kur’an’la o kadar hemhal olunmalıdır ki –reflekssel olarak- hayata bakışımız, fizik alemi ve sosyal hayatı okumamız Kur’anî nitelikte gerçekleşmelidir.
2. Kur’an’ı tebliğ ve “tebyin etmesi” yanında hayatı ile onu adeta ete kemiğe büründürmesi dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.s.) sünnetleri çok iyi bilinmeli, hadis külliyatları tekrar tekrar okunmalı, Resulullah’ın söz ve uygulamalarına dönük güçlü bir meleke oluşturmaya çalışılmalıdır.
3. İslam ilim geleneğinin çok önemli metodolojisini teşkil eden ve doğru bilgiye ulaşılmasını sağlayan usul-i tefsir, usul-i hadis ve usul-i fıkıh ile ilm-i kelam’a nüfuz edilmeli, mümkün olduğu kadar, bu alanlar orta seviyede ihata edilmeye çalışılmalıdır.
4. İslamî bilgiler “enformasyon” düzeyinde kalmamalı, zihinden kalbe, gönülden amellere yansımalı; yakîn, marifet, haşyet boyutlu olmalıdır. Bu bağlamda “Allah’a karşı haşyet duyanlar ancak alimlerdir” ayeti (Fatır 35/28) unutulmamalıdır.
5. Elde edilen İslamî bilgiler “malumat yığını” olmamalı, aksine sorgulanmalı, kıyaslanmalı, içselleştirilmelidir.
6. Fen bilimlerinde olduğu kadar beşeri bilimlerde de çağın ulaştığı birikimden yararlanılmalı, Kur’an ve sünnetin ölçüleri dahilinde süzülüp paylaşılmalıdır.
7. İslam’da insanların sürekli olarak ilme teşvik edildiği, ilim yolunda olanlara Allah’ın cennet yolunu kolaylaştırdığı, ilmin sınırının olmadığı düşünülerek mezara kadar ilimle uğraşmaya ahdedilmeli, ilim hayatın olmazsa olmaz bir parçası haline getirilmelidir.
Unutmamak gerekir ki, ilim çağında yaşıyoruz. İnsanlar dijital dünyada neredeyse istediği her bilgiye kolayca ulaşma imkanı buluyor. Hem bu çağın çocuğu, hem müslüman olarak hepimizin ilmî altyapısını geliştirmesi gerekiyor. Özellikle sivil veya resmi olarak çağın insanına din hizmeti sunacak kimselerin ilmî donanımlarını çok daha güçlü kılmaları zorunluluk arz ediyor! Aksi halde nebevî faaliyetler ciddi anlamda noksan kalacaktır. Bu takdirde ya kimileri insanlara “puslu” bir din anlatacak, ya kimleri indî görüşlerini din diye sunacak, ya da kimileri toplumu “ıslah” edeyim derken “ifsat” edecektir.