40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
İnsan, çoğu zaman başkalarının niyet ve davranışlarını değerlendirirken kendi bakış açısını, beklentilerini ve arzularını ölçü olarak alır. Bu durum, özellikle dünya hırslarına kapılmış kişilerde daha belirgin hale gelir. Makam, güç, hizmet veya çoğalma gibi hedeflere odaklanan insanlar; samimiyetle ve yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek çalışan kimseleri anlamakta veya fark etmekte zorlanırlar.
Bir kişi dünyalık bir hedefin peşinde koşuyorsa, benzer alanda hareket eden başka birinin de aynı çıkarları gözettiğini varsayar. Oysa İslam’ın ruhunu özümsemiş ve hizmet-i imaniye ve Kur’aniye yoluna gönül vermiş kimseler için asıl gaye Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu kişiler, dünyevî hesaplardan ve şahsî menfaatlerden sıyrılmış; nefislerini ayaklarının altına alarak yalnızca Allah’a kulluğu esas alan bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Ancak bu yüce anlayışı dünyevî ölçütlerle değerlendirmeye çalışanlar, onların tavır ve davranışlarını doğru bir şekilde anlamakta zorlanırlar.
Dünya tutkunu kimseler, birinin makamı, malı, ayrıntısı ve konforu arzulamaması ihtimalini neredeyse imkansız görürler.
Bunlara göre insan olmak, bu tür hedefin doğal olarak taşınmasını gerektirir.
Bu nedenle hizmet etmeyen insanların karşısına şu şekilde çıkıyor: “İnsan olacak da makam istemeyecek mi? Şöhrete kavuşmak istemeyecek mi? Güç arzulanmayacak mı? Bu mümkün değil!”
Halbuki Kur’ân-ı Kerîm bizi bu tür zanlardan sakındırır:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ”
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”
(Hucurât, 49/12)
Bir insanın aklını yalnızca Allah bilir. Niyeti sorgulamak, hele ki bunu zan ve tahmin etmek, insanları iftira ve töhmet adına sokar.
İman hizmetine kendini vakfeden kişiler için yegâne hedef, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Bu yolun yolcuları, süresi, menfaati ya da makamı gibi geçici hedefler değil; kalıcı ve ebedî bir saadete odaklanmıştır.
Onlar, hizmetlerinde ihlâsı önceleri ve gayretlerinin karşılığını sadece Allah’tan beklerler.
“إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ”
“Ameller ancak niyetlere göredir.”
(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1)
Bu hadis, onun eylemin değerini niyetle ölçen İslamî bakış açısını veciz biçimde özetler.
Hizmet insanının en büyük sermayesi, toplumun nezdindeki itibarı ve güvenilirliğidir.
Bu güveni sarsacak en küçük bir yanlış, sadece kişiyi değil, temsil ettiği davayı da zedeler.
Bu nedenle hizmet yolcuları, hayatlarının ona anında hesap verilmesi, istikamet ve sadakat ile yaşanması gerekir.
“إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤَدُّوا الْأَمَانَاتِ إِلَىٰ أَهْلِهَا” ” Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline sağlanmasıi emreder .”
(Nisâ, 4/58)
Adanmış bir ruhun en temel düsturlarından biri istiğnadır. Kimseye el açmamak, kimseye minnet etmemek, Allah’a dayanmaktır. Kanaatkârlık, hem kalbi dünyevî arzuların esaretinden kurtarıcı hem de kişiyi özgürce taşır.
” وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ” ” Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.”
(Talâk, 65/3)
“الْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَى”
“Veren el, alan elden üstündür.”
(Buhârî, Zekât, 18)
Hizmet ehli kişiler—başta Üstad Bediüzzaman Said Nursî gibi örneklerde görüldüğü üzere—hayatlarının her alanında topluma karşı açık ve hesap verebilir bir duruş sergilemelidir. Üstad Hazretleri, hem geçimi hem de yaşantısıyla ilgili olarak herhangi bir suizanna yol açmamak için dikkatli davranmış; yediği lokmayı, giydiği elbiseyi, sahip olduğu eşyaları açıkça ifade ederek adeta bir mal beyanında bulunmuştur.
Bugün bazı devlet görevlileri yasal zorunluluk gereği mal beyanı verirken, Bediüzzaman Hazretleri bunu tamamen gönüllü olarak, ne toplumda ne de Allah katında bir şüpheye mahal kalmasın diye yapmıştır. Onun bu şeffaflığı, yalnızca maddi konulara değil, ahlaki duruşa ve güvenilirliğe dayalı bir hizmet anlayışının göstergesidir.
Hilafeti ticaretle geçinmeye devam etmiş, kamu malına yük olmamıştır.
Adaleti ve hesap verebilirliği ile açılma, hilafet makamında olduğu hâlde sade yaşamayı sürdürmüştür. Şehadetinden önce mal varlığı tek tek saymış ve “benim üzerimde ümmetin hakkı var mı?” diye sordu.
İlme ve hikmete adanmışlık bir ömür sürmüş, dünya menfaatini asla parlaklık hâline getirmemiştir. “Hilafet, bir yük ve emanettir” sözüyle yöneticiliği dünyevî bir ganimet değil, uhrevî bir sorumluluk olarak görüldür.
Hakka hizmet eden insan için en büyük sermaye, sermaye, makam veya para değil; güven, sadakat ve itibardır. Bu değerlerin bir kere kaybolması yerine konması zordur.
Güven bir kere sarsıldığında, söylenen sözlerin değeri kalır.
Bu sayede hizmet yolunun yolcuları, namuslarını korudukları gibi itibarlarını da korunmuşlardır.
“وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ” “Kendiniz için ne olursa olsun, onu Allah bulursunuz.”
(Bakara, 2/110)
Bütün bu özgürlüğe rağmen varlığını sürdürüyorlar olabilir. Ancak samimiyetle sürdürülen bir hizmet, kendini ispat eder. Gönüllere dokunan ihlâs ve istikamet, Allah’ın izniyle en ağır zanları bile yapılır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.