Kutlu Doğum Programları ile Mevlüt Okutmanın Bid’at Olması Meselesi

Kutlu Doğum Programları ile Mevlüt Okutmanın Bid’at Olması Meselesi

Kutlu Doğum haftasının sathı mailine girdiğimiz bu günlerde gerek Kutlu Doğum kutlamalarının, gerekse Mevlüt programlarının Bid’at olması meselesi tekrar konuşulmaya başlandı. Bunun Bid’at olduğunu dile getiren kişilerin niyetlerinin İslâm’ın safvet ve duruluğunu koruma olduğunu düşünmek istiyorum.

Kutlu Doğum programlarında camilerde programlar yapılır. Bu programlarda Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in bir yönü anlatılır, dualar edilir ve bazı camilerde tesbih namazları kılınır. Bazı Dernek, Vakıf ve cemaatler Kutlu Doğum programları için özel hazırlıklar yaparlar. Mensuplarına salavatlar dağıtırlar. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı seniyyelerinin öğrenilmesi için siyer, şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenir. Bu yarışmalarda dereceye giren kişilere teşvik edici ödüller verilir. Böylece Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kutlu doğumu ile ilgili olarak dine meyilli olsun olmasın tüm insanların gönüllerinde bir heyecan oluşturulmak istenir.

Mevlüt programlarında da Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı seniyyelerinin, Şemailinin, mucizelerinin ve faziletinin anlatıldığı Mevlüt adı verilen kasideler okunur. Bu esnada insanlar O’nun hayatı seniyyelerini bir kere daha hatırlamış ve bu esnada bol bol salavat getirmiş olurlar. Bunun sonunda da bu programı düzenleyen kişi veya kişiler katılımcılara bir yemek ikram ederler. Bu programa vesile olduklarından dolayı bu esnada elde edilen sevaplara hisseder olacaklarını ümit ederler.

Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı asr-ı saadette, onun dünyaya şeref kudum ettiği günlerde, günümüzde olduğu gibi organizeli bir şekilde belli proğramlar dahilinde düzenli organizelerin yapıldığı rivayetleri yoktur. Ancak, asr-ı saadette günümüzde yapılanların tamamının asıllarını bulmak mümkündür.

Kutlu Doğum programlarının yapılması ve mevlüdü şeriflerin okunması Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kutlu doğumundan dolayı Müslümanların duyduğu sevinci ifade eder. Hayatını Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e düşmanlık ile geçiren amcası Ebu Leheb kafir olarak öldüğü onun kötülüğü hakkında bir sure indiği halde O’nun doğumundan dolayı duyduğu sevinç sebebiyle mezarında fayda gördüğü nakledilmektedir.

Ebu Leheb’in cariyesi Suveybe hatun, ona Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumunu müjdelemiş ve bir hafta boyunca ona süt anneliği yapmıştı. Kendisine bu mutlu haberi verdiğinden dolayı Ebu Leheb cariyesi Suveybe hatunu azat etmişti. Hazreti Abbas radiyallahu anh onu ölümünden bir sene sonra rüyasında gördüğünde durumunun nasıl olduğunu sorar. O da durumunun çok kötü olduğunu ancak pazartesi günleri azabının biraz hafifletildiğini ve başparmağıyla şehadet parmağı arasındaki bir delikten bir miktar suyun aktığını kendisinin de bu suyu emdiğini ifade eder (Buhârî, c.7, s.9 (5101); Abdurrezzak, Musannef, c.7, s.477 (13955); Ali el’Muttakî, Kenzu’l Ummal, c.6, s.283, (15725)). Alimler onun azabının hafifletilmesini Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan dolayı duyduğu sevince, parmaklarının arasından bir miktar suyun akmasını cariyesi olan Süveybe hatunun O’nu emzirmesine bağlamaktadırlar (İbn-i Hacer, Fethu’l Barî, c.9, s.145; Aynî, Umdetu’l Karî, c.20, s.95).

Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumundan dolayı sevindiği için kafir olarak öldüğü kesin olan kötülüğü hakkında bir süre inen ömrü O’na düşmanlık ile geçen Ebu Leheb’in bile O’nun doğumundan dolayı sevindiği için azabı hafifletiliyorsa, ömrü O’nun Kutlu Doğum haftalarında sevinçle geçen ve tevhid üzere ölen Müslümanların bu sevinçten dolayı ahirette ne kadar fayda göreceklerini siz hesap ediniz.

Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisi hakkında methedici kasideler yazılmasını teşvik etmiştir. Yahudi şairlerinin kendisini hicvetmesi karşısında Medine’nin ünlü şairi Hassan ibn-i Sabit radıyallahu anhu’ya onlara cevap mahiyetinde kendisini meth edecek kasideler yazmasını söylemiştir. Ayrıca, Ka’b b. Zuheyr’in Müslüman olduktan sonra Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda O’nu metheden 54 beyitlik bir kaside söylemesi O’nun çok hoşuna gitmişti. Bu hoşnutluğunu da üzerindeki cübbeyi çıkarıp Ka’b’a hediye etmesiyle ortaya koymuştu. Bundan dolayı bu şiire Kaside-i Bürde adı verilmiştir. İslam tarihi boyunca bu kaside çeşitli hastalıklara şifa olarak okunmuştur. Bundan dolayı da buna Kaside-i Bür’e (Şifa Kasidesi) adı verilmiştir. Şu anda İstanbul’da bulunan Hırka-i Şerif bu Bürdedir. Nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.

Kendi huzurunda yazılan bir kaside onu bu denli memnun ediyorsa onun hakkında Kutlu Doğum haftalarında yapılan ve insanlarımızın gönüllerinde ona karşı bir heyecan dalgasının meydana gelmesine sebep olan programlar ile mevlütlerde hayat-ı seniyyelerinin, şemailinin ve mucizelerinin okunmasının onu ne kadar memnun edeceği gayet açıktır.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e salavat getirilmesini âyet-i kerime teşvik etmektedir. Ahzab suresinde bulunan bir âyet-i kerimede “Şüphesiz Allâh ve melekleri Peygambere salavat okurlar. Ey iman edenler siz de ona salavat okuyun ve tam bir teslimiyetle ona selam verin” (Ahzab 56). Cenabı Allah’ın Peygamberimize salavat getirmesi O’nu rahmetine mazhar kılması ve şanını yüceltmesidir. Meleklerin ve müminlerin O’na salavat getirmesi ise Cenâb-ı Allâh’tan Peygamberimizin şanını yüceltilmesi için dua etmeleri anlamına gelmektedir.

Bu âyet-i kerimede Müslümanların Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e salavat getirmeleri açıkça emredildiğinden dolayı âlimler ona salavat getirmeyi ömürde bir defa dahi olsa farz kabul etmişlerdir (İbrahim Canan, Kütub-i Sitte, c.6, s.132-133). İşte Kutlu Doğum haftalarında değişik kesimlerce dağıtılan salavat-ı şerifeler ve mevlütlerin okunması esnasında getirilen salavat-ı şerifeler bu ilahi emrin yerine getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu durum Cenâb-ı Allâh’ın hoşuna giden bir davranış olduğu O’nu memnun eden davranışların da Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i de memnun edeceği gayet açıktır.

Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bizzat kendisi bazı önemli dini hadiselerin meydana geldiği zamanları kutluyor ve bu kutlamanın Müslümanlar arasında yerleşmesi için bizzat gayret ediyordu. Elbette bu kutlamanın İslam inanç sistemine uygun olması gerektiği açıktır. Allâh Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret ettiğinde Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını gördü. Bu orucu niçin tuttuklarını sorduğunda; onlar “bu hayırlı bir gündür. Allâh bu günde israiloğullarını düşmandan (Firavun’dan) kurtardı. Hazreti Musa aleyhisselam da bu günde oruç tuttu. Biz de bundan dolayı oruç tutuyoruz” diye cevap vermişlerdi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de; “Ben Musa’nın hatırasını yaşatmaya sizden daha çok hak sahibiyim” buyurarak aşura günü oruç tuttu ve müslümanların da tutmalarını emretti (Buhârî, Savm, 69; Müslim, Siyam (1130); Ebû Davud, Savm 64). Ayrıca aşura gününde Hazreti Nuh aleyhisselam’ın gemisinin Cudi Dağı’na oturduğundan dolayı O’nun da Cenâb-ı Allâh’a şükür için bugünde oruç tuttuğu rivayet edilmektedir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.8, s.397 (8701). Bu üç peygamberin de bu kutlamayı da bir peygambere yakışır bir şekilde oruç tutarak, Allâh’a ibadet ederek ve bu günleri ona yaklaşmaya bir vesile kabul ederek geçirdikleri görülmektedir.

Asıl ilginç olanı da Allah Resûlü sallallahu aleyhi vessellemin bizatihi kendisi kendi doğum gününü önemli görmesi ve bu güne diğer günlerden daha farklı bir değer vermesidir. Kendisi, yukarıda da ifade ettiğim gibi bir peygambere yakışır bir şekilde oruç tutarak bu orucu da Cenâb-ı Allâh’a bir şükür vesilesi kılarak, bu günü kutlamaktaydı. Kendisine pazartesi günleri niçin oruç tuttuğu sorulduğu zaman “Kendisinin bugün de doğduğunu ve bugünde de kendisine Kur’ân indrildiğini bundan dolayı da oruç tuttuğunu belirtmiştir (Müslim, Siyam 36 (1162); İbn-i Hibban, Sahih, c.8, s.403 (3642); Abdurrezzak, Musannef, c.4, s.295 (7865)). Bu örnekten de açıkça anlaşılmaktadır ki bizzat kendisi kendi doğduğu güne ayrı bir değer vermiş ve bu günü kutlamak için oruç tutmuştur.
Ayrıca cuma gününün faziletini ifade ederken de Hazreti Adem aleyhisselâm’ın bugün de yaratıldığını ifade buyurmuştur (Müslim, c.2, s.585 (854); Tirmizî, Sünen, c.2, s.359; Ebû Davud, Sünen, c.2, s.277; Nesaî, Sünen, c.3, s.91; İbn-i Mace, c.2, s.186). Hazreti Adem aleyhisselâm’ın doğduğu günde de bir müminin haftalık en önemli ibadeti olan cuma namazı kılınmaktadır. Öyleyse peygamberlerin en faziletlisi ve Resullerin en şereflisi olan Hazreti Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ın doğduğu günü kutlamak için yapılacak proğramların ne kadar memnuniyet verici olduğu açıktır.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem doğduğu gün olan Pazartesi gününde şükür için oruç tutmuş, Hazreti Musa aleyhisselam Firavun’un kötülüğnden kurtulduğu günde şükür için oruç tutmuş, Hazreti Nuh Aleyhisselam’ın gemisinin Cudi Dağı’na oturduğu günü şükür için oruçlu geçirmiş, Hazreti Adem aleyhisselâm’ın yaratıldığı günde de müminlerin haftalık en önemli ibadeti yapılmaktadır. Bu doğum günlerinin bu şekilde kutlanması doğum gününün nasıl kutlanması gerektiği hususunda bize bir fikir vermektedir. Bu tür kutlamalar Cenâb-ı Allâh’a yaklaşmaya bir vesile kabul edilmeli ve O’nun razı olacağı tarzda kutlamalar yapılmalı O’nun razı olmayacağı gayr-i meşru tarzda kutlamalar yapılmamalıdır.

Sonuç olarak, Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı asr-ı saadette günümüzde kutlandığı şekilde Kutlu Doğum programları yapılmadığından ve Mevlid-i Şerifler okunmadığından dolayı günümüzdeki kutlamalar Bid’at olarak kabul edilebilir. Ancak, Kutlu Doğum kutlamaları ve Mevlid-i Şerif okuma Bid’at-ı Hasene olarak kabul edilmesi gerekir. İnsanı dalalete götüren Bid’at-ı Seyyie olarak kabul edilmemesi gerekir. Çünkü; Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı asr-ı saadette bu programların tamamının asıllarını bulmak mümkündür.

Ahmet KARATAŞ( ahmet.karatas@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.