39,3610$% 0.48
45,7207€% 1.43
53,6923£% 1.16
4.281,14%1,37
3.382,56%0,87
9.520,22%-1,71
Kalak; bulunduğu yerden ve halden sıkılma, kafesten kurtulmak isteme, esaretten kurtulma arzusu olarak tanımlanabilir. Ancak bu, sadece fizikî bir kaçış değil; daha çok bir manevî kurtuluş, bir vuslat özlemidir. Kalak, âbidin cennete olan iştiyakının ötesinde; arifin marifet hislerinden daha derin, muhibbin sabrını yakıp kül eden kara bir sevdadır. Bu sevdaya tutulan sâlikin kalbinde sürekli vuslat şuaları çakar durur. Kalbi her daim şu ayetin mülâhazasıyla atar:
وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللَّهِ أَكْبَرُ
“Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür.” (Tevbe Suresi, 72)
Tevbe suresi 72. âyetin sonundaki bu ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey, ondan daha önemli ve değerli olamaz. Eğer Allah’ın rızası sadece cennet nimetlerine ulaşmak için bir araç olsaydı, bu nimetlerin daha kıymetli olduğu sonucuna varılırdı. Fakat âyet, Allah’ın rızâsının tüm nimetlerin üstünde olduğunu, onun asıl ve en büyük kazanç olduğunu ortaya koyar.
Bu mânâyı destekleyen bir hadiste ise şöyle buyrulmuştur:
يَقُولُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى: يَا أَهْلَ الْجَنَّةِ … فَيَقُولُونَ: وَمَا ذَاكَ؟ فَيَقُولُ: أُحِلُّ عَلَيْكُمْ رِضْوَانِي، فَلَا أَسْخَطُ عَلَيْكُمْ بَعْدَهُ أَبَدًا
“Allah Tebâreke ve Teâlâ cennet ehline hitap eder: Ey cennet ehli!… Onlar: Daha başka ne var? derler. Allah: Sizden ebediyen razı oldum; artık size asla gazap etmeyeceğim, buyurur.” (Buhârî, Tevhîd, 38; Rikak, 51)
Bu hadis, cennet nimetlerinin ötesinde, Allah’ın ebedî rızâsına nâil olmanın müminler için en büyük mutluluk olduğunu gösterir. Kalak, işte bu rızaya ulaşma iştiyakının yürek burkan, göz yaşartan halidir. (Kur’an Yolu Tefsiri, Cilt: 3, s. 33–34.)
Vuslat arzusunun zirve noktalarından biri Hazreti Musa’nın şu ifadesinde görünür:
وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ
“Rızanı kazanmak için sana aceleyle geldim, Rabbim.” (Tâhâ Suresi, 84) Bu ifade, şevk konsantrasyonu içindeki bir ruhun heyecan, helecan ve aşkla dolup taştığını yansıtır. Musa (a.s), sabrın tükendiği noktada, vuslat iştiyakıyla kendini ateş gibi bir arzunun içinde bulmuştur.
Kalak, bir kalp hâli olarak mertebeler hâlinde tezahür eder:
Varlık, kendi dalga boylarıyla müştakı sıkmaya başlar. Sâlik halveti arzular, dünyadan yüz çevirerek gerçek vuslata ulaşmayı diler. Gözleri artık gayriden başka hiçbir şeyi görmez olur.
Müştak, kalbî ve ruhî hayatla şahlanır. Artık akıl onu frenleyemez, irade yönlendiremez. Aşağıdaki dizelerde ifade edildiği gibi, kendi varlığı ile Mahbûbu arasında farkı seçemez hâle gelir:
‘Öyle bilmezdim ben kendimi
O ben miyim, ya ben o mu
Aşıkların budur demi
Yandıkça yandım bir su ver.’ Gedai
Hicab aralanır, kalpte mâverâîlik baş gösterir.
Artık o sâlik, Mahbûb-u Hakiki’den başka her şeye kapanır.
Muhib olduğu anda mahbub, mürid olduğu anda murad, arandığı anda arayan olur.
Kalp; iman ile can bulur, ibadet ile hayat bulur, tefekkür, murâkabe ve muhâsebe ile ayakta kalır. Kalbin düşmanları ise çoktur: kasvet, kibir, ucub, hırs, gaflet, makam tutkusu gibi sayısız unsur, kalbin merkezine sızmak için fırsat kollar. Kur’an bu tehlikeye karşı şöyle uyarmaktadır:
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا
“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme!” (Âl-i İmrân, 8)
Peygamber Efendimiz (s.a.s) de sık sık şu duayı ederdi:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ، ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ
“Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Tirmizî, Kader, 7)
Bu dua, kalbin sabit kalması için yapılan en temel yakarıştır.
Cenâb-ı Hak, Hz. Dâvud’a şöyle seslenmiştir: “O evi benim için boşalt ki, ben orada olayım.” (Sıfatü’s-Safve) Bu ifade, kalbin ağyârdan (yabancı düşünce ve ilişkilerden) arındırılması gereğini vurgular. Mevlânâ da bu hususu şöyle dile getirir: “Halvet, ağyara karşıdır; yâra değil. Kuyu dibi, halkın zulmetinden daha iyidir.”
Kalp, Allah-kâinat-insan üçgeninde akan yüksek debili bir ruh ırmağıdır. Kalp, melekût âlemiyle irtibat hâlinde olan ve ilâhî tecellilerin indiği bir merkezdir. Bu sebeple bir kudsî hadiste şöyle buyrulur:
لَا يَسَعُنِي أَرْضِي وَلَا سَمَائِي، وَلَكِنْ يَسَعُنِي قَلْبُ عَبْدِيَ الْمُؤْمِنِ
“Ne arza ne de semaya sığdım; ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” (رواه ابن الجوزي في “كشف الخفاء”، 2/195)
İbrahim Hakkı hazretleri bu mânâyı şu dizelerle ifade eder:
“Sığmam dedi Hakk arz u semaya,
Kenzen bilindi dil madeninden.”
Kalp, nuranî bir cevherdir. Bir yönüyle rûhlar âlemine, diğer yönüyle cisimler âlemine bakar. Eğer cisim şer’î ölçülerle ruhun emrine girerse, kalp bu feyzi bedene taşır, huzur meydana gelir. Aksi hâlde kalp, şeytânî ve nefsânî dürtülerin hedefi olur.
Kalp, hayırların ve bereketlerin insana ulaşmasında bir köprü olduğu kadar; kötülüklerin de geçidi olabilir. Yüzü Hakk’a dönük olduğunda projektör gibi bedenin her yerine nur saçar; cismaniyete döndüğünde ise şeytanın hedef tahtası hâline gelir.
Kalbin yaşadığı en derin acılardan biri de, ruhun Hakk’a duyduğu gurbet ve istiğraktır. Bu, tasavvufi anlamda sâlikin Hakk’a yakınlığında yaşadığı uzaklık hissidir. Sevgiliye yakınken bile, “Daha yok mu?” diye soran bir hasret hâlidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in yaşadığı derin gurbeti anlatan şu ifade, bu noktada dikkat çekicidir:
يَا لَيْتَ أُمِّي لَمْ تَلِدْنِي
“Keşke anam beni doğurmasaydı!”
(ابن سعد، الطبقات الكبرى، ج 3، ص 360)
Bu, bildiğimiz gurbetlerin en ağırı ve en derinidir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.