Uzay çağı, bilgi çağı diye umutlandığımız, bel bağladığımız yirmi birinci yüzyılı yaşıyoruz. Varlıkla tüm darlıklardan kurtulunacağı ümidini taşıdığımız bir asırdı bu yüzyıl. Teknolojinin getirdiği yenilikler, insanlara daha müreffeh bir hayat sunacak, tüm sıkıntılar kaybolacaktı. Oysa bu rahatlık hülyaları gerçek olurken insanoğlu yitiklerini bir zaman sonra ancak fark etti. Bu asır, insanlar üzerinde en büyük etkiyi, onları yalnızlaştırarak gösterdi.
Belgin Toğrul “İyi ki Varsın” hikâyelerinde insanın yitirilmişliklerine kelimelerin sihirli lambasıyla ışık tutuyor. Henüz bugünün teknik rahatlığına bu derece erişmemiş kahramanına, ummadığı iyilikler eriştiriyor. Yaşanmışlıklardan beslenen kurgunun büyülü atmosferinde olabildiğine yalın bir dil kullanıyor. Kimi zamansa konunun geçtiği yöreye dair latif sözcüklerle söz hazinemize armağanlar sunuyor.
On iki ayrı hikâyeden oluşan kitapta olaylar ortak ana karakter Beyza’nın çevresinde cereyan ediyor. Zorlu ama insana son derece dokunan iki ayrı mesleğin mihenginde olan Beyza, olayları algılayışı, çevresine bakışı ile okuyucusunun kapılarını güzelliklere aralıyor. Milenyum diye adlandırdığımız bir önceki asrın –yirminci yüzyılın- son çeyreğine denk gelen Beyza’nın ilk gençlik yıllarındaki gayreti, tevekkülü ve en önemlisi olayların perde arkasındaki hadiseleri ince bir duyarlılıkla gözler önüne seriliyor. Beyza’nın düşsel yolculuğu hikâyeleri birbirine usul usul bağlıyor. Çeyrek asır gibi kısa bir sürede toplumun yaşadığı farklılıklar, nahif dokunuşlarla okuyucuya sunuluyor.
Belgin Toğrul, uzun yılları kapsayan yazı yolculuğunda meyve niteliğindeki “İyi ki Varsın” hikâyeleriyle okuyucu karşısına bir kez daha çıkıyor. Daha nice eserin müjdecisi olacak elinizdeki eser, uzun lafı ama içeriğinde kıssası olmayan değil, az sözle nice anlamları barındıranlara daha çok hitap etme özelliği taşıyor.