38,8593$% 0.35
43,5529€% 0.09
51,7668£% -0.02
4.022,06%-0,27
3.220,65%-0,59
9.541,30%-1,65
Ve: “Yüzünü hanîf (Allah’ı birleyici) olarak dine çevir; sakın (Allah’a) ortak koşanlardan olma!” (Yûnus: 51/105)
Hanef sapıklıktan doğruluğa yönelmek; cenef ise doğruluktan sapıklığa yönelmek demektir (tehannüf): doğruyu aramaktır.
Hanîf, bâtıl inançların hepsinden ayrılıp yalnız Hakk’a yönelen kimse demektir. Araplar, hac yapan, sünnet olan kimseye, onun İbrâhîm dininde olduğunu belirtmek için hanîf derlerdi. Ayağı biraz eğri olan kimseye yine bu kökten ahnef denilir. Halil ise insanın bütün gizli şeylerini bilen; sevgisi, insanın yüreğinin içine işleyen dost demektir. Allah’ın İbrahim’i halli edinmesi, onu sevip kendisinin bazı sırlarına vâkıf kılmasındandır.
Doğru anlamına gelen hanîf, Kur’ân’da çoğunlukla tevhîd ve Allah’a şirk koşmama anlamında kullanılmıştır. İnsanın doğasında yalnız Allah’a tapma eğilimi vardır. Göğe bakıp yıldızların, Ayın ve Güneşin battığını gören İbrahim’in, batan şeylerin tanrı olamayacağını anlayarak sadece Allah’a yönelmesi; kavmine, Allah’tan başka tanrı diye tapılan şeylerin gerçek tanrı olamayacağını söylemesi, bir tevhîd kanıtı olarak anlatılmak¬tadır. İşte hanîf, tam içtenlikle sadece Allah’a yönelmek, O’na tapmaktır. İbâdeti sadece Allah’a hâlis kılmağa, O’ndan başka hiçbir şeye iltifat etme¬meğe hanîf dini ve İbrâhîm milleti denilir.
79-“Zaten yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben O(na) ortak koşanlardan değilim!” 161- De ki: “Rabbim, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine. O, (Allah’a) ortak koşanlardan değildi. (En’âm: 55/79, 161)
Allah’ın birliğine, yegâne kudret ve yönetim sahibi olduğuna çeşitli kanıtlar getirildikten sonra Hz. Muhammed’e, Rabbinin, kendisini dosdoğru yola, değerli (yahut sağlam) dine, Allah’ı birleyen, O’na ortaklar koşmayan İbrâhîm milletine ilettiğini söylemesi emrediliyor.
Millete İbrâhîm, İbrâhîm dini demektir. Şirkten uzak, Allah’ı birleme, yalnız O’na tapma dinidir. Araplar arasında yalnız Allaha tapan bazı kimseler vardı ki bunlara hanîf denirdi. Bunlar, kendilerinin İbrâhîm dininden olduklarını söylerlerdi. Gelen rivayetlerden anlaşılıyor ki İbrâhîm milleti deyimi, Araplar arasında kullanılıyordu. Kur’ân-ı Kerîm, İbrâhîm’i kendilerinin atası bilen, onun izinden gittiklerini söyleyen müşriklere, İbrâhîm’in dininin, puta tapma değil, yalnız Allah’a kulluk etme dini olduğunu; İbrâhîm’in, Allah’a ortak koşanlardan olmadığını çeşitli vesilelerle anımsatmaktadır.
“Yahûdî veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız.” dediler. De ki: “Hayır, biz dosdoğru İbrâhîm dinine (uyarız)- O, (Allah’a) ortak koşanlar¬dan değildi.” (Bakara: 92/135), âyetinde de: doğru yolun hıristiyanlık yada Yahudilik olduğunu sanan ve bunlara uymadıkça kişinin kurtuluşa eremeyeceğini iddia edenlere; bu çeşitli adlarla bölünmüş, tevhidin özünden de saptırılmış dinlere değil, asıl İbrâhîm milletine (dinine) tâbi olmak gerektiği; İbrahim’in ne Yahûdî, ne Hıristiyan, ne de müşrik olmayıp hanîf bir Müslüman (Allah’ı birleyen ve yalnız O’na teslim olan) bir muvahhid olduğu vurgulanmaktadır.
İbrâhîm ne Yahûdî, ne de Hıristiyandı; dosdoğru bir Müslümandı. Müşriklerden de değildi. (Âl-i İmrân: 94/67)
Yahûdîler ve hıristiyanlar İbrâhîm’i kendi ataları biliyor ve kendile¬rinin onun izinde gittiklerini iddia ediyorlardı. Müşrikler de İbrahim’in soyundan geldiklerini söylüyor ve İbrâhîm dininden olduklarını sanıyorlar¬dı. İşte bu âyette İbrahim’in Yahûdî, Hıristiyan, yahut müşrik olmayıp hanîf bir Müslüman olduğu vurgulanıyor. Çünkü Yahudilik, Tevrâtın inişinden sonra, hıristiyanlık da İncil’in inişinden sonra ortaya çıkmış din¬lerdi. Öyle ise bunlardan çok önce gelen İbrâhîm Yahûdî ve Hıristiyan olamazdı.
“Allah doğru söyledi, öyle ise dosdoğru, Allah’ı birleyici olarak İbrahim dinine uyun. O, ortak koşanlardan değildi.” (Al-i İmrân: 94/95)
“Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tâbi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. (Nisa: 98/125)
İnsanın doğasından gelen bu tevhîd eğilimini değiştirmek, Allah’tan başka varlıklara tapmak, O’na ortaklar tanımak doğru değildir. Çünkü bu, doğal eğilimi, yani fıtrî dîni değiştirmek olur. Peygamber(s.a.v.)in: “Her çocuk, fıtrat üzerine doğar. Sonra annesi babası onu ya Yahudi, ya Hıris¬tiyan, ya da mecûsl yapar. Nasıl ki hayvan da organları tam olarak doğar. Hiç doğan hayvanda bir eksiklik görür müsünüz? İsterseniz ‘Allah’ın yaratma yasasına dön ki insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarat¬ması değiştirilemez. İşte doğru dîn budur’ âyetini okuyunuz” demiştir. (Buhârî, Cenâiz: 79, 92, Tefsîr, sûre: 30, Kader: 3; Müslim, Kader: 22, 24; Ebû Dâvûd, Sünnet: 17; Muvatta’, Cenâiz)
Müfessirler, İbni Abbâs’tan ve başka kimselerden fıtrattan maksadın İslâm olduğunu rivayet etmişlerdir. Biraz önce işaret ettiğimiz gibi burada fıtrat, insanda bulunan eğilimdir. Ancak bu isti’dâd inancı, dünyâ hüküm¬lerinin uygulanmasında geçerli değildir. Geçerli olan, şer’î inançtır.
Ashâbdan el-Esved ibn Serî’ şöyle demiş: “Peygamberi s.a.v .)e gel¬dim, onunla beraber savaştım, zafere ulaştım. O gün insanlar o kadar savaştılar ki çocukları dahi öldürdüler. Bunu Allah’ın Elçisi duyunca: ‘Şu kavimlerin hali nice olur ki çocukları öldürecek kadar ileri gittiler!’ buyurdu. Bir adam: ‘Yâ Resûlâllah, onlar müşriklerin çocukları değil mi?’ dedi. Peygamber (s.a.v.): ‘Hayır, dedi, sizin hayırlınız müşriklerin çocuklarıdır. Çocukları öldürmeyiniz, çocukları öldürmeyiniz, her çocuk fıtrat üzere doğar. Dili dönünceye dek bu fıtratta kalır. Dili inancını söyleyecek kadar açılınca annesi babası onu ya Yahûdî, ya da Hıristiyan yaparlar.” (İbn Mâce, Cihâd: 30; İbn Hanbel, Müsned: 3/435,488; Dârimî, Siyer: 25)
Yüce Allah, sağduyunun gösterdiği fıtrî (doğal) dinden ayrılanları tekrar ona döndürmek için peygamberler göndermiştir. Peygamberlerin görevi, fıtrattan sapanları, tekrar fıtrat dini olan Allah’a kulluğa döndür¬mektir: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan Kitabı indirdi. Oysa kendilerine Kitâb verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o(Kitâb hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ihtilâf ettikleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara: 92/213)
Hiçbir milletin veya kişinin, kendisini Allah’ın seçkin kulu saymaya ve kendisini başkalarından üstün görmeğe hakkı yoktur. Allah âlemlerin Rabbidir. İnsanların hepsi Allah’ın kuludur. Her toplumda iyiler de vardır, kötüler de. Yahudilerin de kötüleri yanında iyileri de vardır: “Onların içinde de ılımlı, orta yolda giden bir toplum vardır, ama çokları ne kötü işler yapıyorlar!” (Mâide: 110/66)
Kur’ân-ı Kerîm, insanlar arasında bozgunculuk yapmağa, savaş çıkarmaya çalışan Yahûdîleri kınarken, dinlerinin ruhuna bağlı kalan ılımlı insanları da övmekte, bütün bir milleti kötü sıfatıyla damgalamamaktadır. Yine Kitaplarının hükümlerini doğru uyguladıkları takdirde bolluk içinde yaşayacaklarını bildirmekte ve onları, Kitaplarını gereğince uygulamağa çağırmakta, Kitaplarının hükümlerini uygulamadıkça bir temel üzerinde olmayacaklarını belirtmektedir (Mâide: 110/63-70).
Bütün peygamberler insanları bir tek Allah’a kul olmağa, Allah’tan başka tanrılaştırdıkları şeyleri bırakmağa da’vet etmişler; kavimlerinin, özellikle servet ve mevki ile şımarmış zengin takımı onları engellemeğe çalışmışlardır. Peygamber ne kadar öğüt vermiş, ne kadar uyarmış ise uyarıları kâr etmemiş, nihayet azabı hak eden inkarcı kavim İlâhî azâb ile yıkılıp gitmiştir.
51- Ey elçiler, güzel şeylerden yeyin ve yararlı iş yapın. Çünkü ben yaptıklarınızı bilmekteyim. 52- Ve işte sizin bu ümmetiniz, bir tek ümmettir; ben de sizin Rabbinizim; benden korkun! (Mü’minun: 74/51-52)
123- (İş,) Ne sizin kuruntularınızla, ne de Kitap ehlinin kuruntularlyla olur. Kötülük yapan, onunla cezalandırılır ve kendisine Allah’tan başka ne dost, ne de yardımcı bulur (hiç kimse onu Allah’ın cezasından kurtaramaz). 124- Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. 125- Hangi insan, din bakımından, iyilik edici olarak yüzünü (özünü) Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim milletine (dinine) tâbi olandan daha güzel olabilir? Allah İbrahim’i dost edinmiştir. (Nisa: 94/123-125)
Bu âyetler, Allah katında makbul ve sevilir olmanın, öyle kuru iddia ile olmayacağını, kötülük yapanların cezalandırılacağını, İlâhî dinlerin özüne uyan her erkek ve kadının da cennete gireceğini açıkladıktan sonra bütün İlâhî dinlerin özünün, Allah’a teslimiyet olduğunu, Allah’a teslimi¬yetin de üç İlâhî din peygamberinin atası olan İbrahim’in dininde sembol-leştiğini vurgulamaktadır. Hem Hz. Musa’nın, hem Hz. İsa’nın, hem de Hz. Muhammed’in atası olan İbrâhîm (selâm ona), putçuluktan, şirkten tamamen uzak olarak Allah’a teslim olmuş, yalnız O’na kulluk etmiş, tâbi’lerinin gönlüne tevhîdi yerleştirmiştir. ( Süleyman Ateş
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.