Arapçada Hadır şeklinde söylenilen Hızır kelimesi yeşil ve yeşilliği bol yer demektir. Bir rivayete göre Hızır’ın ayağını bastığı çorak yerlerin yeşermesinden dolayı bu adla anıldığı ifade edilir. Ab-ı hayatı izn-i ilahi ile bulduğu, kana kana içtiği ve kıyamete kadar sürecek bir ömrün kendisine bahşedildiği rivayet edilir. Darda kalan Allah dostlarının imdadına yetiştiğine inanılır.”Hızır gibi yetişmek” deyimi de bu inançtan doğmuştur.
Hızır (a.s)’ın peygamber mi,melek mi, veli mi? olduğu alimler arasında ihtilaflıdır.İlyas (a.s) ile aynı makamı temsil etmelerinden dolayı ikisi kültürümüzde -birazda Türkçeleştirilerek- Hıdırelez (Hızır-İlyas) şeklinde tesmiye edilir. Hızır (a.s)’ın karada, İlyas (a.s) ‘ın ise denizde, ihtiyaç sahiplerinin imdadına yetiştiklerine inanılır. Bu yazımızın konusu Hızır (a.s)’ın kronolojisinden öte temsil ettiği misyonun karakteristiğini çizmektir.
Edebiyatımızda ki hızırnameler, müstakil Hızır menkibelerinin anlatıldığı eserlerdir. Bunların dışında özellikle tekke ve tasavvuf edebiyatında Hızır’dan çokça bahsedilir. Genellikle mutasavvuflar öğretilerinde Hızır menkıbelerini kullanır. Niyazi-i Mısri’nin “Ravza-i hadrâyı bilmez Hızr’a yoldaş olmayan” mısraları bu hakikati seslendirir. Onların Hızır’ı bir idol olarak kullanmalarına mukabil şeriat ilmiyle iştigal eden alimlerin çoğu Hızır’ın varlığını kabul etmez. Hızır hikayelerinin menşeinin israiliyat kaynaklı olduğunu söylerler. Bütün bu tartışmalar bir tarafa biz Kur’an’ın rehberliğinde Hızıriyet makamını tanımaya çalışalım.
Hızır (a.s), Allah katında özel bir ilimle (ilm-i ledün) taltif edilmiş bir kuldur. Bu ilmin özellikleri Kehf süresi (50-82.) ayetlerinde üç misalle izah edilir. Bu ayetlerde Hızır (a.s)’ın ismi tasrih edilmez. Müfessirler ayetlerde geçen “kullarımızdan bir kul”dan O’nun kastedildiğini beyan ederler. Kehf süresine bakılırsa, bu sürede 3 esrarengiz olaydan daha bahsedilir. Birincisi bu süreye de adını veren mağara ashabının hikayesidir, İkincisi Musa-Hızır kıssası ve üçüncüsü ise Zülkarneyn kıssasıdır. Bu üç vak’anın her biri olağanüstü temalar içermektedir ve birbiriyle ilintilidir. Kainatta tecelli eden sebep-sonuç ilişkisinin dışına taşan metafizik yüklü vak’alardır. Alışık olduğumuz kanunların dışında cereyan eden vak’alar. Belki de var olduğumuz boyutun dışında farklı bir boyutta yaşanan olaylar silsilesinden üç katre.
Musa (a.s)’ın muhatapları dünyaya dalmış maddeci bir kavimdir. O’nun Hızır (as) ile yaşadıkları -bir bakıma maneviyata kapalı- bu kavmin kalplerini maneviyata açacak bir iksir gibidir. Musa (a.s)’ın bilgisi şeriat ilmini, Hızır (a.s)’ın ilmi ise ledün ilmini (hakikatı) temsil eder. Bir bakıma ledün ilminin taliminde Hızır, Musa’ya muallim oluyor. Ululazm bir peygamber olması hasebiyle Musa’nın derecesi Hızır’dan üstün olmakla beraber şahsi kemalatı adına ledün ilminde Hızır, Musa’ya tefevvük eder ve O’na muallim olur.
“İki denizin birleştiği yerde” buluşma noktasında, ölü balığın canlanıp denize atlamasıyla başlayan bu esrarengiz serüven bir gemiye binmeleriyle devam eder. O (a.s), gemide bir delik açar, Musa (a.s) itiraz eder. Hızır “Ben sana dememiş miydim benimle birlikteliğe sabredemezsin” der.Musa (a.s) bir daha itiraz etmeyeceğini söyler ve macera devam eder.Bir delikanlıya rastlarlar, Hızır O’nu öldürüverir.Musa (a.s) hemen itiraz eder fakat Hızır’dan aynı cevabı alır ve maceraya kaldığı yerden devam edilir.Bir kasabaya gelirler ve sakinlerinden yiyecek bir şeyler talep ederler fakat onlar konukseverlik göstermezler.Hızır buna mukabil o kasabada yıkılmış bir duvarı ikame eder.Musa (a.s)’ın aynı şekilde itiraz etmesi sonucunda macera nihayete erer. Ayrılmadan önce Hızır (a.s) yaşadıkları üç olayın iç yüzünün hikmetlerini serdeder. Hz.Musa (a.s), talip olduğu ilm-i ledünü (olayların görünmeyen hikmetleri) bu şekilde talim etmiş olur.
Bu kıssadan çıkarılacak dersleri; ilim için (gerektiğinde) seyahat edilmeli, ilmi talim ederken çekilecek meşakkatlere sabredilmeli, hocaya saygıda kusur edilmemeli, kişinin her şeyi bilemeyeceğinden dolayı kendisinden düşük mertebede dahi olsa uzmanından ilim talim etmesi gerektiği, kişinin ilmiyle övünmemesi gerektiği çünkü kendisinden daha bilgili birisinin olabileceği (alim-i mutlak Allah’tır) ve her olayın bir perde önünün bir de perde ardının olduğu akıldan dur edilmemelidir. Hayırlı gördüğünüz olaylarda şer, şer gördüklerinizde hayr olabilir. Kadere rıza gösterip sabretmelidir.”Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” şeklinde sıralamak mümkündür.
Her devirde olduğu gibi yaşadığımız şu zaman diliminde de Hızıriyet makamını temsil edenler mevcuttur. Velilerin seyr-u sülükte uğradıkları makamlardan biri de makam-ı hızırdır. Bu makamı temsil edenler Hızır (a.s) kıssasında ve menkıbelerinde izah edildiği şekilde, darda kalmışların derdine derman olurlar. Gittikleri beldeleri iman nuruyla yeşertirler. Uzun seneler hasretle bekleyen sinelere ab-ı hayat taşırlar. Memleketlerinden ırak beldelere seyr-u sefer ederek kimse yok mu? diyenlerin imdadına yetişirler. Materyalizm-Komünizm-Kapitalizm ve gaflet-u dalaletle katılaşmış kalplere ab-ı hayat iksirini taşırlar. Küfürle zulmete boyanmış kafaları ellerinde taşıdıkları meşaleyle (iman nuruyla) aydınlatırlar.
Netice olarak; Hızır (a.s) ve İlyas (a.s) şu an hayattadır fakat bizim yaşadığımız hayat derecesinde (boyutta) bulunmuyorlar. Şüheda, Hz.İsa ve Berzah alemi sakinlerinin (ölülerin) de hayat dereceleri farklılık arz eder. Hızır ile İlyas (a.s), hayatın ikinci derecesindedirler. Bu hayat derecesindekiler bizim hayat derecemize göre bir nebze serbesttirler. Yani aynı vakitte birçok yerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeri ihtiyaçlarla muhat değillerdir. Bazen istedikleri zaman bizim gibi yerler içerler fakat bizim gibi mecbur değiller. Birçok ehl-i keşfin ve evliyaların Hızır-İlyas (a.s) ile olan maceraları varlıklarını ispat eder. Hatta velilikte bir makam var ki, o makama Makam-ı Hızır denilmektedir. O makamı ihzar eden bir veli, Hızır (a.s)’dan ders alır ve Hızır (a.s) ile görüşür.Fakat bazen o makam sahibi yanlışlıkla Hızır olarak telakki edilir.