35,5524$% 0.33
36,5882€% -0.09
43,4387£% 0.03
3.099,67%0,22
2.712,53%-0,10
9.866,73%0,00
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ {186}
“Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde duacının dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulalar.” (Bakara Suresi 186 )
**Duanın Önemi**
İnsanda dinî temayülün fıtrî olduğu inancı bazı naslara dayandırılmaktadır. Temelinde Allah inancının bulunduğu dinî hayat görüşünde bütün yaratıkların tabiatında Allah’a doğru bir yöneliş vardır. Birçok âyette canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği belirtilmiştir. Bu âyetlerin birinde şöyle denilir: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih
eder. O’nu överek yüceltmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların bu tesbihini anlamazsınız” (el-İsrâ 17/44; benzer âyetler için bk. er-Ra‘d 13/13; el-Hadîd 57/1; el-Haşr 59/1; es-Saf 61/1; el-Cum‘a 62/1; et-Tegābün 64/1). Zâriyât sûresinde (51/56) insanın esas görevinin kulluk olduğu belirtilmiştir. Bu âyetten, insanın özü itibariyle yaratıcısına doğru bir çekiliş, sığınma, irtibat ve onu tanıma arayışı içinde yaratıldığı anlamını çıkarmak mümkündür. İnsanın yaratılmasıyla ilgili âyetler, yaratılmadan önce ona Allah’ı rab olarak tanıma özelliğinin verilmiş olduğu şeklinde yorumlanmaktadır (el-A‘râf 7/172, 173; ayrıca bk. BEZM-i ELEST)
İslâmî kaynaklarda, bilhassa tasavvufta bu âyetler insanın dinî meylinin fıtrî oluşuna delil olarak kullanılmıştır. Bu yorumda hayat, insanın esas yurdundan ayrılmış olmasının acılarını duyması, onu arama ve ona ulaşma çabası olarak anlaşılmaktadır. Böyle bir istekle yüklü insanın hali tasavvufî yazılarda eşini kaybeden güvercine, yerinden koparıldığı için inleyen neye, sahibinin ıslığına gelen şahine veya kafesteki kuşa benzetilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duaya başvurma şeklindeki genel psikolojik mekanizması üzerinde ısrarla durulmuştur. Bazı âyetlerde dinî yöneliş veya duanın belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin insan tabiatında fıtrî ve küllî bir motif olarak bulunduğu da ortaya konmaktadır. Âyetlerin ifadesiyle, insan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; yatarken, otururken, ayakta dururken bıkmadan
usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister (Yûnus 10/12; el-İsrâ 17/11; er-Rûm 30/31; Lokmân 31/32; Fussılet 41/49). Yine yukarıda zikredilenlerle diğer bazı âyetlerde insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteğinin zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp bencil ve nankör olduğu, zalimce hareket ettiği vurgulanmaktadır (el-İsrâ 17/67; Lokmân 31/32; ez-Zümer 39/8; Fussılet 41/51). Bu olumsuz gelişmeyi önlemek amacıyla ilâhî dinler, insan şuurunda dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı, etkili bir halde bulunmasını sağlamanın bazı çarelerini (bazı dua ve ibadetleri) insan için bir görev haline getirmiştir. Başa gelen sıkıntı ve zorluklardan kurtulmak için Allah’a dua edilmesinin istenmesi (el-Mü’min 40/60) yanında ilâhî dinler bilhassa refah ve rahatlık durumlarında insanın Allah’ı hatırlamasını, böylece bu inancın kontrolü altında bencil isteklerine kapılmamasını sağlamayı hedeflemiştir. Dua ve zikir mânasına gelen salâtın (namaz) müminler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması (en-Nisâ 4/103), insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesini güder. Din psikolojisi araştırmalarına göre insan tabiatının ahlâkî ve kutsal yönelişlerinin ihmal edilmesi onu mânen kör bir varlık haline getirmekte ve bu durum onun yapıcı bir toplum elemanı olmasını engellemektedir. Bugünün şartlarında iç rahatlığı için gerekli ruhî ve bedenî hususları temin edecek dua yerlerine ihtiyaç vardır. Bu sığınakların sessizliğinde insanlar düşüncelerini Allah’a doğru yükselterek adale ve uzuvlarını dinlendirme, zihinlerinin gerginliğini giderme, fikirlerini billûrlaştırma ve medeniyetin ezici bir yük haline getirdiği çetin hayata tahammül kuvvetini kazanma imkânını bulabileceklerdir (Carrel, s. 9).
Dua ve ibadet, yaratılışı gereği insanın Allah’a doğru olan bir yönelişi gibi görünürse de dinî metinlere göre dua ve ibadeti, Allah ile kul arasında Allah’ın rahmet ve şefkatinin kulları tarafından tanınma iradesinin galip geldiği canlı bir ilişki ve haberleşme olarak görmek lâzımdır (Kuşeyrî, s.380). Bir yoruma göre duada Allah ile kul arasında bir vasıta yoktur ve bu sebeple dua kulluk makamlarının en önemlisidir (Fahreddin er-Râzî, X, 374, 375). Bir âyette, “De ki: Duanız olmasa rabbim size ne diye değer versin” (el-Furkan 25/77) denilmek suretiyle insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazandığı belirtilmiştir. Bazı hadislerde de Allah’ı güzel isimleriyle anan kimsenin günahlarının deniz köpükleri kadar çok olsa bile yine affedileceği bildirilmiştir (Buhârî, “DaǾavât”, 65; Ebû Dâvûd, “Salât”, 359).
Allah kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Bunun vesilesi, varlığın müşâhedesinden doğan bir hayranlık veya nimet içinde olmanın verdiği bir memnunluk duygusu olduğu kadar insanı sıkıştıran ihtiyaç ve korkular veya yapılan kötü bir işten dolayı duyulan pişmanlık da olabilir (el-Bakara 2/152, 186; Hûd 11/90; en-Nûr 24/31; ez-Zümer 39/53). Hatta suçluluk duygusu, insanın Allah önünde kusurunu, zayıflık ve güçsüzlüğünü
anlayıp iyi bir kul olmaya imkân verdiği için ayrıca önem kazanmaktadır (Müslim, “Tevbe”, 11). Bu durumda günah veya kötülük, insanın tövbe edip meşrû sınırlar içine dönmesini sağlayan bir vicdan azabına yol açmaktadır (Müslim, “Birr”, 14). Kulun yapısı gereği kaçınamadığı günahlar, onun derin pişmanlık duygularıyla Allah’a yönelmesini sağlayan birer vesile olarak görülmektedir. Bu sebeple kulun tekrar tekrar işlediği günahların affı için Allah’a yönelmesi, bir hadise göre her defasında afla sonuçlanacaktır (Müslim, “Tevbe”, 29).
İslâmî hayat anlayışında insanın Allah’a doğru bir yöneliş halinde O’nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olması önem taşımaktadır. Bir hadiste Allah’ın kendisine tövbe edilmesinden duyduğu sevinç, çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevincine benzetilmiştir (Müslim, “Tevbe”, 2). Ancak bu ilâhî rahmet ve ilginin gerçekleşmesinde ilk adımın kul tarafından atılması gerekmektedir. Allah ile kul arasındaki münasebet konusunda Hz. Peygamber’e yöneltilen soruya Kur’an şu cevabı vermiştir: “Ben yakınım; biri benden bir şey istediğinde onun duasına karşılık veririm” (el-Bakara 2/186). Bir hadîs-i kudsîde, kulun rabbine gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı anlatılmıştır (Müslim, “Tevbe”, 1; Tirmizî, “Daavât”, 132).
İbadet ve duanın, kulda Allah şuurunu daha canlı ve devamlı hale getirmek suretiyle ahlâkî bir hayat için gerekli duyarlık ve özgeciliğe ulaştırması; ayrıca problemleri akılcı bir şekilde çözmek ve hayatı daha mutlu kılmak için gerekli olan zihin duruluğu, moral güç, sağduyu ve ferâsetin gerçekleşmesine imkân vermesi beklenir. Bu durumda dua gerçek bir tevekkül halini alır; yani bir problemi çözmenin veya önlemenin gerekli bütün yolları Allah’a dayanmanın sağladığı sükûnet ve güçle araştırılır ve sonucun hayırlı olması Allah’tan beklenir. Genellikle insan, gerekli tedbirleri aldığı halde akıl ve bilme gücünün karmaşık hayat olaylarını anlama ve düzenlemede yeterli olmadığı duygusuna kapıldığında dua eşliğinde beklentiye girer ve işin sonucunu Allah’a bırakır. Ne var ki çok defa insanın aceleci ve kolaycı tabiatı, onu bazı dua klişelerini sadece okumak, tekrar etmek veya yanında bulundurmak, yani duayı bir çeşit sihir tekniği gibi kullanmak suretiyle isteklerinin gerçekleşmesini beklemeye sevketmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de duanın sadece Allah’a yöneltilmesi önemle belirtilmiştir. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izâfe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’an’da kesinlikle yasaklanmıştır (meselâ bk. eş-Şuarâ 26/213; el-Kasas 28/88). Kur’an’ın tasvirine göre Allah’tan başkasına dua edenler, ağzına su gelsin diye suya doğru ellerini açan, fakat elleri boş kalan kimselere benzerler (er-Ra‘d 13/14). Halbuki Allah’ın dışında kendilerine dua edilenler de O’nun kulları ve yaratıklarıdır (el-A‘râf 7/194, 195; en-Nahl 16/20). Bu sebeple Allah’tan başkasına dua etmek “açık bir sapıklıktır” (el-Hâc 22/12, 13) ve “kâfirlerin yaptığı dua boşuna yapılmış bir duadır” (el-Mü’min 40/50).
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.