40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
İslamın kadın ve diğer meselelerdeki yorumunu okurken, bu günden bakıp dünü değerlendirip eksiklik arayıp yargılamak için değilde bu günden dünün yani İslamın geldiği şartlar ortam göz önüne alınarak okunur, değerlendirilrse asırları aşan bir ufku, gelişmişliği ve değeri anlayabiliriz. Yoksa bu günün anlayışı ile dünü yorumlamak insafsızlık olur.
İslam, cahiliye döneminin karanlık ve baskıcı anlayışlarından, sömürü ve kölelikten eziyet çeken kadını kurtararak ona yeni bir statü kazandırmıştır. İslam, kadını bir meta ve sadece temettü aracı olmaktan çıkararak onu mübarek bir varlık olarak kabul etmiş ve Cenneti onun ayaklarının altına sermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in hayatı ve İslam’ın esas kaynakları incelendiğinde, müslüman kadının evine kapatılmadığı, haklarının çiğnenmediği açıkça görülmektedir.
İslam, kadın hakları konusunda eşsiz bir sistem ortaya koymuş ve bu sistem üzerine sayısız teserler yazılmış, derinlemesine incelemeler yapılmıştır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti, kadının toplumdaki konumunu belirlerken, onun hem bireysel haklarını hem de aile ve toplum içindeki rollerini adaletle düzenlemiştir. Bu haklar, kadınların insanlık onurunu koruma, aile içindeki statülerini güçlendirme ve sosyal hayatta etkin bir şekilde var olmalarını sağlama amacını taşır.
Kadın hakları konusundaki yanlış anlayışlar, çoğunlukla İslam’a mal edilen hatalı uygulamalardan ve kültürel geleneklerin dine yanlış bir şekilde eklemlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu uygulamalar, çoğu zaman İslam’ın kadına sunduğu hakların gölgelenmesine ve gerçek anlamının yitirilmesine yol açmıştır. Oysa İslam, kadını sadece bir anne ya da eş olarak değil, bir birey ve toplumun temel taşlarından biri olarak görür.
Kadınların eğitim hakkından ekonomik özgürlüklerine, düşüncelerini ifade etme haklarından sosyal hayattaki rollerine kadar birçok alanda İslam’ın ortaya koyduğu hükümler, çağları aşan bir vizyon sunmaktadır. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkek arasında adalet ve hakların eşitliği vurgulanmış;
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ ….
“Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır…” (Bakara, 2/228) ayetiyle bu dengeye işaret edilmiştir.
İslam’ın sunduğu bu haklar, yalnızca teoride kalmamış, Peygamberimiz’in hayatında ve İslam toplumunun ilk dönemlerinde pratik olarak da uygulanmıştır. O dönemde kadınlar, eğitim almış, ticaretle uğraşmış, savaşlara katılmış ve hatta sosyal meselelerde söz sahibi olmuştur. Hazreti Aişe (radıyallahu anha) başta olmak üzere birçok kadın sahabe, İslam ilimlerinin yayılmasında aktif rol oynamış ve sonraki nesillere örnek olmuştur. Bugün, bu mirası anlamak ve doğru bir şekilde uygulamak, kadının İslam’daki yüce konumunu yeniden hatırlamak için büyük bir fırsattır.
Kadın haklarını savunma adına gelişen feminizm hareketi, Batı’daki kadının durumuna karşı bir tepki olarak başlamıştır. Ancak bu hareket, başlangıçtaki amacından saparak, zamanla erkeklere karşı kin ve nefrete dönüşmüş ve kadınların haklarını savunmanın ötesine geçerek toplumsal yapıları değiştirmeyi hedeflemiştir. Bu, tarihsel bir tepki olarak ortaya çıkmış ve önemli bir yanlış anlamayı beraberinde getirmiştir.
Batılı toplumlar, kadına belirli bir özgürlük sunmuş olsalar da, bu özgürlük çoğunlukla fiziksel arzuların tatmini ve ekonomik kazanç sağlama biçiminde şekillenmiştir. Kadın, dışarıda çalışmakla beraber genellikle sömürülmüş ve gerçek anlamda eşit haklar elde edememiştir. Feminizm hareketinin başlangıçtaki kadın haklarını savunma amacının zamanla sapması, onu toplumsal düzenin temellerini sarsan bir harekete dönüştürmüştür. Kadınlar, hala eşit temsiliyet ve fırsat eşitliği açısından büyük zorluklarla karşılaşmaktadırlar.
Kadın Hakları ve İslam:
Kadın hakları konusunda söz söyleyebilecek yegâne din İslam’dır. Çünkü, gerek Kur’an-ı Kerim’e, gerek Peygamber Efendimiz’in tatbikatına, gerekse İslam tarihine baktığımızda, fertlerin hatalarından kaynaklanan bir takım suistimaller dışında, kadının en muallâ mevkii müslüman toplumlarda kazandığı görülür. Evet, İslam’da kadının diğer sistemlerde asla rastlanamayacak eşsiz bir konumu vardır. Günümüzün en modern sayılan toplumları bile, bu konuda onunla boy ölçüşemeyecek kadar geridir.
İslam’da Kadının Eşsiz Konumu:
Kur’an-ı Kerim’de kadının üstün mevkii ve hakları açıkça belirtilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“وَوَصَّيْنَا ٱلْإِنسَٰنَ بِوَٰلِدَيْهِ إِحْسَٰنًاۚ حَمَلَتْهُ أُمُّهُۥ كُرْهًۭا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًۭاۖ وَحَمْلُهُۥ وَفِصَٰلُهُۥ ثَلَٰثُونَ شَهْرًۭاۚ حَتَّىٰٓ إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُۥ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةًۭ قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِىٓ أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ عَلَىَّ وَعَلَىٰ وَٰلِدَىَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَٰلِحًۭا تَرْضَىٰهُ وَأَصْلِحْ لِى فِى ذُرِّيَّتِىٓۖ إِنِّى تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّى مِنَ ٱلْمُسْلِمِينَ” “Biz insana anne ve babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu zahmetle taşımış ve zahmetle doğurmuştur. Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Bana ve anne babana şükret; dönüş yalnız Banadır.” (Ahkâf, 46/15)
Bu ayet, annenin insanın üzerindeki hakkını ve şefkat dolu emeğini vurgulamaktadır. Kadının bu konumu, İslam’ın ona verdiği değerin bir yansımasıdır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de kadınların haklarını gözetmeyi ve onlara hürmet etmeyi defalarca tavsiye etmiştir. Bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur:
“الجنة تحت أقدام الأمهات” “Cennet, annelerin ayaklarının altındadır.” (İmam Kuzâî, Müsned eş-Şihâb, c.1, s. 189)
Batı Toplumlarında Kadının Durumu:
Bu toplumlarda kadın, belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu daha çok cismanî arzuları tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının ve selim aklın kabul edebileceği ve herhangi bir semavî dinin makbul sayacağı bir özgürlük değildir. Son asırlarda, özellikle devletler arası kanlı savaşların getirdiği geçim zorlukları ve ekonomik ihtiyaçların baskısı kadını iş dünyasına ve sokağa çıkmaya zorlamıştır. Bu çıkışın akabinde, kadın kendi iâşesini temin etmeye başlamış ve fert planında bir ölçüde iktisadî hürriyet elde etmiştir; fakat, pek çok yerde, onun bilhassa fizikî cazibesinden faydalanmak isteyen bir takım sermaye çevreleri için istismar mevzuu bir alet haline düşmekten de kurtulamamıştır.
Maalesef, kadın özellikle Batılı toplumlarda piyasaya, pazara, eşyanın malî değerine katkıda bulunduğu ve erkeklerin nefsanî arzularına hizmet ettiği nisbette, dolayısıyla hayatının sadece bir anında surî ve sunî bir sevgi bulabilmiştir; ne var ki, içtimaî hayatta kerime, bacı, eş, anne ve nine olarak gördüğü ve yerini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı muhabbet ve hürmeti büyük ölçüde kaybetmiştir. Zamanla o, bu defa da hürriyet kılıfı altında modern tekniklerle (!) sömürüldükçe sömürülmüş, çoğu insanî haklarından mahrum edilmiş ve karanlık çağlardakine denk bir istismarın kurbanı haline gelmiştir.
Feminizm Hareketinin Doğuşu ve Problemleri:
Bütün bu haksızlıklara tepki olarak, öncelikle ve özellikle Batı’da kadınlar tarafından bir hak istirdadı hareketi başlatılmıştır. Ne var ki, bu hareket, kadınların bir nevi uyanışı sayılsa da, bir tepkiye ve reaksiyona bağlı cereyan ettiğinden dolayı, bütün reaksiyoner hareketlerde ortaya çıkan dengesizliklerden o da nasibini almış, ifratlar ve tefritler ağına o da takılmıştır.
İlk başta kadın haklarını savunma maksadından neş’et etse de, zamanla erkeklere karşı nefretle dolup taşmaya, kinle oturup-kalkmaya sebep olacak kadar asıl çizgisinden uzaklaşmıştır. Kadınları koruma ve onlara erkeklerinkine eşit hakların tanınmasını sağlama düşüncesinden doğan feminizm adlı fikir cereyanı, bir gayr-ı memnunlar hareketi olarak, arkada sadece hasret, hicran ve enkaz bırakmıştır.
İslam, kadınların haklarını savunmada en güçlü ve sağlam temeli ortaya koyan dindir. Kadın, İslam’a göre erkeğin tamamlayıcısıdır ve her iki cinsin de insanlık açısından eşit haklara sahip olduğu vurgulanmıştır. Ancak, kadın ve erkek arasında bazı biyolojik farklılıklar ve toplumsal sorumluluklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, her iki tarafın işlevsel olarak birbirini tamamlamasını sağlamaktadır.
İslam, kadını ve erkeği farklılıklarına rağmen eşit kabul eder. Kadın ve erkek, fıtratları gereği birbirlerini tamamlayan iki varlıktır. Ancak bu eşitlik, biyolojik, psikolojik ve ruhsal farklılıkları göz önünde bulundurur. Kadın ve erkek birbirinin tamamlayıcısıdır ve aralarındaki farklılıklar, toplumun işleyişine ve dengeye katkı sağlar.
İslam, kadının toplumdaki yerini belirlemiş ve ona saygın bir rol vermiştir. Kadının sorumlulukları, ona uygun şekilde belirlenmiş ve toplumsal hayat içinde önemli bir rol oynaması sağlanmıştır. İslam, kadının hakkını savunurken, toplumsal düzeni de bozmadan, ona doğal ve hak ettiği yeri verir.
Bugün, Batılı toplumlarda kadının siyasetteki, ordudaki ve diğer devlet kademelerindeki temsilinin yetersiz olduğu görülmektedir. Çoğu ülkede, kadınlar hâlâ erkeklerle aynı fırsatlara sahip olamamaktadır. Batı’daki feminist hareketlerin ileriye götürdüğü eşitlik anlayışı, kadınların hâlâ eşit temsil edilmedikleri gerçeğini değiştirmemiştir. Bu noktada, İslam’ın kadın hakları açısından sunduğu anlayışın daha kapsamlı ve adil olduğu anlaşılmaktadır.
İslam’da kadın ve erkek arasındaki ilişki, birbirini tamamlayan bir dengeye dayanır. Kadın ve erkek, fiziksel ve psikolojik farklılıklarına rağmen eşit haklara sahip olmakla birlikte, farklı görevler üstlenmişlerdir. İslam’ın bakış açısına göre, her iki cinsin de toplumsal düzen içindeki yeri birbirini tamamlayıcıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in “Kadınlar, erkeklerin yarısıdır.” (Buhârî, Edeb, 10) hadisi, bu dengeyi açıkça ortaya koymaktadır.
İslam, kadının değerini ve toplumdaki yerini en doğru şekilde belirlemiş ve ona hakkını vermiştir. Batı’daki feminist hareketlerin aksine, İslam, kadını sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal ve manevi yönleriyle de onurlandırmıştır. Feminizm, zamanla aşırı uçlara kaymış ve kadın haklarını savunmanın ötesinde, toplumsal yapıları temelden sarsmaya yönelik bir hareket haline gelmiştir. İslam ise, kadına verdiği değeri hiçbir zaman değiştirmemiştir.
İslam, kadın ve erkek arasındaki biyolojik ve psikolojik farklılıkları kabul ederken, her iki cinsin de toplumsal yaşamda eşit haklara sahip olduğunu vurgular. Kadın, erkekle eşit bir insan olarak kabul edilir, ancak farklılıklar her iki tarafın da rollerini yerine getirebilmesi için gereklidir. Bu eşitlik, fıtrî ve toplumsal bir dengeyi oluşturur.
İslam, kadının haklarını sadece bir söylem düzeyinde değil, gerçek hayatta uygulanabilir kurallar ve prensiplerle korumuştur. Kadının onur ve haklarının korunması, hem aile yapısının hem de toplumsal düzenin temelidir.
Modern dünya kadın hakları konusunda sürekli sorunlar yaşarken, İslam’ın sunduğu denge modeli, bugün dahi eşsiz bir çözüm olarak karşımızda durmaktadır. Özgürlük, sadece cismanî tatminlerle değil; haysiyet, adalet ve insanlık değerleriyle anlam kazanır. İslam, kadına tam da bu kapsamda bir özgürlük sunarak, onun toplumsal hayatta hak ettiği yeri almasını sağlamıştır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.