Musibet ve imtihan sırrı : Deprem

Musibet ve imtihan sırrı : Deprem

Musibet ve imtihan sırrı : Deprem

Deprem çok ağır bir musibet.. O kadar ağır ki, depremi yaşayan her insan gayri ihtiyari “noluyor” dermiş.. Çünkü depremin gücü, heybeti ve ağırlığı kıyametin kopuş provası gibidir. Deprem geldiği zaman onu hiçbir güç, hiçbir kuvvet, hiçbir teknoloji durduramaz.. Aslında Allah (c.c), kullarının acizliğini gösteriyor.. Aynı zamanda kendi yaratıcılığını kör gözlere, kararmış kalplere, sağırlaşmış kulaklara, inkar-ı uluhiyet sahibi felsefeci tabiatperestlere “Hadi benim yaratıcılığımı inkar ediyorsunuz, hadi bakalım yıktığımı siz durdurun..!” demesidir.

Ama nafile.. Kabul etmezler.. Çünkü onlar ilk yaratılışta, Kalubela’da; “Evet Ya Rabbi iman ettik, bizi yaratırsan itaat edeceğiz” sözlerini bozmuşlar.. Peki neden bozdular? Dünyanın metal ve şaşalı şehvetine aldandılar.. Bu aldanışlarında da inatlaştılar, dönmek istemiyorlar.. Aslında onlar herkesten daha iyi biliyorlar ki, bu evreni yönetmek bir mikroba mağlup olan insanın işi olamaz. Diğer yandan çok daha iyi görüyorlar ki evrenin, kendi kendine, bu kadar nizam ve intizam içinde sahipsiz kendini idare etmesi de imkansızdır. Evet bu inkarcılar bilim insanı seviyesine kadar çıkıyorlar.. Tabii olarak istisnaları da var.. Zaman içinde sık sık dönüşler oluyor.. Tıpkı Tolstoy gibi.. Bu güzel insanların dünya tarihinde sayıları az değil.. İlimde yükseldikçe akılları kalplerini kemirerek onları yaratıcısına dönmelerini başarmış..

Konumuza dönersek; bugünün acısı 10 ilimizi yerle yeksan eden deprem.. Cancağızlarım; bu musibete karşı göğsümüzü geniş tutmalıyız.. Elbette üzülüyoruz ama üzülerek sonuçları değiştirme şansımız yok.. Çünkü bazen; insanlar zulm eder, kader adalet eder. Deprem gibi semâvi ve arz-i olaylarda emir gökler ötesinden gelir. Bizim inancımız bize, buna bu şekilde iman etmemizi emir buyurur. O’nun için bu musibetlere ne güç yeter, ne de itiraz edenlerin itirazları kabul edilir.. Hiç kimse bu afetlere karşı dava açacak merciyi de bulamaz. Dünya tarihinde kimse de bulamamıştır. Her devirde bu musibetlerin adını afet koymuşlar… Yapacağımız tek şey, kadere teslim olmak. Kader kalemi yanlış yapmamıştır. Ne yazdıysa o hayatımıza akıp geliyor. Bizler de kader yazgısının arkasında koşuyoruz. Onun için her yer Allah’ın arzıdır. Bizler bu arzı kendimize daraltmamalıyız. Kadere teslim olarak “bismillah” deyip yeniden hayata merhaba diyerek geniş bu arzda yeniden kader kaleminin yazdıklarının peşinde ümitle koşmalıyız. Evet insanların şu günlerde en çok kullandıkları argümanlar ‘Depremde ölmek kader değildir.’ oluyor.. Ben buna itiraz ediyorum. Hem kader’dir hem kaza’dır. Çünkü bu kaza’ya sebebiyet verenler vardır. Onu net görüyoruz. Elbette yapılan binaların istatiğini, sağlamlık olarak deprem yönetmeliklerine uygun yapmak zorunluluğu vardır. Bu kanundur ve ihmal edilmemelidir. İhmal edenler cezasını mutlaka bulmalı. Bu başka bir şeydir. Ölenler için hiçbir sonucu değiştirmez. Bunu şu şekilde düşünebiliriz: Ancak haksız yere bir insanı öldürene diyemeyiz ki sen suçlu değilsin. O adamın ölümü müteahhit’in elinden olacaktı. Müteahhit suçsuzdur demek ayrı bir suçtur. Dememiz gereken öldürene katil demektir. Ölene de ölüm yazgısı bu katilin eli ile gerçekleşmiştir. Artık ölen için yapacağımız hiçbir şey yok.. Kalemin yazdığı onun için ömür bu kadardı demekten başka diyeceğimiz olamaz. Katili cezalandırmak da bizim görevimiz değildir. Adaletin görevidir.

Hepimizin bir ‘depremzede’ olarak empati yapmamız gerektiğine inanıyorum. Bundan sonra onların hayatı kazanmalarına destek olmalıyız. Bunu yapabilirsek onlar için de çok kolay olacak. Bizler de gerçek manada depremzedeleri anlamış oluruz. Elbette her hadisenin provası aslı gibi değildir. Ama empati yapamayan insan hadiseleri anlayamaz. Örnek; hepimiz düşünebiliriz: Depremden kurtulmuş, Antalya’ya gelmiş, bir ev kiralamış, bir yerde de çalışacak iş bulmuş. Dünya ona yeniden gülücük vermiş. Sanki yeni doğmuş, dünyanın ona karşı ne kadar pozitif davrandığını, ne kadar genişlediğini düşünüyor… Mutlu bir hayata ilk defa merhaba demiş olarak hayata bakabilmek, bir hafta önceki hayatım artık benim için yok o sayfalar kapandı. Yaprakları benim yazdığım yazılarla doldu. Yeni bir şey yazacak satırları yok, daha önce yazıp çizdiklerim yapıp ettiklerim artık benim için bir hoş sedadan ibaret hatıralarımda kalmış olacak.. Bu günden itibaren böyle düşünmek zorundayım. Çünkü şu anda yüzbinler benim gibi aynı durumda. 8 gün önce hanları, hamamları, apartmanları olanlar şu anda yardımseverlerin verdikleri eşyalarla ev döşemeye çalışıyorlar. Bu günden, bu aydan, bu yıldan sonra, bu yüzbinler için yeni bir hayat akışı başladı. Aynı zamanda yeni bir yarış başladı.. Kim daha erken yeni hayatına entegre olabilirse bu travmadan o kadar erken kurtulabilir. ‘Ben bunu başarmalıyım’ diyerek geçmişi unutmalısın yoksa geçmişle yaşanmaz. Ölenler geri getirilmez.. Yıkılanlar yeniden yapılmaz. Olanlara ‘neden oldu?’ demek olanın kaderini değiştirmez. Kaderin bize hiç bir zaman ipucu bile vermediği gelecek için endişelenme, hüzünlenme, çünkü hayatımıza hiçbir katkı sağlayamaz.. Onun için günü değerlendirmek, tevvekülle kaderin arkasında koşmaktan başka çaremiz yok diyorum.

Evet canlarım, hayat insan için sürprizlerle dolu. İnsan ise bunların hiçbirinden haberdar değildir. Eğer haberdar olsaydı, insan önlem alır ve bu aldığı önlemleri de kendinden bilir, gurur ve kibiri yüseldikçe yükselirdi.. Nice krallar, firavunlar, nemrutlar, deccalleri, geride bırakır ve şeytana pabuç giydirmeye çalışırdı. İşte o zaman sırr-ı imtihan bozulurdu. Onun için kader var, kalem var ve insanın ömrü sınırlıdır. Gelecekle ilgili bilgi konusunda bilgisizdir. Gelecekle ilgili bilgi sahibi olan sadece insanı yaratan yaratıcıdır. Yaratıcımız bizim içimizden özel seçtiği özel kulları olan peygamberleri ile bizlere hayat nizamı öğretirken dahi onlara da şu tembihte bulunmuş: “Siz de kullarıma karşı büyüklenmeyin.. Benim size öğrettiğim kadarı ile bilgi sahibisiniz. Kendinizi kullarımdan üstün görmeyin”. Bu dünya hayatı her canlı için sınırlı sayılı günlerden ibarettir. Onun için bizler gerçek manada kulluk vazifemizi yapmak için can olan canlara karşı saygılı şefkatli merhametli olmak zorundayız. Her can birbirine karşı bu yaratılış anayasasına bağlı kalmak ve buna uyumlu olarak yaşamak zorundadır. Yoksa canlar, hayat çok çok kısadır.

Ne oldum deme ey insan, her zaman ne olacağım demelisin. Hani derler ya…Allah’ım sonumuzu hayreyle…Allahı’m kazandığımızı yedirmeyi nasip eyle…Allahı’m son nefesimizi imanla teslim etmeyi nasip eyle… Evet canlar; hakikaten ömür çok kısa olmasına rağmen çok şey sığdırıyoruz değil mi? O sığdırdıklarımızdan bir kaçını saysak, iyi günler, umut dolu günler, bitmeyen tükenmeyen hayaller. Sevgi dolu anlar… Dertler kavgalar, evlenmeler, boşanmalar, doğumlar, ölümler, küsmeler, barışmalar, alımlar, satımlar. Bu kadar iş ve meşgaleleri sığdırdığımız kısacık bir hayat yine de çok çabuk geçiyor… Hayatın bir ‘an’dan ibaret olduğunu unutmamak dilek ve temmenisiyle arkanızda bıraktığınız hoş bir seda ile kalın.

Sağlıcakla…
Abdurrahman Koyuncu.

Abdurrahman koyuncu( abdurrahmankoyuncu@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.