Hayatı Hissederek Yaşamak

Hayatı Hissederek Yaşamak

Yaşıyoruz iste hızlı hızlı, sonu gelmeyen bir telaş içerisinde. Hissetmeden, dokunmadan, sevmeden, ya da sevip sevdiklerimize vakit ayırmadan. Hayal kurmadan, kitap okumadan, müzik dinlemeden. Sonra özgürce koşmadan, gezmeden, trafik ile boğuşarak şehrin karmaşasında kayboluyoruz. Bu koşuşturmaca içerisinde sokaktaki masum yüzlü bir çocuğun gülüşünü, yavrularını doyuran bir kediyi, gökyüzünün mavi enginliğinde süzülen kuşların birlik ve beraberliğini görmüyoruz. Denizin kokusunu hissetmiyoruz. Rüzgarın yüzümüzü okşamasına müsaade etmiyoruz. Kim bilir belki de çok uzaklardaki bir sevdiğimizin, saçlarını da okşayıp, kokusunu getirmiştir bize, fark etmiyoruz. Çünkü vaktimiz yok. Yapmamız gereken bir yığın iş var ama kaçırdığımız ise çok şey.
Günlerden bir gün kafamdaki bir yığın dert ile planladığım işleri vaktinde yetiştirmek adına hızlı hızlı ilerliyordum çalıştığım hastanenin koridorlarında. Yüzüm asık, adımlarım hızlıydı. Kafamdaki problemleri çözemeden kimse beni mutlu edemez ve güldüremez diye düşünüyordum. Aynı zamanda bana verilen görevleri zamanında yetiştirmeliydim. Bir an gözüm tekerlekli sandalyede yürüyemeyen, ellerini kullanamayan yüzünün sağ tarafında elma büyüklüğünde bir şişlik olan bir çocuğa gözüm ilişti. Çocuk bana baktı baktı, nedendir sonra içten bir gülümseme gönderdi bana. Gülüşü yüreğimi ısıttı, ruhuma ışık verdi. İşte o an kendimden utandım derdimden utandım. Gülümseyemeyecek kadar güçsüz olduğum için kendime kızdım. O an, o çocuğun karşısında o kadar küçüldüm ki. Asıl acınacak durumda olan bendim ve asıl güçlü olan oyun çağında olup yürüyemeden, gönlünce koşup eğlenemeden, yaşamak zorunda olan fakat buna rağmen etrafına kocaman gülücükler saçabilen o çocuktu. Gözlerimden bir damla yaş süzüldü sessizce. Çocuğun yanına oturdum. Ben de onun gözlerinin içine bakarak gülümsedim, saçlarını okşadım, yanağından öptüm. Çocuk sen çok güçlüsün dedim. Sonra çocuğun yüzündeki gülümseme kahkahaya dönüştü. Mutlu olmak bu kadar kolaydı aslında ama biz hayatın içindeki ufak mutluluk sebeplerini göremiyorduk maalesef. Sonra döndüm annesine. “Oğlunuzun hastalığı nedir?” dedim. “Serebralpalsi” dedi. “Yani beyin felci”. Doğum anında çıkan problemler sebebiyle beyni oksijensiz kalınca kalıcı hasarlar oluşmuş vücudunda. “Çok geçmiş olsun. Rabbim yardımcınız olsun” dedim. “Amin” dedi usulca “amin kızım”. Sonra kalktım olduğum yerden. Yavaşladım. Hüzün ve teselli hislerini harmanlayıp yüreğimde Rabbime şükrettim. Milyon kere şükrettim.

Hayat öyle ya da böyle elbet bir gün bitecek. Ama bizler bir kere geleceğimiz bu hayatı hissederek, yavaş yaşayarak tüketelim. Her sabah evden çıkarken ağaçlara, çiçeklere, ekmek derdindeki kuşlara, kedilere, insanlara, çocuklara daha farklı gözlerle bakalım. Denizin mavisini doya doya, tadını çıkarta çıkarta seyredelim. Çocuklarımıza vakit ayıralım. Onlarla oyun oynayalım, kırlarda koşalım birlikte, onlarla çocuklaşalım, balık tutalım, yemek yapalım ve dahası bolca sıkı sıkı sarılalım.Sonra uzun zamandır görmediğimiz büyüklerimizi ziyaret edelim, gönüllerini hoşnut edip hayır dualarını alalım. Hastaları, yaşlıları, kimsesiz çocukları ziyaret edelim. Dertlerine, yalnızlıklarına ortak olalım, tebessümlerine sebep olalım. Her şeyin pahalı olduğu evrenimizde nefes almak, hissetmek, tebessüm etmek bedava. Onları bolca kullanalım. Evet hayat çok kısa ve hissedeceğimiz çok şey var. Kavgaya gürültüye, dargınlığa ise hiç vaktimiz yok. Ne demiş Yunus Emre

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”

Esra AKDAŞ( esra.akdas@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.