Çağımıza adını veren “iletişim” dünyasında, gerek yazılı gerekse görsel alandaki dinî nitelikli faaliyetleri ifade eden “medya vaizliği”, günümüz irşat gerçekliklerinden birisidir. Tabir, bazı olumsuz örneklerde, irşat ilkelerinden ziyade medyanın “rayting” temelli kuralları öne alındığı için,kimi defa “yerici”biçimde kullanılır. Oysa “medya” günümüzde herkesi kuşatan bir önem ve etkinliğe sahip olduğu gibi dinî bilgiyi paylaşma anlamına gelen “vaizlik” de dinde özel bir önem ve etkinliğe sahiptir.
Teknik olarak “medya” kelimesi dergiden radyoya, televizyondan sosyal paylaşım araçlarına kadar geniş bir alanı içine almakla birlikte, “medya vaizliği” daha çok din adına görsel araçlardaki yani televizyon kanallarındaki konuşmaları ifade etmek üzere kullanılır. Zira diğer iletişim araçlarına göre “ekran”ın çok daha güçlü ve çok daha etkileyici bir yönü bulunduğu gerçektir.
Aslında medya vaizliği, vaizliğin yani kürsüde ve minberde yapılan irşadın medyada yapılması anlamına gelmelidir. Ancak mesele bu kadar yalın değildir. Zira kürsü ve minberin tarihten gelen oturmuş bir konumu vardır. Burada din tebliğcisi ayet ve hadisleri bu konum ve kurallar dahilinde sunar. Cemaat pasif bir dinleyicidir, interaktif bir durum söz konusu değildir. Cemaatten vaizi beğenmeyenler olsa bile bunu belli etme, örneğin kalkıp gitme imkanına sahip değildir. Oysa medya farklıdır ve medyanın kendine has cazibesi, bir o kadar da acımasız kuralları vardır. Örneğin konuşmacıyı beğenmeyen bir kimse ona katlanmak zorunda değildir ve ondan ayrılması parmağının ucuyla kumanda düğmesine dokunmaktan ibarettir. Diğer taraftankimi programlar dinleyici ya da izleyicinin bir biçimde katıldığı, soru sorduğu interaktif bir niteliğe sahiptir.
Pratikte, “medya vaizliği” tabirini kim hangi anlam ve kapsamda kullanırsa kullansın günümüzde, ne televizyon kanallarının din gibi çok güçlü bir sosyal fenomeni görmezden gelmesi ne de dinde irşat gibi yine çok önemli bir işlevi yerine getirmek isteyenlerin medyadan müstağni kalması mümkündür. Burada temel soru, din adına toplumu bilgilendirmek isteyenlerin bu görevi medya araçlarında nasıl yapmaları gerektiğidir.
Bu sorunun cevabıbir köşe yazısında, “dinde irşat yöntem ve tekniklerinin sağlıklı biçimde medya ortamına uyarlanması” diye verilebilir. Ancak meselenin ifade edildiği kadar basit olmadığı, medyanın kendine has bir “büyüsü” olduğu, kimi zaman bunun irşat ilkeleri ile de çelişebileceği elbette itiraf edilmelidir. Nitekim günümüzde, kimi medya vaizlerinin bu büyüye kapılarak “din adına bazı yanlışları meşrulaştırmaya çalıştığını”, kimilerinin kendi alt aidiyetleri üzerinden din anlatmaya çalıştığını, kimilerinin ancak erbabı ile konuşulacak konuları halk huzurunda tartışmaya açtığını, kimilerinin “sünneti dışlayan bir din” ortaya koyma gayreti içinde olduğunu, kimilerinin halkın beğenisini kazanma adına “kıssacılığa” soyunduğunu, kimilerinin kişisel saplantılarını ya da sapıklıklarını toplumla yutturmaya çalıştığını, kimilerinin programlarını bir nevi “şov”a dönüştürdüğünü görüyoruz. Kuşkusuz bu olumsuz örnekler yanında, yüz binlerin imanlarını güçlendiren, ibadet bilinçlerini artıran, günahlara karşı duyarlılıklarını keskinleştiren, ahlakî hassasiyetlerini takviye eden güzel örnekler bulunduğu da muhakkaktır.
Burada, sözü uzatmadan, medyada dini anlatmaya ilişkin, ilke ve esaslardan beşini şöyle sıralayabiliriz:
1. Din adına medyada “irşat”ta bulunacak kimseler genel irşat usûl ve ilkelerine sonuna kadar bağlı kalmalı, “Hak’ka ayna olma”, “tebliğ-temsil bütünlüğü”, “riyadan kaçınma”, “ihlas ve samimiyet” gibi ilkeleri mutlaka merkeze almalıdır.
2. Dinin temel bilgi kaynakları olan Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu çerçeve önemsenmeli, ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.s) “Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez” hadisi ile işaret ettiği üzere (Tirmizi, “Fiten”, 7) tarih boyunca İslam alimlerinin genel çoğunluğunca kabul edilen anlayışlar paylaşılmalı, bu çerçevenin dışında kalan sübjektif görüş ve düşüncelerin topluma dayatılmasından kaçınılmalıdır.
3. Konu tespitinde, Kur’an ve sünnetin belirlediği temel konular esas alınmalı, toplumun bu ana konular karşısındaki durumu ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.
4. Konuların rasyonelleştirilmesi, his ve duyguların beslenmesi, kıssa ve menkıbelere yer verilmesi gibi hususlarda Kur’an ve sünnetin genel ölçü ve ilkelerine bağlı kalınmalıdır.
5. İletişim teknikleri açsısından bir bilgiyi sunma ya da toplumla paylaşmanın bütün ilke ve kurallarına uyulmalı, yaşayan dil ve üslup tercih edilmeli, ancak irşat ilkeleri hiçbir şekilde “reyting”in ucuz, iğreti ilkelerine feda edilmemelidir.
Unutmamak gerekir dinî bilgi bizin en için en önemli beslenme kaynağıdır. Medya da çağımızın bir gerçekliğidir. Bilgi ve donanımı elverişli olanlar –iyi örneklerden yararlanarak- toplumu aydınlatmalı, bilgi ve donanımı elverişli olmayanlar ise “yanlış” medya vaizlerini değil “doğru” olanları bulmalı ve izlemelidir.