39,3610$% 0.48
45,7207€% 1.43
53,6923£% 1.16
4.281,14%1,37
3.382,56%0,87
9.520,22%-1,71
Her milletin kendine özgü bayramları vardır. Bu bayramlar, yalnızca birer tatil günü değil; o toplumun inançlarını, değerlerini, tarihini ve kültürünü yansıtan önemli günlerdir. Bayramlar, bir milletin manevi hafızasıdır. İslam dünyasında iki büyük bayramdan biri olan Kurban Bayramı, yalnızca bir ibadet değil; aynı zamanda bir teslimiyetin, bir şükrün ve bir paylaşmanın bayramıdır.
Kurban ibadeti, Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail’in (a.s.) kıssası ile derinleşir. Kur’an-ı Kerim’de bu teslimiyet şu şekilde anlatılır:
“فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُۥ لِلۡجَبِينِ * وَنَادَيۡنَـٰهُ أَن يَـٰٓإِبۡرَٰهِيمُ * قَدۡ صَدَّقۡتَ ٱلرُّءۡيَآ ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُحۡسِنِينَ”
“İkisi de teslim olup, İsmail’i alnı üzere yatırınca, biz: ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin.’ dedik. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”(Sâffât, 37/103–105) Bu kıssa; teslimiyetin, imanın ve sadakatin doruk noktasıdır.
İslâmî literatürde önemli bir yer tutan kurban ibadeti, tarihsel kökleri itibariyle Hz. İbrâhim ve oğlu arasında geçen büyük teslimiyet sınavına dayandırılır. Bu kıssada “halîm” sıfatıyla tanıtılan bir çocuğun kurban edilmek istenmesi, tefsir kaynaklarında yoğun biçimde tartışılmış, çocuğun kimliği konusunda farklı görüşler ortaya konulmuştur. Bu makalede “halîm” kavramının anlamı açıklanacak, kurban edilmek istenen çocuğun kimliği hakkındaki rivayetler değerlendirilecek ve kıssanın asıl amacına odaklanılacaktır.
“Halîm” kelimesi, Arapça’da “sabırlı, yumuşak huylu, kızgınlıkla hareket etmeyen” anlamına gelir. Dilcilerin belirttiğine göre bu sıfat hem zihinsel olgunluğu hem de ahlâkî erdemi kapsar. Kur’an-ı Kerîm’de on bir ayette Allah’a nispet edilen bu sıfat, özellikle sabır ve teenniyi öne çıkaran bir anlam içerir (İsrâ 17/44).
Bu sıfat ayrıca peygamberlere de nispet edilmiştir. Tevbe 9/114 ve Hûd 11/75 ayetlerinde Hz. İbrâhim; Hûd 11/87’de ise Hz. Şuayb bu sıfatla tanımlanır. Özellikle Saffât Sûresi 101. ayette geçen “غُلَامٍ حَلِيمٍ” ifadesi, müjdelenen çocuğun olgunluk ve teslimiyet sıfatlarına sahip olduğuna işaret eder.
Kur’an’da geçen “فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ” (Saffât 37/102) ifadesi, müjdelenen çocuğun babasıyla birlikte iş yapacak yaşa geldiğini belirtmektedir. Bu, onun artık oyun çocuğu olmaktan çıkıp sosyal sorumluluk taşıyabilecek yaşa geldiğini, dolayısıyla irade sahibi biri olduğunu gösterir. Bazı müfessirler bu ifadeyi “babasıyla birlikte koşup oynayacak yaşa gelmesi” şeklinde de yorumlamıştır.
Kurban edilmek istenen çocuğun ismi Kur’an’da doğrudan verilmemiştir. Bu durum, İsmâil mi yoksa İshak mı olduğu yönünde tartışmalara neden olmuştur. Tevrat’ta bu çocuk İshak olarak geçmektedir (Tekvin 22/9-13).
Taberî, her iki görüşü aktardıktan sonra kendisi İshak olduğunu kabul eder (Câmiʿu’l-Beyân, XXIII, 76-86).
İbn Atıyye, sahabeden Abdullah b. Abbas, Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd gibi isimleri referans göstererek “âlimlerin çoğu”nun bu çocuğun İshak olduğu görüşünde olduğunu belirtir; ancak bir grubun İsmâil olduğunu savunduğunu da ifade eder (el-Muḥarrerü’l-vecîz, IV, 480).
Zemahşerî, çocuğun erkek olduğunu ve kurban edilmek istendiği sırada buluğ çağına ulaştığını belirtir. Onun “halîm” oluşunu ise kurban emrine boyun eğerek göstermesi, yani “إِنِّي أَرَىٰ فِي ٱلْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ…” ifadesine “سَتَجِدُنِيٓ إِن شَآءَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلصَّـٰبِرِينَ” (Saffât 37/102) şeklinde yanıt vermesiyle kanıtlar (el-Keşşâf, III, 347).
Fahreddin er-Râzî, İshak ve İsmâil görüşlerini madde madde sıralar ve coğrafi bağlamdan hareketle olayın İsmâil için Mekke’de, İshak için Şam veya Kudüs’te gerçekleşmiş olabileceğini belirtir. Ancak o da net bir kanaat ortaya koymayıp, Zeccâc’ın “En doğrusunu Allah bilir” sözünü aktararak kendi görüşünü beyan etmez (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVI, 133-155).
Şevkânî de farklı rivayetleri toparladıktan sonra, her iki görüşün de eleştirilebilir yönleri olduğunu belirtir (Fetḥu’l-Qadîr, IV, 462).
Kur’an’daki anlatım tarzı, kurban edilmek istenen çocuğun kimliğini kesinleştirmekten çok, kıssadan alınacak ibretlere vurgu yapmayı hedefler. Hz. İbrâhim’in en çok sevdiği oğlunu Allah’a adaması, onun ilâhî iradeye olan sadakatini ve tevhid mücadelesindeki kararlılığını gözler önüne serer. Benzer şekilde, oğlunun da bu buyruğa gönüllü bir şekilde boyun eğmesi, onun da aynı teslimiyet bilincine sahip olduğunu ortaya koyar. Bu yönüyle kıssa, iman, sadakat ve Allah’a teslimiyetin en yüce örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Saffât Sûresi’nin 100-107. ayetleri, müjdelenen ilk oğlun İsmâil olduğuna işaret etmektedir. Kurban edilmek istenen de ilk oğul olduğuna göre, İsmâil’in bu olayın kahramanı olması ihtimali daha güçlüdür (Bkz. Ömer Faruk Harman, “İsmâil”, DİA, XXIII, 80-82). Bununla birlikte, kıssanın özünde isimden ziyade, Allah’a teslimiyetin ve tevekkülün ön plana çıktığı unutulmamalıdır. Kur’an’ın asıl vurgusu, tarihsel detaylardan çok, Hz. İbrâhim’in ve oğlunun sergilediği yüksek iman bilinci üzerinedir.
Kurban; yalnızca bir hayvanın kesilmesi değildir. Kurban; bencilliği, kibri, dünya hırsını kesmektir. Kurban, Allah’a yakınlaşma ve O’na teslimiyeti ilan etmedir.
Kur’an bu konuda şöyle buyurur:
“لَن يَنَالَ ٱللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَآؤُهَا وَلَـٰكِن يَنَالُهُ ٱلتَّقۡوَىٰ مِنكُمۡ”
“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; O’na ulaşacak olan sizin takvânızdır.”
(Hac, 22/37)
Yani, kurbanı değerli kılan, kesilen hayvan değil; onun arkasındaki samimiyet, niyet ve takvâdır.
Kurban; kulluğun sadece Allah’a yapılacağının ilanıdır.
“إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ”
“Yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım dileriz.”
(Fâtiha, 5)
Bu ayet, kurban ibadetinde tevhid inancının merkezde olduğunu gösterir.
Kurban aynı zamanda bir şükür ibadetidir. Rabbimizin verdiği nimetlerin karşısında hamd etmek ve paylaşmak anlamına gelir.
“وَٱشۡكُرُوا۟ لِلَّهِ إِن كُنتُمۡ إِيَّاهُ تَعۡبُدُونَ”
“Eğer yalnızca O’na ibadet ediyorsanız, Allah’a şükredin.”
(Bakara, 2/172)
Kurbanla birlikte fakir, yoksul, yetim ve ihtiyaç sahibi kimselerle dayanışma sağlanır.
Bu yönüyle kurban, İslam’ın sosyal adalet ilkelerinden biridir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“مَا آمَنَ بِي مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائِعٌ وَهُوَ يَعْلَمُ”
“Tok olarak gecelere girip komşusu aç kalan kişi (gerçek anlamda) iman etmiş değildir.”
(İbn Hibbân, Sahih)
Kurban; nefsin arzularını törpülemek, insanın iç dünyasını arındırmak için bir fırsattır.
Her kesilen kurban, aynı zamanda bir iç muhasebe vesilesidir.
Anadolu insanı, kurban kelimesini hayatın her alanında kullanır:
Gönülden Dile: Anadolu’da Kurbanın Edebi Yansıması
Türk Kültüründe Kurbanın Edebi ve Gönül Diliyle Yansıması kısaca şu şekilde izah edilebilir: Anadolu insanının yüreğinde kurban, sadece bayramlarda kesilen bir hayvanın ötesinde, sevginin, sadakatin ve fedakârlığın adıdır. Dilinde “Kurban olayım” diye inleyen bir anne, yavrusuna duyduğu tarifsiz muhabbeti dile getirir; “Annen sana kurban olsun” diyen bir baba, evladını her şeyin üstünde tuttuğunu anlatır. Bu ifadeler, halkın gönlünden taşan derin duyguların yalın ama etkileyici ifadesidir. Kurban ibadetiyle sembolleşen adanmışlık ve teslimiyet, halk arasında dile dönüşmüş; bu sözlerle kurban, sadece Allah’a değil, gönüllere de sunulan bir sevda emaresine bürünmüştür. Böylece Anadolu insanı, gündelik konuşmalarında bile kurbanın ruhunu yaşatmış, onu sevgisinin, merhametinin ve bağlılığının sembolü haline getirmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) kurban ibadetine büyük önem vermiştir.
Bir bayram sabahı şöyle buyurmuştur:
“إن أول ما نبدأ به في يومنا هذا أن نصلي ثم نرجع فننحر، فمن فعل فقد أصاب سنتنا”
“Bu günümüzde ilk işimiz namaz kılmak, sonra kurban kesmektir. Kim böyle yaparsa sünnetimize uymuş olur.”(Müslim, 1961)
Kurban Bayramında Sünnetin İhyası: Hadisler ve Fıkhî Değerlendirme
Kurban, İslâm’da sadece bir ibadet değil; aynı zamanda teslimiyet, sadakat ve sosyal sorumluluk bilincinin bir tezahürüdür. Bu yönüyle Kurban Bayramı, bireysel ve toplumsal boyutlarıyla dinî hayatın zirve anlarından biridir. Hz. Peygamber’in uygulamaları, kurban ibadetinin şekli ve zamanı konusunda müminlere rehberlik etmeye devam etmektedir. Bu bağlamda el-Buhârî’nin “Kitâbu’l-Edaḥî” başlığı altında yer verdiği hadisler, hem bu ibadetin mahiyetini hem de ne zaman ve nasıl yapılması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyar.
Ebu Bekir b. Abi Şeybe tarikiyle el-Buhârî’nin rivayet ettiği hadis şöyledir:
حدثنا محمد بن بشار حدثنا غندر حدثنا شعبة عن زبيد الإيامي عن الشعبي عن البراء رضي الله عنه قال قال النبي صلى الله عليه وسلم إن أول ما نبدأ به في يومنا هذا أن نصلي ثم نرجع فننحر، فمن فعله فقد أصاب سنتنا، ومن ذبح قبل فإنما هو لحم قدمه لأهله، ليس من النسك في شيء.
فقام أبو بردة بن نيار وقد ذبح، فقال: إن عندي جذعة، فقال: اذبحها، ولن تُجزئ عن أحد بعدك. قال مطرف عن عامر عن البراء قال النبي صلى الله عليه وسلم: من ذبح بعد الصلاة تم نسكه وأصاب سنة المسلمين.Hadisin Meali:
Berâ bin Âzib (r.a.) şöyle demiştir:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:“Bugün (Kurban Bayramı günü) yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır; sonra dönüp kurban keseriz. Kim böyle yaparsa bizim sünnetimize uygun davranmış olur. Kim namazdan önce kurban keserse, onun kestiği sadece ailesine takdim edilmiş bir etten ibarettir, kurban sayılmaz.”
Bu sırada Ebû Bürde b. Niyâr ayağa kalktı ve “Ben kurbanımı kestim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona:
“Yanında bir ‘caz’a (altı ayını doldurmuş koyun yavrusu) var mı?” diye sordu.
Ebû Bürde: “Evet, var” deyince Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Onu kes, ama bu senden sonra hiç kimse için yeterli olmayacaktır.”
Yine Berâ (r.a.) şöyle demiştir:
“Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: ‘Kim namazdan sonra kurban keserse, onun ibadeti tamamlanmış ve Müslümanların sünnetine uygun davranmış olur.’”(Buhârî, el-Edaḥî, 1)
Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban ibadetinin başlama vaktini açıkça belirlemektedir: Bayram namazı kılındıktan sonra kurban kesilmelidir. Namazdan önce kesilen hayvan kurban değil, sıradan bir et sunumu olarak değerlendirilir. Nitekim hadis, bu tür bir kesimi “لحم قدمه لأهله” yani “sadece ailesine sunulmuş bir et” olarak nitelendirir ve bu kesimin “ليس من النسك في شيء” ifadesiyle ibadet kapsamı dışında olduğunu belirtir.
Hz. Peygamber’in ifadesinden anlaşıldığına göre kurbanın meşru olması için bazı rükünlere riayet etmek gereklidir. Bunlardan en önemlisi, zaman unsurudur. Bayram namazı kılınmadan yapılan kurban kesimi, sünnete muhalif düşer. Bu sünnetin ihlâli durumunda, kurban ibadeti yerine gelmiş sayılmaz. Hadiste adı geçen Ebû Bürde b. Niyâr, bayram namazı öncesinde kurbanını kestiğini belirtmiş; ancak onun istisnaen, yaşı küçük bir hayvanı kesmesine Hz. Peygamber müsaade etmiş fakat “ولن تُجزئ عن أحد بعدك” diyerek bunun sadece ona özgü bir ruhsat olduğunu bildirmiştir.
Bu hadis etrafında dönen fıkhî tartışmalar, özellikle kurbanın vacip mi yoksa sünnet-i müekkede mi olduğu sorusu etrafında şekillenmiştir. İmam Şâfiî ve cumhur, kurbanın sünnet-i müekkede olduğu görüşündedir. Hanefî mezhebine göre ise kurban, nisap miktarı mala sahip mukim Müslüman için vaciptir. Bu ayrım, hadislerin yorumlanış tarzına da yansımıştır. Zira bazı âlimler, Hz. Peygamber’in emirlerini bir zorunluluk ifadesi olarak değerlendirmiş, bazıları ise tavsiye bağlamında görmüştür.
İbn Hacer el-Askalânî, bu hadisin şerhinde “السنة” kelimesinin burada teknik anlamda değil, “yol, yöntem” anlamında kullanıldığını belirtir. Yani burada söz konusu olan şey, “sünnet”in, Hz. Peygamber’in tatbik ettiği ve ümmetin de takip etmesi gereken bir yol oluşudur. Bu bağlamda “فمن فعله فقد أصاب سنتنا” ifadesi, kişinin doğru yolu izlediğini belirtmekte; “ليس من النسك في شيء” ifadesi ise ibadetin kabul edilebilirliğini ortaya koymaktadır (Fetḥu’l-Bârî, I/5-6).
Netice olarak, hadis-i şerif, kurban ibadetinin yalnızca belirli bir zaman diliminde yapılması gerektiğini; aksi halde bunun sadece et sunumu olarak değerlendirileceğini açık bir şekilde ortaya koyar. Hz. Peygamber’in bu konudaki titizliği, kurbanın hem şekli hem de zaman bakımından sünnete uygun olarak yerine getirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu, ibadetin Allah katında kabulü için vazgeçilmez bir şarttır.
Kurban Bayramı;
Kurban Bayramı, sadece bir ibadet değil; kalpleri arındıran, toplumları kaynaştıran, insanı özüne döndüren bir diriliş çağrısıdır. Bu mübarek gün, ayrılıkların yerini birlik ve beraberliğe bırakmasıdır. Dargın gönüllerin barışa yönelmesidir. Kin, sevgiyle silinir; bencillik, paylaşmanın sıcaklığıyla erir. İnsan, elindekini paylaşarak değil, kalbindekini sunarak yücelir. Kurban, yalnızca bir hayvanın boğazlanması değil, nefsin, kibirin, cimriliğin de kurban edilmesidir. Bayram, bir karşılık beklemeden vermenin; Allah için, O’nun kullarıyla yeniden buluşmanın adıdır.
“قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِينَ”
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
(En’âm, 6/162)
Kurban Bayramı, sadece et kesilen bir gün değil; imanın, merhametin, paylaşmanın ve kardeşliğin yeniden hatırlandığı mukaddes bir vakittir.
Her kurban; Allah’a adanmış bir niyet, her dağıtılan et; insanlığa sunulmuş bir ikramdır.
Kurban Bayramı, sadece kanın aktığı değil, ruhun dirildiği andır! Kesilen her kurban, Allah’a yakınlığın sadakat yemini; dağıtılan her lokma, aç gönüllere umut şerbetidir. Bu bayram, merhametin kılıcıyla bencilliği kestiğimiz, paylaşmanın ateşinde nefsimizi pişirdiğimiz kutsal bir arınma vakti. Unutma: Hakikatli bir kurban, sadece hayvan değil, kalbindeki ego zincirlerini kırmandır!
Kurbanımız makbul, yakınlığımız daim olsun.
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.