39,4066$% 0.48
45,6850€% 0.91
53,5833£% 0.72
4.324,53%-0,08
3.413,95%-0,47
9.226,11%-0,92
**A. ÇOCUK HAKLARININ MÂNÂSI**
İnsan, doğumuyla beraber birtakım haklar edinir ve hâliyle zarurî olarak birtakım sorumluluklar yüklenir. İşte bu hak ve sorumluluklar, fıkıhta “vücub ehliyeti” olarak nitelenen, kavramla ifade edilir. Bu durumda, “vücub ehliyeti”, kişinin leh ve aleyhindeki haklara sahip olma özelliğidir.1 Vücup ehliyetine sahip olmak için, insanın büyük-küçük, erkek-kadın veya akıllı-deli olması gibi özelliklerine bakılmadan sırf “insan” olması durumu yeterli görülmüştür. Çocuğun hak ve mükellefiyetleri birbiriyle mukayese edildiği zaman, hakların daha fazla olduğu görülür. Her ne kadar malî hususlarla alâkalı olarak yeni doğan çocuğun bazı mükellefiyetleri bulunsa da bu çalışmanın konusu “haklar” konusuyla sınırlı tutularak mükellefiyetlere temas edilmeyecektir.
**B. ÇOCUĞUN HAKLARI**
**1) Nesebinin Tespiti Hakkı**
Nesep, İslâm dininde korunması gereken en önemli konulardan biridir. Bunun için Allah (celle celâluhu) zinayı haram kılmıştır. Hayatını sürdürmek isteyen toplumlar, buna dikkat etmek mecburiyetindedir. Salih bir nesep, insan için gerekli olan önemli haklardan biridir. Bu sebeple kanunî temsilcinin önce bu hakkı yerine getirmesi gerekir.
Buluntu çocuğun nesebini -ilk başta meçhul olsa bile- mümkün mertebe tespit etmek gerekir. Biri, buluntu çocuğun kendisinden olduğunu dava etse, bu davayı çürütecek herhangi bir mâni yoksa çocuğun nesebi o kimseye verilir.2 Günümüzde ise çocuğun nesebini birden fazla kimse iddia ederse, ilmî araştırmaya; meselâ, DNA testi, kan gruplarını inceleme gibi metotlara başvurulur. Önceki dönemlerde, “soy bilimi” uzmanları (kaif) bu işi yaparlardı. Nesebi tespit etmede daima yapıcı ve olumlu rol alanlara itibar edilir. Fitne çıkarıcı unsurlardan uzak durulur.
**2) İsim Alma Hakkı**
Çocuğun babasından veya kanunî temsilcisinden alacağı haklardan biri de güzel isimdir. Düşük olarak doğan çocuğa da mutlaka isim verilir.3 Çocuğa doğduğu gün isim koymak faziletli görülmüştür. Akika kesilecekse, isim, yedinci günü akika kurbanından sonra verilir. Çocuğa, peygamberlerin4 isimlerinin konulması tavsiye edilirken, meleklerin isimlerinin verilmesi hakkında yasaklama mevcuttur.5 Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sizler kıyamet gününde adlarınızla ve babalarınızın elleriyle çağrılacaksınız. Bu yüzden isimlerinizi güzel koyunuz.”6 buyurmuştur. Şayet doğduğu zaman, çocuğa güzel bir isim konulmazsa, daha sonra güzel bir isimle değiştirilir.7 Oğlan çocuklar için “Muhammet” ve “Ahmet” isimlerinde büyük bereket vardır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Ahmet veya Muhammet ismindeki kimselerin istişarelere katılmalarını isterlerdi.8 Kız çocuklarına ise büyük peygamberlerin kızları, anneleri, halaları ve teyzelerinin isimleri konulması tavsiye edilmiştir. Fatıma, Safiye, Meryem, Hatice vs. gibi.9
Salih, âlim ve fâzıl kimseler tarafından, önce çocuğun sağ kulağı hizasında alçak bir ses ile ezan okunur, sonra da sol kulağına kamet getirilerek çocuğa isim verilir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yeğeni Hz. Hasan’ın kulağına doğumundan hemen sonra ezan okumuştur.10 Doğan çocuğun kulağına, “Onu da onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”11 ayeti de okunur.
Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiyelerine göre, sağ doğmuş çocuğa isim verildiği gibi, düşük çocuğa da verilir.12 Erkek mi kız mı olduğunun tespit edilemediği durumlarda düşüğe, her milletin kültürüne göre, her iki cinsin ortak olarak kullandığı isimler verilir: Araplarda, “Seleme, Katade, Saadet, Hind”13, Türklerde “Hikmet, Yaşar” vb.
**3) Süt Emme Hakkı**
İslâm dininde çocuğun süt emme hakkı her hâlde tedarik edilir. Diyâneten bütün mezheplere göre, annenin süt emzirmesinin zorunluluğu konusunda ittifak vardır. Hukuken, annenin süt emzirme yükümlülüğü İmam Malik’e göre mecburi olmasına rağmen, Hanefî mezhebine göre mecburî değildir. Onlara göre; “Anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler.”14 âyetindeki beyan, emir olmayıp tavsiye niteliğini taşır. Dolayısıyla, Malikiler dışında bütün İslâm fakihleri, annenin süt emzirmek için mecbur edilemeyeceği, zaruret olması dışında süt vermekten imtina edeceği görüşündedirler. Çocuğun bakımı, baba ve çocuğun dini ne olursa olsun, tamamen baba üzerinedir.15 Fakat ne çocuğun ne de babasının bir sütanne tutacak maddî güçlerinin olmadığı; babanın, anneden başka emzirecek birini bulamadığı; çocuğun annesinden başka kadınların memesini almadığı durumlarda, anne, çocuğunu, hem hukukî olarak hem de diyaneten emzirmekle mecburdur. Anne bu konuda imtina ederse, mahkeme yolu ile süt emzirmeye mecbur edilir.16 Çocuğun süt ücretine gelince, malı varsa maldan, malı yoksa babasının malından temin edilir.17 Sütanne çocuğa bakarken, çocuk annesinin yanında kalır. Süt devresinde çocuğa bakma hakkı icmâ ile anneye aittir.18 Baba, sütanne olarak bizzat çocuğun annesiyle sözleşme yapsa, anne de çocuğu emzirse, şayet annenin bu paraya ihtiyacı yoksa sözleşme geçersizdir. Anneye bu konuda ücret ödenmez.19
Bir yetimi emzirecek annesi bulunmazsa, kendi şahsî malı da mevcut değilse, emzirme ücreti mirasçıları nispetinde akrabalarına terettüp eder.20
Çocuğun emzirilme müddetinin tam iki yıl olduğunu, bu müddetten önce karşılıklı anlaşmayla anne ve babanın çocuğu sütten kesebileceklerini âyet-i kerîme bildirmektedir.21 Sütten kesildiği için çocuğa bir zarar gelecekse, çocuk emmeye devam eder. Hamilelik ve süt emme müddeti asgari 30 aydır.22 Sene olarak 354 günlük hicrî yıl hesap edilir. Çocuğun sütkardeşliği ise bu iki yıl içinde gerçekleşir. İki yıldan sonra, emilen sütten sütkardeşliği olmasa da ihtiyaten sakınılır. Anne sütünün çocuk için ne kadar faydalı olduğu beyandan varestedir.23
**4) Nafaka Hakkı**
Çocukların nafakası Kitap, Sünnet ve İcma ile babalarına aittir.24 Fakat bu hak, hem çocuklarla hem de babayla alâkalı bazı şartlara bağlıdır. Çocukların fakir olması, babanın çalışıp kazanmaya gücünün yetmesi, erkek çocuğun baliğ, kızın da evlenmemiş olması gibi durumlar söz konusudur.25 Baba fakir, anne zengin olursa, çocuk için, malından harcaması hususunda annenin bu nafakayı karşılaması emredilir. Annenin harcadıkları ise baba üzerine daha sonra, imkânı olduğu zaman ödemek üzere borç olur.26 Dedesinin de imkânı mevcut değilse, baba tarafından diğer akrabaların bu nafakayı vermesi mecbur tutulur.27
Babası fakir, dedesi (babasının babası) zengin ise, çocuğun nafakasını vermesi için zor kullanılır. Daha sonra bu harcanan, babası tarafından –imkân bulursa- ödenir.28 Akrabanın nafaka miktarı ise çocuktan kalan miras hissesi ile aynı orantıdadır.29
Buluntu çocuğun (laķîŧ) nafakası, kendisine ait malı varsa önce ondan alınır. Kendine ait malı yoksa nafakasını devlet karşılar. Buluntu çocuğun yanında bulunan değerli mal ve paralar çocuğa aittir. Çocuğu bulan kimse, çocuğun nafakasını vermekle yükümlü değildir.30
Sütten kesildikten sonra, çocuğun nafakasını, babanın gücüne göre, hâkim takdir eder. Bu nafaka çocuğun annesine verilir o da çocuklarına bakar.31
Gayrimüslim bir baba müslüman çocuğu için nafaka vermeye zorlanır. Yine müslüman olan baba, kâfir olan çocuğunun nafakası için cebredilir.32
**
**
**5) Zekât Alma Hakkı**
Zengin kimsenin, fakir olan çocuğuna zekâttan vermesi caizdir. Ebu Hanife’nin görüşüne göre, zenginin çocukları fakir iseler, büyük veya küçük olma durumlarına bakılmaksızın, zekât verilebilir.33 Yeni doğan çocuğun anneden ayrıldıktan sonra çıkardığı sese “istihlâl” denir. Doğduğunda çocuğun istihlâl etmesine veya organlarından birinin kımıldadığına dâir tek bir kadının şahadeti, çocuğun üzerine namaz kılınması için yeterlidir. Miras konusunda ise İmam Ebu Hanife’ye göre, iki erkek veya bir erkek iki kadın şahitlik etmedikçe makbul değildir. Fakat İmam Ebû Yusuf, adil olması şartı ile tek bir kadının şahadetini yeterli görür.34
**
**
**6) Hadâne Hakkı**
Evlilik çeşitli sebeplerle son bulduğu zaman ortada kalan çocukların temyiz yaşına kadar olan bakımına İslâm Fıkhı’nda “ĥađâne” denir.35 Hadâne, “kucağa almak, kucaklamak ve büyütmek” gibi mânâlara gelen “ĥ-đ-n” fiilinden türemiştir. Arapçada çocuk yuvasına da “hadâne” denir. Bunun kucağa alma ve kucaklama gibi fiille ifade edilmesi, çocuğun maddî ihtiyaçlarının yanında sevgi gibi mânevî ihtiyaçlarını da dikkat çekmek içindir. Annesi olmayan çocuklara kucak aranır. İslâm Fıkhı’nın bu kelime ile konuyu ifade etmesi mucize gibidir. Bu dönemde çocuğu bakma hakkı anneye verilir.36 Çocuğun bakımı ve en güzel şekilde yetiştirilmesi bütün kültürlerde olduğu gibi, İslâmiyet’te de büyük önem arz eder. Bu sebeple çocuğa bakacak kimsenin -erkek olsun kadın olsun- buna ehil, hür ve muktedir olması gerekir. Kadınların şefkati ve bu işe yatkınlığı tercih konusu olmuştur. Bakıcı kadının, çocuğa akraba olması, mahremiyet açısından, yabancı olan birisi ile evli olmaması gerekir.37 Çocukla, aralarında evlenme engeli olmayan (mahrem) bir erkekle evlendiği zaman, çocuğun bakımı, ona verilmez. Bir kadın, kocasından boşandıktan sonra başka bir erkekle evlenirse, önceki eşinden olan (kız) çocuğuna bakma hakkının (hadâne) düşeceği söylenmişse de, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîsinde bu durumda olan bir kadının, kendi çocuğu için daha elverişli olduğunu beyan etmiştir.38 Fakat İmam Ebû Hanife, evliliğin, çocuğa mahrem olan bir kişi ile vukuu bulması halinde, hadâne hakkının düşmeyeceğini bildirmiştir.39 Bu durumda çocuğun nafakası yine babaya aittir. İslâm fıkıhçılarına göre, çocuğa bakan bakıcının müslüman olması gerekir, aksi takdirde çocuğa bakamaz. Fakat Hanefî fıkıh âlimleri, çocuk bakımı için, daha üstün kalite aramış, din birliğini şart koşmamışlardır.40
Bakım süresinin (hadâne) erkek için 7-8 yaşları öngörülmüş;41 kız için, hadâne anne ve nineleri ise hayız görünceye kadar; başkaları ise erkeklerin dikkatini çekecek bir duruma gelinceye (müştehat) kadar sürer. Bakım süresinin sonunda babalarına teslim edilirler. Dokuz yaşındaki kız çocuk müştehat kabul edilir.42 Anne evlenmediği hâlde, çocuğuna bakmadan kaçınırsa, çocuğu yanında tutmaya mecbur edilir.
Oğlan çocuğu tek başına, yiyip içebilme ve giyinme işini yapıyorsa buna “müstağni” denir. Oğlan müstağni, kız da baliğa olunca çocukları himayede baba ve baba tarafı da önceliklidir.43
Buluntu çocuğa bakan kimse ile buluntu çocuk arasında din birliği gereklidir.44
**7) Cenaze Namazı Kılınma Hakkı**
Düşük doğan çocuğun üzerine namaz kılınamaz. Çocuğa isim konur. Sonra çocuk gasledilir ve bir beze sarılarak defnedilir.45 Hanefî mezhebinin meşhur imamlarından Tahavî’ye (321/933) göre, diri olarak doğan çocuk gasledilip, namazı kılınarak defnedilir. Aksi hâlde namaz kılınmaz sadece defnedilir.
**8) Hibe Alma Hakkı**
Çocuğa bağışlanan hibeyi ve bütün teberruları, çocuğun baba veya dedesi veli olarak kabul eder. Vasi ise çocuğun kendi evinde olması şartı ile kabul eder.46 Çocuğun malından çocuğun bütün giderlerini karşılar. Çocuğun zararına olan hiçbir tasarrufta bulunamaz.
Düğün merasimlerinde, çocuğa getirilen mallardan elbise ve oyuncak gibi olanlar çocuğa, diğer para vb. şeyler çocuğun ebeveynine aittir.47
Bir çocuğa yiyecek türünden bir şey hediye edilecek olursa, ebeveyni için bundan yemek mubahtır. Bazıları ise küçük çocuğa meyve hediye edilmiş ve bununla ebeveyne ikramda bulunulması düşünülmüş ise ebeveyne helâldir. Fakat çocuğa çocuksu bir şey (çikolata gibi) hediye edilmiş ise bundan anne ve babanın yemesi caiz değildir.48 Çocuk için getirilen altın ve benzeri takılar da çocuğun malıdır.
Bir baba çocuklarına bir şey hibe edecek olsa, kız ve oğlan çocuklarına eşit miktarda hibede bulunur.49 Bir kimse malının tamamını oğluna hibe edecek olsa, adlî olarak caizdir. Ancak günahkâr olur. Böyle durumda olan babaya Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah’tan kork!” diye tehdit etmiştir.50 Bir baba, çocuğuna bir ev hibe edebilir. Hibe ettiği evi satıp başka bir ev alsa, o ev de yine ilk hibe ettiği çocuğunundur.51 Baba ve dedenin çocuğa yapılan hibeleri teslim alması caizdir.52
9) Miras Alma Hakkı
Çocuk, diri doğduktan sonra ölürse, isim konur, yıkanır, üzerine namaz kılınır, varis olur, kendisinden miras alınır.53 Buluntu çocuğun diyet ve mirası, bulan ve büyüten üzerine değildir. Bu durumda, bulan kimse, diğer insanlarla müsavidir.54
Miras bırakan kimse vefat ettiğinde, cenin annenin karnında ise onun malına varis olur.55 Fakat çocuk ölü olarak doğarsa varis olamaz. Ölü mü yoksa diri mi doğduğunda ihtilâf edilirse, ebenin veya doktorun diri olarak doğduğu konusundaki şahadeti miras olmaya yetmez.56
**10) Yaşama Hakkı**
Çocuklar bütün imkânlarda yaşama ve himaye edilme hakkına sahiptirler. Kur’ân-ı Kerîm, haksız yere hiçbir cana kıyılmayacağını belirtirken, fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmemesini emretmiştir.57 Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hayat boyu bütün ifadelerinde, kâfir çocuğu da olsa, harp meydanlarında da olsa çocukların öldürülmemesini ısrarla tembih etmiş, bu cümleden olarak harbe giden komutanların ellerine de bu yönde bir talimatnâme vermiştir.58
İslâm hukukunda, zina ile suçlanma veya geçim korkusundan dolayı, ailesinin, canlı olarak sokağa attığı çocuğa “buluntu” (lakit) denir. Bu şekilde hareket eden, günahkârdır; ancak çocuğu bulduktan sonra himayesine alan da çok kârlıdır. Buluntu bir çocuğu görünce almak gerekir. Şayet hayatî tehlike var ise bu durumda o çocuğa sahip çıkmak farzdır. Buluntu çocuk, hürdür velisi de devlettir.59
Ebeveyninin ihmali çocuğun ölümüne sebep olursa, bazılarına göre, ebeveyne kefaret gerekir; bazılarına göre ise, tövbe ve istiğfar gerekir.60 Kendini koruyamayacak derecede küçük çocuk suda boğulsa veya çatıdan düşüp ölse, çocuğun ebeveynine kefaret gerekir. Aksi takdirde gerekmez.61 Savaş meydanında esir edilenlerden anne ve çocuğunu veya iki kardeşi birbirinden ayırmak yasaktır.62
Altı yaşındaki bir kız çocuğu, anne ve babanın çeşitli ihmallerinden dolayı ölse, anne ve babaya çocuğun diyet borcunu ödemek gerekmez. Fakat ebeveyninin malı varsa, ya mümin bir köle azat eder veya ardı ardına iki ay oruç tutar, tövbe ve istiğfar eder.63 Trafikte kanunî hız sınırını aşıp yanındaki çocuğunun ölmesine sebep olan için de durum böyledir.
Buluntu çocuğu bulan tekrar yerine koyamaz.64 Bulan kimse, buluntu çocuğu, kendi çocuğu olarak sayamaz, köle olarak satamaz, onunla evlenemez ve benzeri tasarruflarda bulunamaz.65
Bir adam bir kadının karnına vurarak kadının düşük yapmasına sebep olsa, vurana “diyet”in onda biri olan “gurre”66 gerekir.67 Hanefî mezhebine göre, gurre gerekmesi için, bebeğin anne karnında dört ayını tamamlamış olması gerekir. Ölü olarak doğmuş olan çocuk, annesinin bir uzvu olarak değerlendirilir. 68 Cenin diri olarak dünyaya gelir sonra ölürse, anneye vuran kimseye tam bir diyet ve kefaret (iki hicrî ay oruç) gerekir.69
Eğer bir adam karısının karnına –maksadı ne olursa olsun- vurması neticesi kadın ölü olarak düşük yaparsa, babanın akilesine70 bir gurre terettüp eder. Baba, ceninin ölmesine sebep olduğu için bu çocuğa varis de olamaz. 71 Hata ile vurmuş ise, kefaret gerekmez.72Bir kadın çocuk zayi etmek için değil de bir hastalığı için ilâç içtiğinde çocuk düşerse, o kadına bir şey gerekmez.73
Hür bir kadın, kasıtlı bir şekilde, ilâç içerek, ağır yük kaldırarak düşük yaparsa âkilesine gurre gerekir. Âkilesi yoksa kendisi öder.74 Bunu kocasının izni ile yapmışsa kendisine bir şey gerekmez.
**C. ÇOCUĞUN VELÂYETİ**
Yeni doğan çocuk, yukarıda zikredilen hakları ancak temyiz çağına ulaşınca kullanır. Fıkıhta bu hakları kullanabilme yeteneğine “eda ehliyeti” denir. Bu vasıftaki çocuğun, gerekli tasarruflarını, onun adına, “veli” veya “vasî” denilen, kanunî temsilcisi yürütür. Türk Aile Hukuku sisteminde de, tam ehliyetsiz çocuğun bütün hukukî muameleleri hükümsüz kabul edilmiştir.
Yeni doğan çocuğun haklarını, onun kanunî temsilcisi (veli veya vasî) yürütür. Kanunî temsilci, çocuğun menfaatine olan bütün tasarrufları yapmaya yetkili bulunur. Kanunî temsilcinin bu işi yapabilmesi için, İslâm hukukunda, mahcûr (kısıtlı) olmaması, müslüman olması, gibi bazı şartlar getirilmiştir. Çocuğa “veli” veya “vasî”nin kimler olacağı konusu –mezhepler arası farklılıklar bir tarafa bırakılırsa- İslâm hukukunda tayin edilmiştir. Bu tayin edilen kimselerden şayet veli veya vasî bulunmazsa, “Velisi olmayanın velisi sultandır.” hadîsine göre, veli, devlet başkanı veya bu mânâdaki şahıstır. Vasî, veli tarafından veya devlet tarafından atanır. Veli tarafından seçilen vasiye, vasî-yi muhtâr, diğerine ise vasî-yi nasb denir.
Vasîler, vesayetleri altındaki çocukların mallarında hassas davranmak mecburiyetindedirler. Vasîsi olduğu çocuk yetim ise, daha da hassas olunmalıdır. Çok fakir olan vasîler, yetimin malından, maruf ölçüler içinde yiyebilir. Baba kendi çocuklarına ait mallarda, diğer vasîler gibi hassas davranmayabilir. Bu hüküm, “Çocuk da malı da babaya aittir.” şeklindeki hadîse göre verilmiştir. Türk Medeni Kanunu’nda, vasînin, vesayet altındaki kimsenin malından ücret almağa hakkı vardır, şeklinde bir kanunu mevcuttur.
Erkek ve kız çocukların evlendirilmelerinde velileri, baba tarafıdır. Tabiinin büyüklerinden Sevrî’den (161/778) gelen bir rivayete göre, çocuğun evlendirme yetkisinin, çocuğun erkek tarafına ait olduğu bildirilmiştir. Çocuğun, akrabası bulunduğu müddetçe, devlet çocuğa veli olamaz.
Buluntu çocuğun, kanunî temsilcisi umum müslümanlar adına devlettir. Devlet, buluntu çocuğun hem kanunî temsilcisi hem de akrabası durumundadır. Böylece bu çocuğun hak ve mükellefiyetlerini çocuk adına devlet yerine getirir.
Netice
İslâm hukukçuları, çocuğun bir takım hakları olduğu fakat mükellef olmadığı konusunda müttefiktirler. Her ne kadar malî hususlarla alâkalı olarak yeni doğan çocuğun bazı mükellefiyetleri bulunsa da, bu çalışmanın konusu “haklarla” sınırlı tutulduğundan bahsi geçen mükellefiyetlere temas edilmemiştir. Doğan çocuğun haklarını onun adına takip eden kanunî temsilciyi bizzat çocuğun kendisi gibi kabul edip, çocukların haklarını bu açıdan anlatmayı uygun bulduk.
Öte yandan, çocukla alâkalı hakların fıkıh kitaplarına yayılmış halde bulunan konularını bir araya toplama ve bunlardan asrımız için lüzumlu olanlarını belirtmek suretiyle güncelleme yoluna gitmiş olduk. Aynı zamanda bu konuda yazılan ayrıntılı kitapların içinde kaybolan, faydalı bilgiler bir makale boyutunda ele alınıp, ilgililerin istifadesine sunulmuş oldu.
20 Kasım 1959’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 78 ülkenin temsilcilerinin katıldığı genel oturumda, on ilkelik “Çocuk Hakları Beyannamesi”ni oy birliği ile kabul etti. Fakat bunların çoğu sadece ilke düzeyinde kaldı ve teoriden pratiğe çıkarılamadı. Özetle sunulan yukarıdaki İslâm hukukunun çocuklar için tanıdığı haklar ise sadece teoride kalmayıp pratiğe de aksettirilerek varlığını hâlâ devam ettirmektedir.
Çocukların korunmasına dâir, hadâne bahsi ise bu açıdan bütün hukuk sistemlerinin düşünemediği bir metot olarak dikkat çekilmesi gereken bir diğer konudur. Kreşlerde çocukların maddî beslenmeleri yanında mânevî beslenmelerinin de önemli olduğu nazarlardan kaçmamalıdır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.