38,4292$% 0.2
43,8350€% -0.02
51,3195£% -0.01
4.099,20%-0,71
3.318,98%-0,90
9.432,55%-0,61
Ben sanırdım âlem içre bana hîç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim baktım ağyâr kalmadı(Niyazi Mısri)
Aziz Müminler!
Allah’ın rahmet, af ve ibadet ayı olan Ramazan-ı Şerif’e veda ediyoruz. Bir taraftan bir sel gibi hızla akıp giden Ramazan günlerinden ayrılmanın hüznü, bir yandan gözlerimizin önünde cereyan eden savaşlar, terör eylemleri, şiddet olayları, baskılar ve tahakkümler ve insanlığı derin bir şiddet sarmalına sürükleyen zulümlerin ateşi içimizi yakıyor. Anadolu’da Gazze’de Yemen’de Ukrayna’da Asya’da savaşların kıskacında masum insanlar istibdat ve zulüm altında inliyor, kanı akıtılan masum ve mazlumların sayısı her geçen gün artıyor… Merhametin giderek azaldığı bir dünyada, zalimler zulme doymuyor ve bizler böyle bir iklimde Ramazan-ı Şerif’e hüzünle veda ediyoruz.
Değerli kardeşlerim,
İnsan, özünde şefkat ve merhameti barındıran bir varlıktır. Dünyaya geldiği ilk andan itibaren anne sütü kadar şefkate ve merhamete muhtaçtır. Ne yazık ki insanlık günümüzde ahlaki değerlerden giderek uzaklaşıyor ve yaratılış gayesine yabancılaşıyor.
Yaşanan acı tablolar, sekülerleşmenin yaygınlaşması ve insanların sadece Allaha kul olma bilincinden uzaklaşması karşısında, yeniden bir hizmet aşkı ve yaratılanlara karşı da bir şefkat ve merhamet zırhı kuşanmamız elzem hale geliyor. Özümüzde var olan iyilik, güzellik ve Allah’tan başkasına kulluk yapmamayı bir kez daha yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
Ramazan ayı bize, insanın açlık gibi maddi ve manevi ihtiyacı olan ibadetin, maddi yardımlarla merhametin, şefkatin ve kardeşliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bayram ise yılın yeni gelen kısmında bu kazandığımız maneviyat ve bilinçle, hayatımızın her anını bir ibadet şuuruyla yaşamaya niyet zamanıdır.
Aziz Müminler!
Cenâb-ı Hak, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ﴿٢٧﴾ ارْجِعِي إِلَىٰ رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً ﴿٢٨﴾ فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ﴿٢٩﴾ وَادْخُلِي جَنَّتِي”
“Ey huzura eren nefis! Sen Allah’tan ve O da senden razı olarak Rabb’ine dön! (Seçkin) kullarım arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr, 27-30).
Bu ayet, nefsini tezkiye eden, kötülüklerden arındıran ve Allah’ın rızasına ulaşan kullar için bir müjdedir. Ancak insanın nefsini tam anlamıyla tezkiye etmesi, yani kötülüklerden temizlenmiş, arınmış bir hale getirmesi uzun ve meşakkatli bir yolculuktur. Bu sebeple, her müminin daima nefsini gözden geçirmesi, onun hilelerine ve tuzaklarına karşı uyanık olması gerekmektedir.
Ben, dünyada bana hiç dost kalmadı sanırdım.
Kendimi terk edince gördüm ki, yabancı da kalmamış.(Niyâzî-i Mısrî)
Kardeşlerim!
İnsanın en büyük imtihanlarından biri, yaptığı ibadetleri ve hayırlı amelleri kendi nefsi için bir üstünlük vesilesi olarak görmesidir. Nefis, insana kendi iyiliklerini büyüterek gösterir ve onu ucba, yani kendini beğenmişlik hastalığına sürükler. Oysa Rabbimiz bizleri uyararak şöyle buyurur:
“فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ”
“Nefislerinizi temize çıkarmayın. O, kimin sakındığını(ne yaptığını) en iyi bilendir.” (Necm, 32). Bu ilahi emir bizlere, kendimizi her zaman eksik ve kusurlu görmemiz gerektiğini öğütlemektedir. Kendi ibadetlerimiz gururlanmak yerine, hizmetlerimizi Allah’ın bir nimeti olarak kabul etmeli ve şükür vesilesi kılmalıyız. Unutmayalım ki, amellerimiz ne kadar çok olursa olsun, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ve ihlasla değer kazanır ve devam eder.
Değerli Müminler!
İnsan, nefsiyle mücadele ederken zaman zaman hatalar işleyebilir. Ancak bu durum, kişinin kulluktan vazgeçmesine sebep olmamalıdır. Şeytan, müminleri günahlarıyla meşgul ederek onları ümitsizliğe sevk etmek ve Allah yolunda çalışmalarına engel olmak ister. Oysa asıl olan, tövbe ve istiğfar ile hatalardan arınmak ve Allah’ın rızası için mücadeleye devam etmektir. Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurur:
كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ، وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ “Âdemoğlu hata yapmaya meyillidir, ancak hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 49) Bu hadis-i şerif, insanın fıtraten hata yapabileceğini, ancak samimi hatadan dönüşün, tövbenin kişiyi erdemli kıldığını vurgulamaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri bizlere şu önemli dersi verir: “Müzekkâ olmadığın için(yani ak sütten çıkmış kaşık gibi olmadığın için), belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. (Yani Allah isterse kafir veya münafık biriyle günah işlemekte olan fasık birilerine de dinine hizmet ettirebilir) Hizmetini, ubudiyetini, kulluk vazifeni sana meccanen karşılıksız verilen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.”
Yani, kul, daima kendini kusurlu bilmeli, başkalarının kusurlarına karşı büyüklerin deyimiyle kusur körü olmalı; hizmetini, yaptığı hayır hasenatları Allah’a bir şükür ve kulluğun gereği olarak görmelidir. Aksi halde insan, yaptığı iyiliklerle gurura kapılır ve büyük bir manevi tehlikeye sürüklenir.
Bazılarının hataları veya eksiklikleri, dini hizmetlerde gevşeklik göstermek için bir mazeret olmamalıdır. Çünkü başkalarının hataları veya eksiklikleri, bireyin kendi sorumluluklarını ihmal etmesini haklı çıkarmaz. Dine hizmet etmek, kişinin kendi manevi gelişimi ve topluma karşı görevidir. Başkalarının davranışlarına odaklanıp kendi üzerine düşenleri yapmamak, kişinin kendine zarar vermesinden başka bir sonuç doğurmaz. Bu nedenle, her birerlerimiz öncelikle kendi yapıp ettiklerimizden sorumluyuz. Başkalarının eksikliklerini bahane ederek kendimizi geri çekmek sadece kendimize zarar verir. Bu yüzden büyükler zaman zaman Hizmeti kurtarmayı bırakın hizmet ederek kendinizi kurtarmaya bakın diye tavsiyede bulunurdu.
Değerli kardeşlerim
Unutulmamalıdır ki, Allah yolunda hizmet edenler her zaman çeşitli zorluklarla karşılaşabilirler. Ancak bu zorluklar, hizmetin terk edilmesi için bir gerekçe olamaz. Üstat Bediüzzaman: ’Mesleğimiz meşakkattir meşakkat ise alameti makuliyettir. ‘’ der. Evet Hak uğrunda çekilenler Allah’ın bizi makbul kullarından saydığına bir işarettir. Dini görevlerde samimiyet ve süreklilik, kişinin hem kendisi hem de çevresi için en hayırlı olan davranış biçimidir.
Aziz Müminler!
Kendimizi her zaman eksik ve kusurlu görmeli, nefis terbiyesi konusunda gaflete düşmemeliyiz. İbadetlerimizi ve hizmetlerimizi bir üstünlük sebebi olarak değil, Allah’ın bir lütfu olarak kabul etmeli ve bu konuda şükretmeliyiz. Günahlarımız sebebiyle veya başımıza gelen hadiselerin ağırlığından dolayı asla ümitsizliğe düşmemeli, tövbe ve istiğfar ile Allah’a yönelmeli ve hizmetten geri durmamalıyız. Allah bizleri nefsinin hilelerinden muhafaza eylesin ve kendini tezkiye eden, arınmış kullar zümresine ilhak eylesin. Amin!
Aziz müminler! وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ’’ Kim (başka bir gaye için değil de sadece) Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne kavuşma (ve onların rızası istikametinde) hicret için evinden çıkar da daha yolda iken ecel gelip kendini yakalarsa, hiç şüphesiz onun (geçmiş günahlarını affetmek ve) mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve itaatkâr kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.’’(Nisa, 100)
Hicret, yepyeni bir hayattır ve tarihte bunun birçok örneği vardır. Orta Asya da, Türkistan topraklarında doğan ve yetişen büyük mutasavvıf “Pîr-i Türkistan” olarak anılan Hoca Ahmed Yesevî ve Onun talebeleri, İslam’ı ve tasavvufi öğretileri yaymak için büyük bir azimle çalışmışlardır.
Hoca Ahmed Yesevî, 63 yaşına geldiğinde, “Peygamber Efendimiz bu yaşından sonra toprağa ayak basmadı” diyerek bu yaştan sonra medresesinin bir köşesinde bir kuyu kazdırdı ve geri kalan hayatını orada ibadetle geçirdi. Adeta 73 yaşında ölünceye kadar toprağın altında yaşadı.
Hacı Ahmet Yesevi, 11. yüzyılda bugünkü Kazakistan topraklarında yer alan Yesi şehrinde dünyaya gelmiş, tasavvufi öğretileriyle gönülleri aydınlatan, insanları hakikate çağıran bir rehberdir. Onun talebeleri de, sabırla ve özveriyle çalışarak binlerce insanın hidayetine vesile olmuşlardır. Onlar, İslam’ın güzelliklerini anlatmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, binlerce talebesi dünyaya dağılmış, insanlara doğru yolu göstermek için gece gündüz demeden çabalamışlardır. Bu çabaları neticesinde, toplumlar üzerinde derin bir manevi etki bırakmış, binlerce kişi ve milletlerin İslam’ı benimsemesine öncülük etmişlerdir. Özellikle Anadolu ve Balkanların İslam’la tanışmasında ve bu coğrafyaların manevi ikliminin şekillenmesinde büyük bir rol oynamışlardır. Bu hizmetlerinin bir bereketi olarak da asırlardır inananlar arasında hayırla anılmaktadırlar.
Kardeşlerim, dini tebliğ etmek, yaşamak, sabır, azim ve samimiyet gerektirir. Hacı Ahmet Yesevi ve talebeleri, bu yolda bize rehberlik eden birer kandildir. Onlar, tıpkı akan su gibiydiler; çünkü “akan su kir tutmaz, duran su kokuşur.” İslam’ın hakikatlerini yaşayrak yaymak için sürekli hareket halinde oldular, durmadılar, duraksamadılar. Bizler de onların izinden giderek, insanlara hakikati ulaştırmak için maddi manevi çaba göstermeliyiz. Unutmayalım ki, bir insanın hidayetine veya istikamet üzere kalmasına vesile olmak, en büyük sevaplardan biridir.
Gönlümüz gözümüz senin ile açılır
Geçilmezler senin ile geçilir
Adın anılınca nurlar saçılır
Doğ ruhumuza bizi hasretle yakma
Hak aşkına ümmetin yalnız bırakma
Rabbim, bizleri hicret edenlerin, akan sular gibi bereketli ve temiz bir ömür sürenlerin yolundan ayırmasın. Amin.
Aziz Müslümanlar!
Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor: “فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ”
“Madem öyle (ey Resulüm), aldırma onlara, (söylediklerini duymazdan, yaptıklarını görmezden gel) ve kendilerine selâmet dileyerek yoluna devam et. Gün gelecek, elbette bileceklerdir.” (Zuhruf, 89). Bu ayet, bize hakikat yolunda karşılaştığımız tüm zorluklar karşısında sabırlı olmayı, affediciliği ve güzel bir tutum sergilemeyi öğütlüyor.
Tarihimizde bu ilahi öğüdü en güzel şekilde hayata geçirenlerden biri de 13. Yüzyılda yaşayan Mevlâna Celaleddin-i Rumi’dir. O, yaşadığı asırda Anadolu’da akla hayale gelmedik iftiralara maruz kalmış, yerilmiş ve dışlanmıştı. Ancak o, her şeye rağmen inandığı yolda sabırla yürüdü, inandığı gibi yaşadı. Çünkü o, sadık bir mümin, Allah’a gönülden bağlı bir kuldu. Bugün, asırlar geçmesine rağmen Mevlana’nın gönüllerdeki yeri hiç değişmedi. Onun türbesi, milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen mukaddes bir mekân haline geldi.
Mevlâna bir beytinde şöyle buyurur: “İtâat ve ibâdet ile meşgûl ol.
Tâ son nefesine kadar bu yoldan ayrılma.
Zîrâ sana Hakk’ın ihsan ve keremi erişir de son nefesin bir başka nefes olur. ”
Bu sözler, artık olduğunu zannedip amel ve mücahededen vazgeçenlere, sağa sola çatıp hep eleştirel ve yıkıcı davranan gayri memnun tiplere bir uyarıdır. Çünkü biz kullar ecel vakti gelene kadar ibadet, itaat ve hakikat yolunda çaba göstermekle sorumluyuz.
Kardeşlerim, Mevlana’nın hayatı ve öğütleri bize şunu öğretiyor: Hakikat yolunda yürürken karşılaştığımız zorluklar, nefsin kötü istekleri, atılan iftiralar bizi Hak olan yolumuzdan alıkoymamalı. İmanımızı samimiyetle yaşadığımızda, Allah’ın izniyle, bizim de izimiz,sözümüz, sevgi ve şefkatimiz gelecek nesillere ışık olacaktır. Rabbim, bizleri de sadık kullarından eylesin, hakikat yolunda sabırla yürüyenlerden kılsın ve karşılaştığımız zorluklarda bize affedicilik ve metanet nasip eylesin. Amin.
Aziz Kardeşlerim!
Üstat Bediüzzaman, yalnızca Risale-i Nurlar’ı yazmakla kalmamış, aynı zamanda bu eserlerin ruhunu hayatına yansıtarak, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almış zulme zalimlere karşı dik durmuş bir rehberdir. Onun hayatı, sadece okunacak bir hikâye değil, örnek alınacak bir metod ve yol haritasıdır.
Bediüzzaman, İslam’ın kalelerinin birbir yıkıldığı karanlık bir zamanda iman hakikatlerini asrın insanına ulaştırma vazifesini üstlenmiş, bu uğurda her türlü zorluğa göğüs germiştir. Onun hayatı, sabrın, müsbet hareketin canlı bir timsalidir. O, hizmetlerinde, asla kızgınlık, kırgınlık, ümitsizlik, intikam gibi nefsani duygulara kapılmamış, tamamen Allah rızasını hedeflemiştir.
Kardeşlerim,
Bediüzzaman’ın hayatı bize şunu öğretiyor: İman hizmeti, sadece kitapları okumakla değil, onun gösterdiği sabır, ihlâs ve müsbet hareket metodunu hayatımıza tatbik etmekle gerçekleşir. O, zulme karşı zulümle değil, sabır ve müsbet hareketle mukabele etmiş; her türlü sıkıntı, hapis, sürgün ve işkenceye rağmen, hizmetten bir an olsun geri durmamıştır.
İman hizmeti, aksiyon ister, sabır ister, ihlâs ister, fedakârlık ister.
Kardeşlerim, Bediüzzaman’ın hayatını örnek alarak, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almak gerekir. Onun gösterdiği metod, bize her türlü zorluğa rağmen hizmete devam etmenin yolunu açıyor. Rabbim, bizleri de bu kutlu hizmette istikamet üzere olanlardan eylesin.
Aziz Cemaat!
Bir ömür insanlık ve ümmetin derdiyle dertlenen, iyilik ve sulhu soluklayan, insanlığa hizmeti teşvik eden, anarşi ve teröre hayır diyen, Müslüman terörist terörist de Müslüman olamaz sözünü İslam dünyasından dünyaya haykıran; eğitim, sevgi, kardeşlik, hoşgörü,diyalog ve yardım diyen bir büyük dava insanı olan hocamız da, tüm insanlığın gözü önünde yıllarca hakaret ve zulme maruz kaldı. Ancak artık bu fani dünyada yok; sanki de hiç var olmamış gibi… Zalimlerin ve küfürbazların sözleri yanlarına kâr kaldı şimdilik, ama bu işin bir de öbür tarafı var. Ne var ki, tüm kötülüklere rağmen, O, geriye bir nefret tohumu bırakmadan gitti. O, sevgiyi esas aldı, nefretten nefret etti ve bizlere şu nasihatleri ve vasiyetleri bıraktı: Şahıslara değil, onların kötü sıfatlarına karşı tavır alınmalıdır. Gerçek sevgi, aynı dili konuşanlar arasında değil, aynı duyguyu paylaşanlar arasında olur. Meslek itibarıyla, sevgiyi sevmek ve nefretten nefret etmek şiarımız olmalıdır. Kimseye kin ve garaz duymamak, insanları aşağılamamak, tehdit ve tahkir yoluna gitmemek, başkalarını yok etme düşüncesine kapılmamak gerekir. Çünkü bu şeytanî bir bakış açısıdır.
Hayata mal olmayan, amel ve aksiyona dönüşmeyen bilgi, sahibinin sırtında ağır bir yüktür. İnsanı Allah’a yaklaştırmayan ilim, ilim değil, cehaletten daha büyük bir beladır. Ruha mâl edilmemiş ilimler, sahibini ulvî hedeflere yönlendirmezse, yalnızca bir hamallık olur. Bu sebeple, her meselede müşterek akla danışmak, yumuşak üsluptan ayrılmamak, dengeli ve makul olmaya gayret etmek elzemdir. Her şeye rağmen sabır ve tahammül göstermek, faydasız tartışmalardan uzak durmak ve gereksiz işlerle meşgul olmamak gerekir. Karşılaşılan amansız, içten ve dıştan tenkitlere bile itidalli ve hikmetli mukabelede bulunmak, kalbî ve zihnî istikameti muhafaza etmek esastır. Unutmayalım ki, en önemli görevimiz, önce kendi kalbimizi, ahlakımızı ve niyetlerimizi ıslah etmektir. Allah bizleri nefretten uzak, sevgi ve merhametle dolu kullarından eylesin. Amin!
Aziz Kardeşim,
Unutma ki, hayat kısa ve bir imtihandan ibarettir.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Şafak vakti doğar kimi,
Gün batmadan solar gider.
Ömür bir rüya gibi,
Akar, geçer, izleri de siler gider.
Bir misafir gibi gelir insan,
Geldiği gibi de göçer gider.
Ne mal kalır ne de mülk,
Sadece bir hoş sada, Onu da bırakabilirse!
Ömür de tıpkı Ramazan gibi,
Göz açıp kapayıncaya dek biter.
Sayılı günler hızla,
Akıp gider, fark ettirmez bile…
Değerli genç Kardeşim!
Şimdilik Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, söz söylemeyi de bilirsin.
Ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sözün de sen de değerini kaybedersin,
Öfken ve nefsin birleşir, aklını yener. Onun için aklını iyi şeylerle doyurmaya uğraş,
Yoksa bir rüzgârla savrulur gidersin.
Sabır ve şükür kahramanı olma yolundaki aziz Kardeşim,
Mümin nefsinin esiri değil, iradesinin efendisi olmalıdır. Allah sabredenleri müjdeleyerek şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”(Bakara, 153)
Kardeşim!
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olmaya çalış,
Dünya, gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Görmediğin nice hakikatler, ancak erdeminle gün ışığına çıkacaktır.
Anne-babanın büyüklerinin duasını ve rızasını al, onları saygıyla an.
Zira dinimizce bereket, büyüklerle birliktedir.
İnancını ve itibarını kaybedersen, yeşilken çorak olursun,
Ruhun çöllere döner, kalbin susuz kalır ve yaşayan bir ölü olursun…
Kardeşim!
Açık sözlü ol, fakat her söze de alınma.
Gördüğünü hemen söyleme, bildiğini herkese anlatma. Zira “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir.” Çünkü Her doğru her yerde söylenmez, her söz için bir makam, her makam için de bir söz vardır…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ”Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhârî, Edeb, 31)
Düşenin elinden tutmaya çalışan yüce gönüllü Kardeşim!
Dilinle gönül yıkma, sözünle hayat yap.
Şu fani dünyada her sözün bir hesabı, her suskunluğun bir hikmeti vardır.
İlmiyle amel etmeyen âlim, servetiyle şımaran zengin ve makamıyla gururlanan hatırlı kimse, en büyük imtihanlara düşmüş demektir.
Şu üç kişiye acı ve yardım et:
Cahiller arasındaki âlime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlıyken itibarını kaybedene.
Ve şunu: Unutma ki, yüksekte yer tutanlar,
Aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Onun için yükseldikçe tevazu kanatlarını aç, alçaldıkça sabırla yeniden doğrul.
Çünkü gerçek izzet, Allah’ın rızasındadır; gerçek dostluk, düşene el uzatmaktır.
Öyleyse, ‘kul’ olmanın şerefini taşı!
Merhameti kuşan, edebi zırh bil, hikmeti yol edin. Kimseyi küçük görme, kendini de büyük sanma…
Onun için haddini bil, nefsine hakim ol, insanlardan bir insan olmak için mücadele et. İnsanlık, ancak böyle güzelleşir.
“Hakikî mümin, güneş gibi ısıtırken rahatlatan, toprak gibi alçak gönüllü, su gibi ferahlatandır.”
“Aziz kardeşim! Bil ki, Hak katında yücelmenin yolu, halk içinde alçak gönüllü olmaktan geçer. Tevazu, bir tohum gibidir; toprakta ne kadar derine düşerse, o kadar yükseğe boy atar. Kibir ise, rüzgârın savurduğu saman çöpü gibidir; bir an gökte görünür, sonra yok olup gider. Şu hakikati asla unutma:”Allah, kendini büyük görenleri dağıtır, mütevazı olanları ise yüceltir.” (Hadis)
Öyleyse, gönlünü tevazu ile doldur ki, Rahman’ın rahmeti üzerine dolsun. İnsanlara karşı alçak gönüllü ol ki, hem dünyada hürmet göresin, hem de ahirette şeref bulasın. Unutma, “Yeryüzünde tevazu ile yürüyen kimse, sanki peygamberlerle aynı makamdadır.” (Beyhakî)
Kibirden sakın! Çünkü o, şeytanın Allah’a isyanının ilk sebebidir.
Tevazuya sarıl! Çünkü o, Âdem (a.s.)’ın tövbesinin ve affolunmasının sırrıdır.
“İnsan, tevazu ettikçe yükselir; kibirlendikçe alçalır.” hikmetini dilinden düşürme.
Hz. Ali ne güzel der: “Tevazu, insanın izzetidir; kibir ise zilletinin başlangıcıdır.”
Rabbim, bizi kendini beğenmişlerden değil, ‘kul’ olduğunu bilenlerden eylesin.
Dualarımız, hakiki kulluk yolundaki samimiyetimize ve güzel ahlâkımıza vesile, insan olma yolundaki gayretimize bereket olsun…
Rabbim bizleri nefsine hâkim, ahlakı üstün, imanı kavi, iradesi sağlam kullarından eylesin. Bizleri sabırla, hikmetle ve izzetle yürüyenlerden kılsın.
Hutbemi şu ayetle bitirmek istiyorum:
“قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّىٰ”
“Gerçekten temizlenen (nefsini tezkiye eden yani günahlardan arındıran)kurtulmuştur.” (A’lâ, 87/14).
Bediüzzaman’ın hayatı, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almanın canlı bir örneğidir.
“Risale-i Nurlar’ı okumak yetmez, onun ruhunu hayatımıza yansıtmak gerekir” diyerek Bediüzzaman’ın metodunu anlamak ve yaşamak lazımdır.
Müsbet hareket, her şart altında hizmete devam etmektir.
Derleyen
Erdal ATAK
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.