Hz. Peygamber’i (s.a.v.) istişâreye ehemmiyet vermeye sevk eden şey meşveretin
tesiri hakkında taşıdığı inançtı.
“İstişâre edenin asla pişman olmayacağını”
1 belirten Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bir
millet istişâre ettiği müddetçe zillete düşmez.2
Hatta bir meselede fikirler yanılabilirse de cemaatin yanılması zor gözükmektedir. Çünkü Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.”3
Bütün Peygamberlerin; ikisi sema ehlinden ikisi yer ehlinden olmak üzere 4 veziri olduğunu ve kendisinin de aynı şekilde 4 vezirle takviye edildiğini” ifade etmiştir.4
İstişârenin toplumun vazgeçilmezlerinden olduğunu gösteren şu söz de Hz.
Peygamber’e (s.a.v.) aittir: “Umerânız hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden
olur ve işleriniz de aranızda istişâre ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha
hayırlıdır.”5
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir meseleyi, güven vermeyen gerçeği olduğu gibi
söyleyeceğinden emin olunmayan kimse ile istişâre etmekten de menetmektedir.6
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (a.s.), kendisine Ebu Süfyan’ın gelmekte olduğu
haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr (r.a.) konuştu. Ondan yüzünü çevirdi
(iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer (r.a.) konuştu. Ondanda yüzünü çevirdi. Derken Sa’d ibnu
Ubâde (r.a.) ( Resulullah’ın maksadını sezerek ) ayağa kalktı ve “Ey Allah’ın Resulü, biz
(Ensarîler)i mi kastediyorsunuz? Nefsimi kudret elinde tutan zâta yemin ederim, eğer bize
bineklerimizi denize sürmemizi emredecek olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan)
daldırırız. Bize onlara binip Berkı’ıl Gımad’a gitmemizi emretseniz onu da yaparız!” dedi.
Bunun üzerine Resulullah (a.s.) halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr’e kadar gelip indiler.7
İbnu Mes’ud (r.a.) anlatıyor: “Mikdad İbnu’l-Esved’in ağzından gayet kesin bir söz
söylediğine şahit oldum ki, o sözün sahibi olmak bana (sevabca) ona denk olabilecek her kıymetli sözden daha sevimlidir. Resulullah’a gelerek (ki o (s.a.v) bu sırada halkı müşriklere
karşı Bedr’e katılmaya davet ediyordu) dedi ki:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz, Benî İsrail’in, (Hz. Musa’ya): “sen ve Rabbin ikiniz gidin
savaşın, biz burada oturucularız! Dediği gibi diyecek değiliz. Bilakis, “Sen hükmet! Biz
sağında, solunda, önünde ve arkanda seninle beraberiz!” diyoruz.” Bu söz üzerine
Resulullah’ın (s.a.v.) yüzünün parladığını ve sevinçle dolduğunu gördüm.”8
Hz. Peygamber (s.a.v.) her zaman ilahî murakabe altındaydı. Vahiy eksenli bir hayat
yaşıyordu. Herhangi bir zellesi olduğunda da vahiy hemen imdadına yetişiyordu. Bedir savaşı
zaferle sonuçlanınca Müslümanlar 70 esirle Medine’ye döndüler. Harp esirleri hakkında
henüz vahiy gelmediğinden Allah Resulü (s.a.v.) bu meseleyi ashabıyla istişare ederek
çözümlemek istedi. Hz. Ebu Bekr, fidye mukabili serbest bırakılmalarını, Hz. Ömer hepsinin
öldürülmelerini, Abdullah b. Revaha ateşte yakılmalarını teklif etmişti. Hz. Peygamber fidye
mukabili serbest bırakılmalarını karar altına almıştı. Fidye ile serbest bırakılmaları kararını
kınayan “Eğer Allah’ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye)den
dolayı size büyük bir azap dokunurdu.”9 âyeti nâzil oldu.
Uhud Savaşı’ndan sonra, Mekkeli müşrikler bütün küfür dünyasını birleştirerek büyük
bir orduyla Medine üzerine yürüdüler. Mekke’den yola çıktıklarında Hz. Peygamber (s.a.v.)
düşmanın durumunu halka bildirdi ve mesele hakkında istişareler yaptı. Selman-ı Farisî’nin
hendek usulünden bahsetmesi müslümanların hoşuna gitti. Bu usûl benimsenerek uygulamaya
konuldu.10
Yine, Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade, Hendek Muharebesi’nde, savaşa
katılmamalarına karşılık Medine’nin meyvelerinin bir kısmını vererek Gatafan kabilesi ile
yapılmak istenen anlaşmayı bırakma görüşünde olduklarını Hz. Peygamber’e (s.a.v.) arz
etmişlerdir. Resulullah da onların bu görüşlerini kabul etmiş, anlaşma sahifesini yırtmıştır.11
Hudeybiye anlaşmasını yazma işinden çıkınca, Resulullah (s.a.v) ashabına: “Kalkın
kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!” buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan anlaşmadan
kimse memnun değildi. Bu sebeple)kimse kalkmadı. Resulullah (s.a.v.), emrini üç kere tekrar
etti.yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme’nin (ra) çadırına girdi. Ona maruz kaldığı durumu
anlatınca, o kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traş olmasını)
istiyor musun? Öyleyse çık, Ashab’tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!”dedi. Resulullah (s.a.v.) kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı.
Ashab bunları görünce kalktılar kuranlarını kestiler, traş oldular.12
Müslümanlar Medine’ye geldikten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) halkı namaza nasıl
toplayacağı meselesine çözüm aramış, bu konuda ashabıyla müşâverede bulunmuştur.
Hıristiyan, Yahudi adetlerini ve benzeri önerileri reddetmiş, günümüzde uygulanan şekli ile
ezan tespit edilmiştir.13
İfk Hadisesi’nde vahyin gecikmesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Ali b. Ebî Talib
ve Usame b. Zeyd ile istişâre ettiğini Hz. Âişe validemizin (r.a.) rivayetinde görmekteyiz.14
HZ. PEYGAMBER (S.A.V )’İN SAHABE İLE MÜŞÂVERESİNİN HİKMETLERİ
Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah Resulü (s.a.v.)’e yönelik müşâvere emri vardır. Bu emrin
yer aldığı âyet nâzil olmadan önce de Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabıyla müşâvere etmekteydi.
Vahiy kontrolünde, ilahî murakabe altında hareket etmekte olup, kendi hevâsından bir şey
söylemediği Kur’ân’da15 ve hadislerde16 ifade edilirken Hz. Peygamber (s.a.v.) niçin ashabıyla
istişâre etmiş ve bununla emrolunmuştur? Bunun hikmetlerini şöylece sıralamak mümkündür:
1- Resulü Ekrem’in (s.a.v.) ashabı ile istişâresi; onlara olan muhabbetini ve
teveccühünü gösterir, onların kıymetlerini ve derecelerini artırmış olur.17
2- Müşâvere etmemek onları küçümseme, kötü ahlak ve kabalık olurdu veya onların
yanlış düşüncelerine sebebiyet verebilirdi.18
3- Şeytanın vesvesesine kapılma tehlikesine maruz kalabilecek olan mü’minlerin
gönüllerinin hoşnut edilmesi ve onların dine karşı bağlılıklarının kuvvetlendirilmek
istenmesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in savaş gibi tehlikeli meselelerde bile onlarla istişâre
etmesi; kendilerini dinlediği ve kendileri ile yardımlaşıldığı hissini verir. Katâde ve İbn İshak
da bu görüştedirler.19
4- Sahabe ile yapılan istişâre; bir topluluğu insanların kumandası mevkiine getirmek
için yapılan hazırlık ve şûrâyı tatbik dersi idi.20
5- İstişâre etmenin faziletli bir iş olduğunu göstermek içindir. Dahhâk ve Hasan Basrî
bu görüştedirler.21
6- Sufyan b. Uyeyne’ye göre; Allah Resulü (s.a.v.)’den sonra gelen mü’minlerinde
aralarında istişâreye başvurmalarının gerekliliğini öğretmektedir.22
7- Hz. Peygamber (s.a.v.) şüphe yok ki, akılca bütün insanlardan üstündür. Bununla
birlikte insanların düşünceleri ve bilgileri sınırsızdır. Bilhassa dünyevî meselelerde Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in aklına gelmeyen bir hususun başka bir insanın aklına gelmesi ihtimal
dahilindedir. “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz”23 sözü buna delildir. Dolayısıyla müşâvere
faydalıdır.24
8- Ümmetin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ihlasla itaat etmeleri, bağlılıklarını idrak
etmeleri; başka insanların müşâvere yapma hususunda O’nun (s.a.v.) yolunda gitmeleri ve
sünnet olması için emr olunmuştur.25
9- Şûrâ ile alınan kararla; Uhud Savaşı’nın neticeleri açısından mü’minlerin kalbinde
herhangi bir ezikliğin kalmaması,26 acı neticelerin, İslam hayatının esas prensibi olan şûrâyı
iptal etmemesi içindir. Ve hatta Allah; affının onların amellerinden daha büyük, kereminin
itaatlerinden daha çok olduğunu anlamaları ve bu olaydan sonra derecelerinin daha da
arttığını ilan etmektedir.27
10- Şûrânın şeklini ve usulünü bizzat göstermek içindir.28
11- Sahabenin, hem Allah ve Resulü (s.a.v.) katında hem de bütün insanlar nazarında
bir değerlerinin olduğunu gösterir.29
12- Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud Savaşı’nda Medine dışına çıkılmaması tarafına
meylettiği halde müşâvere sonucu farklı karar verildi ve olanlar oldu. Bu olaydan sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) kalbinde bir eser bulunmadığı, iyi niyetle ortaya çıkan ictihadî görüşten
dolayı sonunda zarar dokunsa da mesuliyet olmayacağı anlaşılmış oldu.30
TALHA BAHADIR
1 Haysemî, Ebu’l-Hasan Nuruddin Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Beyrut,
1967, II, s.280; Kurtubî, a.g.e.,IV, s.250
2 Zemahşerî, a.g.e., I, s.474; Kurtubî, a.g.e.,XVI, s.36
3 Tirmizî, Fiten, 7
4 Tirmizî, Menâkıb, 44
5 Tirmizi, Fiten, 78
6 Tirmizi, Edeb, 57; Ebû Dâvud, Edeb, 123
7 Müslim, Cihad, 83; Ebu Davud, Cihad 125
8 Buharî, Megazî 4,Tefsir, Maide 4.
9 Enfâl: 68
10 Taberî, a.g.e., XX, s.523
11 İbn Kesir,a.g.e.VII, s.197-198
12 Buhari, Hac, 106, Muhsar,3, Megâzî,35; Ebû Dâvud, Cihad, 168, Sünnet, 9
13 Buhârî, Ezan, 2,3; Tirmizi, Salât, 142; Ebû Dâvud, Salât, 27,28
14 Buharî, Şehâdât, 15,30, Tefsir, Yusuf, 3, Nur, 6, Eymân, 18; Müslim, Tevbe, 56
15 Necm, 3
16 Tirmizi, Birr, 57; Ebû Dâvud, İlim, 3
17 Cessas, a.g.e.,II, s.330; razi; Kurtubî, a.g.e.,IV, s.250; Yazır, a.g.e.,II, s. 1213; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
18 Yazır, a.g.e.,II, s. 1214; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
19 Taberi, a.g.e.,Âl-i İmran, 159; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
20 Kutub, a.g.e., V, s.3165-3166
21 Taberi, a.g.e.,Âl-i İmran,159; Kurtubî, a.g.e.,IV, s.250;
22 Taberi, a.g.e.,Âl-i İmran 159; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
23 Müslim, Fezail, 141
24 Razi, a.g.e.,Âl-i İmran, 159; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
25 Razi, a.g.e.,Âl-i İmran 159; Bilmen, a.g.e.,I, s.484
26 Bilmen, a.g.e.,I, s.485
27 Razi, a.g.e.,Âl-i İmran,159
28 Kutub, a.g.e., V, s.3165-3166
29 Razi, a.g.e.,Âl-i İmran,159
30 Yazır, a.g.e.,II, s. 1214;