DOLAR

36,7760$% 0.2

EURO

40,2346% 0.06

STERLİN

47,7495£% 0.07

GRAM ALTIN

3.598,06%0,52

ONS

3.043,00%0,29

BİST100

10.802,23%-0,55

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a

İstanbul Fethinin Görünmez mimarı

İstanbul Fethinin Görünmez mimarı
0

BEĞENDİM

**İstanbul’un manevi Fatih’i**

Akşemseddin Hazretleri gönlünün aydınlığını Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinde bulmuştur. Kutlu fethe giden yoldaki manevi fatihlerin en önde geleni Akşemseddin Hazretleridir. Akşemseddin Hazretleri, İstanbul’un manevî fâtihi, büyük bir âlim, hazık bir hekim, büyük bir veli ve çok yönlü bir Türk Bilim adamıdır.

**
Babasının vefatı ve kurt hadisesi**

Asıl ismi Muhammed Şemsettin bin Hamzâ, lakabı Akşeyh’tir. Büyük evliyalardan Şihâbüddîn Sühreverdî’nin neslindendir. Soyu, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a (ra) ulaşır.1390 (H.792) senesinde Şam’da doğdu. Küçük yaşta hâfız oldu. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip Kavak’a (Samsun) yerleşti. Bir süre sonra kendisi de büyük bir âlim ve veli bir zat olan babası vefat etti. Babası vefat edip, defnolunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza’yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübarek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyarete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Hamza’nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sahibi biri; “Kurda değdiği için, Şeyh Hamza’nın mübarek elinin yıkanması lazımdır.” dedi. Elini yıkadılar. El, hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddin’in babası, Kurtboğan lakabı ile meşhur oldu.

**
Hacı Bayram Velî’nin Talebesi**

Akşemseddin, babasının vefatından sonra tahsiline devam ederek kısa sürede tüm şer’i ilimlerle birlikte tıp ilmini de tahsil ettikten sonra Osmancık medresesine müderris (profesör) oldu. Burada günün belli saatlerinde ders verir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meşgul olurdu. Devamlı takva üzere Hak’la birlikte bulunurdu. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamanın büyük velîsi Hacı Bayram Hazretleri’ne gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddin Hazretleri müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî’yi nerede bulabileceğini sordu.

O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek; “İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram’dır.” dedi. Akşemseddin Hazretleri’nin yüzü buruştu, kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddin-i Hâfî Hazretleri’ne talebe olmak gayesiyle Haleb’e doğru yola çıktı.

**
Çıkılan yolda görülen bir rüya**

Günlerce yol alan Akşemseddin, Haleb’e bir konak mesafeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, dehşet içinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyanın etkisindeydi. Sabah namazını eda edip tekrar Ankara istikametine döndü. Oysa Haleb’e bir saat kalmıştı. Onu geri döndüren rüyası idi. Rüyasında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram’ın elindeydi. Akşemseddin, Haleb’e gitmek istedikçe Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüya tabiri gerektirmeyecek kadar açıktı. Ankara’ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî’nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu, fakat Hacı Bayram hiç iltifat etmedi.

Akşemseddin, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince Akşemseddin’e itibar edilmedi. Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddin, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine, “Sen buna lâyıksın!” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı.

**
“Zincirle zorla gelen misafiri böyle ağırlarlar!”**

Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevazusuna dayanamayarak; “Köse, kalbimize girdin, gel yanıma!” diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra, “Zincirle zorla gelen misafiri böyle ağırlarlar!” dedi. Akşemseddin buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi. Akşemseddin hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icazetini, diplomasını aldı.

**
İlmi kişiliği:**

Akşemseddin dini ve tıbbi ilimlerde geniş bilgiye sahipti.Bilhassa tıp hakkında bilgisi inanılmaz idi. Yaşadığı çağda onunla yarışabilecek kimse yoktu. Hastalıkların teşhisini yanılmadan hemen koyar, ilacını da bizzat kendisi hazırlardı. **Şu hadise, onun bu konuda ne büyük bir uzman olduğunu anlatmaya yeter:**

Bir gün vezir Halil Paşa’nın oğlu hastalanmıştı. Devrin ünlü doktorlarının hepsi çağrıldı. Tedavi etmeye çalıştılar. Kendilerine göre bir kısım ilaçlar hazırladılar. Akşemseddin de davet edildi. İçeriye girince saygıyla karşılandı. Akşemseddin’in ilk işi, doktorların nasıl bir teşhis koyduklarını ve ne gibi ilaçlar hazırladıklarını sormak oldu. Hastaya bir de kendisi baktı. İyiden iyiye muayene etti. Teşhisi yanlış buldu. Verilen ilaçlar kullanılmamalıydı. Hekimler buna itiraz ettilerse de, Akşemseddin hepsini susturdu. Kendisi bir ilaç hazırladı. Çocuğa içirdi. Çok geçmeden çoçuk iyileşti.

İşte Akşemseddin doktorlukta bu derece bilgiliydi. Bitkiler üzerinde geniş araştırmalar yapmıştı. Hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğini çok iyi bilirdi. Bitkilerden yaptığı ilaçlar birer harikaydı. Bu hususta öylesine uzmanlaştı ki bitkiyi görür görmez hangi hastalığın ilacı olabileceğini hemen kestirirdi. Şöyle bir şey anlatılır: Akşemseddin bir ilaç yapmak için dağlardan bitki toplarken, bitkiler dile gelir, “Ben şu hastalığa iyi gelirim” derlermiş. Akşemseddin’in keramet sahibi, Allah’ın sevgili bir kulu olduğunu düşünürsek, bunun hiç de mübala olmadığını kolaylıkla anlarız.

Akşemseddin, bedeni hastalıkların olduğu kadar ruhi hastalıklarında usta hekimiydi. Ona “Tabibi ervah – Ruhların doktoru” derlerdi. Devrinde hastaların sığınağı oldu. Hastaları sür’atle sağlığa kavuşturmakla tanındı.

**
Akşemseddin’in en büyük keşfi:**

Akşemseddin, bilhassa, bulaşıcı hastalıklarla ilgilendi. Çünkü o zamanlarda salgın hastalıklar binlerce kişinin ölümüne sebep oluyordu. Bu insanları ölüme terketmek uygun olmazdı. Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem’in ifadesi ile “Her derdin devası vardı”.

Bu bulunabilir, hastalığın hangi yollarla bulaştığı tespit edilir ona göre tedavi edilebilirdi. Akşemseddin bu konuda inceden inceye araştırmalar yaptı. Sonunda “Maddet-ül Hayat” adlı tıp kitabında belirttiği şu neticeye vardı:

“Hastalıkların insanlar da teker teker ortaya çıktığını sanmak hatalıdır. Hastalık insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük, lakin canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” Böylece Akşemseddin, mikrobun tarifini yapmış, her türlü hastalığı, gözle görülmeyecek kadar küçük canlıların yaptığını dünyada ilk defa keşfetmiş oluyordu. Üstelik mikroskop henüz icat edilmemişti. Fransız kimyacısı ve biyoloji bilgini Pasteur, ondan 400 yıl sonra, deneylerle aynı sonucu alacak ve bize mikrobu ilk bulan kişi olarak gösterilecekti. Bu büyük yanlış nihayet düzeltildi ve mikrobu ilk bulan bilgin olarak Akşemseddin, ilim tarihine geçti..

**Manevi Fatih Odur**

Fatih, Topkapı’dan beyaz bir at üzerinde şehre girdiğinde İstanbullular onları muhteşem bir merasim ve alkışlarla karşılıyordu. Yanında, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve veliler topluluğu da bulunuyordu. Herkes Akşemseddin’i padişah sanıyor demet demet çiçekleri ona veriyorlardı. Akşemseddin de genç padişahı göstererek “Sultan Mehmed odur.” diyordu. Buna karşılık, Sultan Mehmed de “Yine ona gidiniz. O benim hocamdır. Şehrin manevi fatihidir.” diyordu.

**
Akşemseddin mahallesi**

Fetihten sonra, Akşemseddin üç gün gözden kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında vîrâne bir yerde ibadetle meşgul olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izafeten “Akşemseddin” mahallesi denildi. Ayasofya camiye çevrildiğinde ilk hutbeyi de Akşemseddin hazretleri okudu.

**
Fethi nasıl bildi?**

Akşemseddin hazretlerine, “İstanbul’un fethedileceği zamanı nasıl bildin?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi: “Kardeşim Hızır ile ilm-i ledünniyye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır’ın, yanında evliyadan bir cemaatle hisara girdiğini gördüm. Kale fethedildikten sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm.”

**
Akşemseddin’in Fatih’e mektubu**

“…Bu hadise, gemi ehlinden oldu. Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu.

Birincisi, kâfirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu.

İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı.

Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise, bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.

Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dahil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hucuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir.

Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.

Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir.

Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek zora başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur.

**Allah şöyle buyuruyor:** “Ey şanlı Peygamber! Kafirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol. Yumuşak davranma. Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir.”

Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Cafer-i Sadık’ın işareti üzerine Kur’an-ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete rastladım: “Allah münafıklara ve kafirlere ve ebedi olarak cehennem ateşini vaad etti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır.

Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar, münafık hükmünde olup, kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır.

İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah’ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan mansur (yardım edilen) ve muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, “kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır” hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah’tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah Rasülü ve ashabının sünneti de budur.

Hüzünlü bir halde iken biraz Kur’an okuyup yattığımda, bir takım lütuflara ve müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum.

Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir.”

**
Mektubun aslı Topkapı Sarayı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Bu şekilde motive olan Fatih, 21 Nisan’ı 22’ye bağlayan gece gemileri karadan yürüterek Haliç’e inmeyi başarır. Şaşırma sırası Bizans’tadır. Nitekim 29 Mayıs 1453 günü İstanbul fethedilir. Akşemsettin, Fetih’ten sonra Ebu Eyyüp El-Ensari’nin mezarını teşhis edip yerini belirler.**

**
Eyüp Sultan’ın Kabrini Buluşu**

Bir gece Fatih Sultan Mehmed Han, Akşemseddin hazretlerinin ziyâretine gitti. Fatih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddin’e, “Hocam! Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin mübârek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu tarih kitaplarından okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa rica ederim.” dedi. O zaman Akşemseddin hemen; “Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır.” cevabını verdi. Derhâl oraya gittiler. Akşemseddin hazretleri, oradaki bir çınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve “Bu iki dal arası, Mihmandâr-ı Resûlullah’ın kabridir.” buyurdu. Sonra, kaldıkları yere döndüler.

Fatih, o gece silahdarına; “Gidin, dikilen çınar dallarının ortasına şu mührümü gömün ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekin.” dedi. Sabah olunca Sultan Fatih, Akşemseddin’den, Hazret-i Hâlid’in kabrinin yerini tekrar tâyin etmesini ricâ etti, tekrar gittiler. Akşemseddin dallara hiç bakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve “Dalların yeri değiştirilmiş, Hazret-i Hâlid buradadır.” dedi ve sonra silahdar ağasına hitâben “Sultân hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin!” dedi. Daha sonra kabir kazılıp, “Bu Hâlid bin Zeyd’in kabridir” yazılı taşı da bulup çıkardılar. Fatih; “Zamanımda Akşemseddîn gibi bir zatın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir.” diye şükretti.

**
Padişaha haber vermeden Göynük’e dönüşü**

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) 856 yıl önce verdiği müjde tahakkuk etmiş, genç sultan, istanbul fatihi olmuş, Akşemseddin Hazretleri’nin kendisinin ve Şeyhi Hacı Bayram-ı Velî’nin verdiği haberin doğruluğu da meydana çıkmıştı.

Sultan “Beldetün tayyibetün” deki harflerin işareti olan 857 (1453) yılında fetih müyesser olunca, hiçbir zaman bu kadar sevinmemişti. Padişah şöyle buyurdu: “Bende gördüğünüz bu ferah yalnız bu kalenin fethine değildir. Akşemseddin Hazretleri gibi mübarek bir zatın benim zamanımda olduğuna sevinirim.” (2) Padişah istanbul’a girmiş, fethin üçüncü günü kilise iken camiye çevrilen Ayasofya’ya gelip ilk hutbeyi Akşemseddin’e okutturmuştur.

Akşemseddin Hazretleri, Fatih’in isteği üzerine islam ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehit düşen sahâbi Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini de keşfetti. Fetihten sonra bir müddet ortalıktan kayboldu. Padişah arattı ise de bulamadılar. En sonunda Edirne kapısında viran olmuş bir odada ibadet ediyorken buldular. Şeyh, istanbul’da bulunduğu müddetçe orada kaldı. Oraya halen Akşemseddin Mahallesi denilmekte olup camisi de bulunmaktadır.

Fatih medreseleri tamamlanıncaya kadar, kiliseden camiye çevrilen Zeyrek Camii, medrese olarak kullanıldı. Zeyrek Cami’nin güney ihata duvarında pencere üstündeki kitabeden Akşemseddin’in burada kaldığı ve ders verdiği anlaşılmaktadır.

Fetihten sonra istanbul’a yerleşmek o zaman herkesin en çok isteyeceği şeylerden biriydi. Ancak sultan taç ve tahtını bırakarak şeyhinin yoluna girerek tasavvuf erbabı olmak istemiş ve bunda da ısrar etmişti. Akşemseddin, Fatih’in bu arzusuna mani olmak istedi. Buna muvaffak olamayacağını anlayınca padişaha haber vermeden Göynük’e döndü. Sultanın, gönlünü almak için arkasından gönderdiği hediyeleri şahsı için kabul etmeyip bir vakıf yapılmasını istedi.

**
Göynük’te Vefatı**

Hayatının son zamanlarını Göynük’te geçirip bir taraftan ahiret hazırlığı görürken, bir taraftan kendisine intisab edenleri yetiştiriyor ve eserlerini yazmakla meşgul oluyordu. Yetmiş sene kadar süren ömrün içinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in müjdelediği kumandanın hocası olma bahtiyarlığına eren, hak ve hakikati gösteren Akşemseddin Hazretleri, vazifesini halifelerine ve oğullarına devredip 1459 (H. 863) yılında âhirete göç etti. Türbesi Göynük’tedir.

**
ESERLERİ:**

**1)** Risalet-ün-Nuriyye: Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir. Arabça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

**2) **Def’ü Metain,

**3)** Risale-i Zikrullah,

**4) **Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli,

**5)** Malumat-ı Evliya,

6) Maddet-ül-Hayat,

 7)Nasihatname-i Akşemseddin.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.