الله أكبر كبيرًا، والحمد لله كثيرًا ، وسبحان الله بكرةً وأصيلاً. وكبروا الله تكبيرا
وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيم. وكبروا.
لا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ، أَعَزَّ جُنْدَهُ، وَنَصَرَ عَبْدَهُ، وَغَلَبَ الأَحْزَابَ وَحْدَه. وكبروا.ُ
“ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰهٖيمَ حَنٖيفاًؕ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ.” Nah, 16/123
“اَمَّنْ يُجٖيبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِؕ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِؕ قَلٖيلاً مَا تَذَكَّرُونَؕ.” Neml, 27/62
Muhterem Müslümanlar! Kurban Bayramı, Peygamber Efendimiz’den (sav) bu yana, bazı önemli hatıraların yad edildiği ve bu hatıralara bağlı çok önemli dînî şeairin, temel değerlerin tazim edildiği kutlu bir gün olarak yaşanagelmiştir. O, Hz. İbrahim’in bir sünnetinin, ümmet-i Muhammed’e ibadet olarak vacip kılınmış halidir.
Bütün ibadet ü taatta, her amelin başında bize iç ve dış erkânı gösteren, bir işi yaparken iç nasıl derin olacak, gönül nasıl tamamen Hakk’a verilecek, bu iş nasıl içtenlikle ve samimiyetle yapılacak? İşte bunları pratik hayatta bize gösteren, birer önder olarak önümüzde duran peygamberler ve onların etrafındakiler, inandığımız dinimiz, imanımız ve değerlerimiz var. Beytullah’ı tavafta Rasul-i Ekrem (sav) veya İbrahim (as)’ı görürüz. Makam-ı sıddıkiyetin sahibi Hz. Ebu Bekir’i, Makam-ı Farukiyetin sahibi Hz. Ömer’i görürüz, misalleriyle onları anlamaya çalışırız. Safa-Merve arasında sa’y ederken de, asırlar ötesine gider, Allah Rasulü (sav)’in mübarek soyunun, bir halkası olan genç kadın, sadakat sahibi bir insana yakışır şekilde hareket eden mübarek anamız Hz. Hacer’in, safa merve arasında nasıl koştuğunu müşahede ederiz.
Hz. İbrahim’e (as), “Seyyah Nebi” dense doğrudur. Ulaşım imkânlarının çok dar olduğu bir dönemde Babil’de onun sesini duyuyoruz. Kenan illerinde Filistinde kendisini görüyoruz. Sonra bakıyoruz ki Suriye’de… Hz. İbrahim Suriye’de bulunan bir Firavun’un karşısında; yanında da pâkize eşi, orada şöyle niyaz ediyor: “Allahım, bu adamlarla mücadelede, eğer mağlub olursak, yeryüzünde Senin adını anacak kimse kalmayacak.”Bedir de Allahın resulunun duası da aynıydı, bugün kü dertli insanların duası da aynı. Her dönemde zalimler dine ve dindara hep kötü niyet beslediler. Demek ki, yanında mübarek zevcesi, diyar diyar dolaşıyor ve herkese bir şeyler fısıldamaya çalışıyor. Yine Hz. İbrahim’i, kalıntıları kaybolmuş Kabe’nin başında, yeryüzünde bütün canlıların, ezelden ebede kadar hem mihrabı hem de göbeği sayılan ve bağrında Hz. Muhammed’i (sav) yetiştirecek, kıyamete kadar da saygıyla anılacak olan, hatta yıkılışı da kıyametin en büyük alâmeti sayılan Mekke-i Mükerreme’de görüyoruz…
Evet, Hz. İbrahim (as) Harem-i Şerif’e kadar gelmiş ve orada maddî-mânevî sellerin önüne katıp sürüklediği yığın yığın çerçöple karşılaşmıştı. Sanki, karanlıkların karanlıklarla savaştığı o kapkara günlerde Cenâb-ı Hak, Kâbe’yi maddesiyle, mânâsıyla nezdine almış gibiydi. Hz. İbrahim, kucağındaki çocuğuyla Hz. Hacer (râ)’yı henüz ekinin bitmediği, suyun fışkırmadığı maddi ve manevi kupkuru bir çöle bırakmakla emrolunur ve bırakır. İbrahim (as) oğluyla beraber yeniden inşa ettiği Kâbe’ye ibadete insanları çağırmış, vicdanıyla insan olan insanlar Hz. İbrahim’in sesine icabet etmiş ve Kâbe’ye koşmuşlardı. Ve Muhteşem meyve insanlığın iftihar Tablosu Efendimiz (sav), Hz. İbrahim’in (as) seyahati olan bu mukaddes göçün neticesinde meydana gelmişti.
Aziz kardeşlerim, Hz.Hacer gibi Allah’a teslim olmak, Allah’ın emirlerine inkıyat etmek, emredilen şeyleri yerine getirmek, bu zor olan imtihanlara sabır için dua ve ilahi bir yardım istemek, Allahın zayi ve terk etmeyeceğine inanmak lazım. Hz. İbrahim bütün hayatıyla, Allah’a adanmışlığı ve teslimiyetiyle, bu adanmışlığın gerektirdiği fedakârlık ve hasbiliğiyle Ümmet-i Muhammed için bir rol model olarak kabul edilmiş ve Kur’an-ı Kerim’de “اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰهٖيمَ حَنٖيفاًؕ” “İbrahim’in yoluna, İbrahim’in milletine tâbi olun” denerek bu rol modele uymamız emredilmiştir. Hz. İbrahim, Kur’an’ın ifadesiyle her şeyden önce adanmış bir teslimiyet insanıdır. {إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ} “Ben bütün varlığımı, yönümü tam manasıyla, safiyane bir şekilde gökleri ve yeri yaratan Rabbime yönelttim, adadım ve ben kesinlikle şirke bulaşanlardan değilim” diye haykıran Hz İbrahim إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “namazım, niyazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi Allah içindir” diyerek en yüksek hakikat olan Tevhid Hakikatine karşı nasıl bir teslimiyet ve adanmışlık sergilenmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Şüphesiz bu seviyede bir adanmışlık ve teslimiyetle Hz İbrahim bütün insanlık için pırıl pırıl bir sadakat örneği haline gelecektir. Şu âyet Hz. İbrahim’in hayatını özetler âdetâ: وَإِذِ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ “Rabbi Onu birtakım sosyal olaylarla, ilahi hitaplarla imtihan etti ve O bütün bu imtihanların hepsini başarıyla tamamladı.”(Bakara,2/124) Onun gençliği tam bir yiğitlik destanı olarak karşımıza çıkar. Kalbi imanla dopdolu, metafizik gerilimi tam, Hakla irtibatı zirvede bir genç, şirk düşüncesine, putperest mantıksızlığına başkaldırmış; zalime zalim, bâtıla bâtıl demiş ve bunun bedeli olarak da ateşe atılmayı göğüslemiştir; ateşe atılırken “seni kurtarayım ve bu zalimleri yerle bir edeyim” diyen Hz Cebrail’e حَسْبِيَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim ve O’na yöneliyorum. (Hakim et-Tirmizî, Nevadir, 2/274)” diyerek karşılık vermiş ve ateşlere atılmakla tehdit edilen bütün dava adamlarına nasıl davranılması gerektiğini göstermiştir.
Aziz Mü’minler! Kur’an da anlatılan tüm peygamber kıssaları kıyamete kadar gelen inananlara en iyi örneklerdir. İşte Hz.İbrahim (as) da davası için yurdunu yuvasını terk etmiş, devamlı hicret etmiş; uzun süre, davasını ve soyunu devam ettirecek bir evlat beklentisi içinde olmuş; bir evlada kavuşunca da onu ve annesini ıssız bir diyara bırakmış. Hak yolunun yolcusu bu büyük ruh, evladını kurban etmekle sınanmış ve bu imtihanı da başarıyla geçmiş. Hz.İbrahim, bütün benliğiyle Hakka teslim olunca Allah da onu kendi yalnızlığı ve aczi içinde kendiyle baş başa bırakmamış; yükseltmiş, bütün insanlığa imam yapmış (Bakara,2/124) ve kendinden sonrakiler için O’nu bir yâd-ı cemil haline getirmiştir. İşte biz her kurbanda İbrahim’i(as), Hacer validemizi ve İsmail (as)’ın sadakatini hayırla yad ederiz.
Allah, Dünya ve içindekilere sabredenleri yalnız bırakmayacağını ve onları bir gün yükselteceğini, hâdiseler içinde onları yok etmeyeceğini, bir adım yaklaşana yürüyerek gelen, yürüyerek gelene koşarak gelme gibi mukabele eden bir ilahi ahlak, kendi yolunda samimi hizmetler edenleri uzun süre yerde bırakmayacaktır; imtihan süreleri bitince onları kaldıracak ve yeni bir şükür ufkuna ulaştıracaktır. İşte Hz İbrahim (as)’ı, Allah yoluna adanmış, onun hoşnutluğunu kazanmak için yurtlarını yuvalarını terk etmiş örnek ve kutlu bir aile olarak, Kur’an bize takdim eder.
Muhterem Müslümanlar, bayramlarda “kırgınlık ve dargınlık varsa barışın” sözünü çok duymuşsunuzdur. Evet, Allah aşkına barışın! Zira insanların birbiri ile geçinmeleri, Allah’ın sizinle münasebeti için en önemli bir şarttır. Allah’la aranızı iyi tutmak istiyorsanız, insanlarla aranızı iyi tutun. İnsanlar anlaşırsa, Allah’ın yardımı gelir. Başarılı olmak istiyorsanız, cennete girmek istiyorsanız, insanlarla aranızda olan kırgınlıkları gideriniz. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın kulları ile münasebetinizi güçlü hâle getirin ki Allah da sizinle münasebetini güçlü hâle getirsin. Mü’minler arasında hoşgörü ile dolaşın, hoşgörülü olun, cömert olun, her fırsatta sadaka verin, iyilikte bulunun, ta ki Allah da size ihsanda bulunsun, mağfiret etsin, meccani bağışlasın. Ey Allah’ın kulları! bulunduğunuz ülkenin, mahallenin insanlarını sevin, alışın, barışın diyalok kurun ki o ülke sizi sevsin, insanlık sizi sevsin, Allah da sizden razı olsun!
Aziz Müslümanlar! “Arefe günü, kurban günü ve “teşrik” günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir.” (Tirmizî,”Savm”, 59) diye bayramları tarif eden Hz.Peygamber, bayramların huzur, mutluluk ve sevinç günleri olduğunu, o günlerin kalabalıkla ve büyük bir coşku içinde kutlanmasını arzu ederdi. Mescid-i Nebevi’nin toprak zemini üzerinde bir grup Habeşli’nin oynadığı mızrak kalkan oyunlarını Hz.Aişe validemizle birlikte seyredip Hz. Ömer’in müdahalesini de doğru bulmadığı bilinmektedir.(Buhârî,“ʿÎdeyn”,2) Bayram günlerinde, eşimize, çocuklarımıza, yakın akraba ve hısımlarımıza, dost ve kardeşlerimize moral olalım. Birbirimizle moral bulalım. Aktüalitenin bizleri boğmasına izin vermeyelim. Güzel sözler edelim. Bayramımızı, yaralarımızı sarma adına bir hamleye dönüştürelim. “Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz”( et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc. 2:332. ) buyuran Allah Resûlü’ne kulak verelim. Dilimizden Allah’ın adı düşmesin, tekbir getirelim. Böylelikle bayramımızı gafletin istila etmesine de izin vermemiş ve gayr-ı meşru daireden korunmuş oluruz. Ta ki, sevinç ve sürur nimetleri şükre dönüşsün, üzerimizdeki nimetler artsın. Zira şükür, nimeti arttırır ve gafleti kaçırır. Kur’ân-ı Kerîm, Mü’minlere ümit aşılayan âyet-i kerîmeler ile doludur. Allah’ın vaadi var, has kullarını zayi etmeyecektir. “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır” (İnşirah, 94/5,6) “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir” (Ahkâf 46/13) “Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder. Ve onu hiç beklemediği yönden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanıp güvenirse O, ona yeter” (Talâk 65/2-3) buyuran Rabbimiz değil midir? Allah Rasulü buyururlar: عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن: إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ “Mü’minin durumu gıpta edilecek ve hayran olunacak bir durumdur. Çünkü o her durumda kazançlı çıkar. Böylesi bir durum sadece Mü’minde vardır: Gerçek Mü’min, rahat içinde olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur” (Müslim,“Zühd” 64) Öyleyse Rabbimizden ümidimizi bir an olsun kesmeyelim. Sabredelim, şükredelim. Mü’min olduğumuzu asla unutmayalım. Birbirimizle kucaklaşma ve etle tırnak olma adına bayram günlerimizi iyi değerlendirelim. Dargın olanlarımız barışsın, barış olanlarımız daha bir kaynaşsın. Birbirimizi ziyaret etmeyi ihmâl etmeyelim. Ziyaret edemiyorsak arayalım. Büyüklerimize hürmet edelim, dualarını alalım. Küçüklerimizi harçlık ve hediyelerle sevindirelim. Peygamberimiz buyurur ki: مثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وتَرَاحُمِهِمْ وتَعاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَداعَى لهُ سائِرُ الْجسدِ بالسهَرِ والْحُمَّى “Gerçek mü’minler sevgide, merhamette, şefkatte, gönülden davranmada bir vücudun azaları ölçüsünde güçlü bir irtibat içindedirler ve her zaman birbirlerinin acılarını ruhlarında duyar, üzülürler, sevinçlerini de paylaşır ve onlarla aynı mutluluğu beraber yaşarlar.” Mü’min olmak bunları gerektirirken ve dünya da Mü’minler çeşit çeşit mağduriyetlerin, mazlumiyetlerin ağında inlerken içimiz buruk bayram yapıyoruz.
Aziz Müslümanlar! her gün ağlasak değecek büyük dertlerimiz var. Bir tarafta Müslümanların hali, beri tarafta İslam’dan habersiz değişik bunalımlar içinde inançsızlıkla kıvranan insanlar. Onlara borcumuz var. İnsanlık inançsızlık yüzünden ya ekstrem zevklere yöneliyor, günah içinde bocalıyor veya psikolojik rahatsızlıklarla boğuşuyor. İnsanlığın hal diliyle verdiği bu mesajı almalı, müslüman olarak temsille tebliğ vazifemizi yerine getirmeliyiz.
Bir tarafta gizli açık dine-imana saldırı fırsatları kollanıyor. Beri tarafta bir kısım insanlar da insanların dini hislerini kullanarak dünya peşinde koşuyorlar. Gaflet ve ümitsizlik hâkim her yanda. Aktüalite ile iç içe yığınların rüya ve hülyası, ekonomi ve refah. Makam sevgisi, şöhret hissi, rahat etme düşüncesi, tenperverlik duygusu âdeta çelikten bir kement; her biri birer ölüm çukuru olan bu duygulardan bir türlü kurtulamıyoruz. İnsanlar birbirine yabancı, vifak ve ittifak yok, küsen küsene.
Hususî planda bize gelince; evet, Allah Teâla bizden bütün mazeretleri de aldı. Artık, duymadık diyemeyiz, sözlerin en güzellerini, Kur’an’ı, sünneti, hadisleri, nasihatlerin en tesirlilerini dinledik. Görmediğimizi iddia edemeyiz, yaşantısıyla “mücessem İslam” olmuş büyüklerin hayatlarını gördük; derdi de, ızdırabı da, onların temsillerini de gördük. Allah hizmet etmemiz için gönülleri, ülke ve imkanları sonsuz ve sınırsız olarak önümüze açtı ve insanlarda kabuller oluşturdu.
Aziz Müslümanlar! Kâmil mü’minler olduğumuzu, bize verilen bu nimetlerin şükrünü tam ifa ettiğimizi iddia edemeyiz; fakat, Hak ve hakikat namına hiçbir şey duyup tatmadığımızı söylememiz de nankörlük olur. Belki olmamız gerektiği gibi olamadık ama olduğumuza da çok şükür. Ya Rabbimizi hiç tanımasaydık, ya O’nun nurundan büsbütün mahrum kalsaydık! Evet, bizler o kırık azimlerimiz ve o çatlamış ümitlerimizle, yolların hakkını verememiş olsak da safımız belli ve hep yollardayız, zalimin yanında değil, mazlumun yanındayız. Allah’tan başkasına Rab demedik; İnsanlığın İftihar Tablosu’nun getirdiği hakikatlere gönül verip sahiplendik ve doğru anlaşılıp yaşanması adına mücadele ettik.
Kardeşlerim!Bu gün büyük derdimiz Anadolumuzda; çok ağır iftiralara maruz kalmış, masum insanlar büyük bir fitnenin içine yuvarlanmışlar. Bu fitne ateşinde niceleri şehit olmuş, niceleri işkenceye maruz kalmış, niceleri de vatanından ayrı kalmanın ıztırabı yanında sahipsizlik yaşıyor. Ailesine sahip çıkacak güvenli bir ülke arayan insanlar var. Gidilen bazı yerlerde ensarlık yapanlar olsa da ensarını bulamayanlar da var. Bu kadar yalnızlık, itilmişlik ve sıkıntıya insanlar katlanıyor. Allah yolunda olduklarına inanıyorlar. Bir diğer grupta Kur’an’ın ifadesiyle, kalbi oturaklaşmamış kimseler, en küçük musibet karşısında dini, Peygamberi, davayı suçlar dururlar. Bir iyiliğe mazhar olsalar, onu kendi kâbiliyet ve becerilerine verirler; fakat başlarına bir kötülük gelse, Allah’ın elçisine karşı bile küstahlık yapar ve “Bu, senin yüzünden!” derler. Her zaman, ânında taraf değiştirebilecekleri bir noktada dururlar; bir ganimet varsa, mutlaka ortak olurlar ama Mü’minlere bir fenalık dokunursa, “Biz önceden uyarmıştık ve tedbirimizi almıştık!” der, hemen oradan uzaklaşırlar. Ashâb-ı Kirâm efendilerimiz çektikleri zulüm ve işkencelerin faturasını din-i Mübin’e kesmediler. Güneşler doğdu-battı; mevsimler peşi peşine geçip gitti de onlar idealize ettikleri düşünceleri istikametinde bir başka bahar aradılar… Hazan gördü, hazan mevsimi yaşadı, hazan türküleri dinlediler ama ne hallerinden şekva etti ne de kimseden dert yandılar.
And içip yoluna koyuldukları yüce davaları uğrunda, her cefaya katlandılar lakin asla usanmadılar. Çünkü mefkûrelerinin aşkına kapılmış bu aydınlık ruhlar, önlerine yığın yığın zorluklar çıkabileceğini daha baştan hesap ederek yola çıkmışlardı. Dolayısıyla da ne farklı musibetlerle karşılaşmaları, ne imkânsızlıklar, ne de yollarını kesen çeşit çeşit tehlikeler kat’iyen onları şaşırtamadı ve davaları hakkında şübheye düşüremedi. Onlar, her tehlikenin bir gün mutlaka ortadan kalkacağı, önlerinin açılıp imkânsızlıkları imkânların takip edeceği, her şeyden öte yolun sonunda, Allah’ın rızasına erileceği inancıyla, hep azimli ve kararlıydılar. Tarihî hadiseler aynıyla değil misliyle cereyan ediyor. Asr-ı Saadet’te meydana gelen hemen her olay günümüzde de benzer şekillerde vuku buluyor. O gün müşriklerin işkencelerine maruz kalan samimi mü’minler, şimdi de ehl-i küfür ve nifak ortaklığının zulümleriyle karşı karşıya bulunuyor. Bazıları sorguda, zindanda, kendi ülkesinde çaresizliğin kollarında veya göç yolunda, hicret yurdunda çekiyor, bazıları da onların çektiklerini paylaşıyor, ızdıraplarını ruhunda duyuyor; yapılması gerekli olanlar mevzuunda çırpınıyor… Ve hepsi dua dua Rahmeti Sonsuz’a yalvarıyor.
Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Günler, aylar ve yıllar birbirini kovalıyor. Geçen yıl bereber olduğumuz nice güzel insan covid veya başka sebeplerle emri hak vaki oldu ve aramızdan ayrıldılar. Ölüm öldürülemiyor ve ayrılık bitirilemiyor. Gelen gidiyor, giden gelmiyor. Ama İmtihan sürüyor.
Muhterem Müslümanlar, iyilik ve güzellik adına neyi istiyorsanız onun için, sebepleri birer fiili dua kabul edip sonuna kadar kullanınız. Allah’ın size verdiği imkânları sonuna kadar tüketiniz. Bu mevzuda varınızla yoğunuzla bitiniz. İşte o zaman, bitip tükenme bilmeyen Allah’ın kudret, kuvvet ve meşietinin tezahür ettiğine şahit olacaksınız. Karanlık geceniz gündüz olacak, şafaklar atacak, hâristanınız, dikenlikler bağistan ve gülistana dönecek. Ve yine, çatlak sesler dinecek, meseleyi ters anlayanlar gidecek, devran Hz. Muhammed (sav) devranı olacak, Kur’an söylenecek, Kur’an dinlenecek ve Kur’an konuşacak. Mü’miniz, o zaman hiç yılmadan koşmaya devam etmeliyiz, ümitsizliğe düşmemeliyiz, dilimiz dua ederken tavır ve davranışlarımızla da hizmet ederek dua etmeliyiz.
البر لا يَبلى والذنب لا ينسى والديان لا يموت أفعل ما شئت فكما تدين تدان “İyilik boşa gitmez. Günah unutulmaz. Her şeyin hesabını görecek Allah ölmez. Dilediğini yap. Ettiğini bulacaksın”
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Derleyen
ERDAL ATAK