GIYBET DEDİ KODU SAVAŞ HARP AİLE KADIN KIZ ERKEK İNSAN
38,7029$% -0.18
43,5871€% 0.46
51,7278£% 0.42
3.951,62%-0,22
3.175,89%-0,03
9.652,90%-0,50
Hz. Mevlâna:
دَرْدِ بی حَدّ بِنِگرْ بَهْرِ خُدا هيچ مگُو چَهرهءِ زَرْدِ مَرا بِين و مـرا هيچ مگُو
هَرچِه وبِينِی بَگُذَرْ چُونْ وچَرا هيچ مگُو دِلِ پُرْخُونْ بِنِگَرْچَشمْ چُوجَيحُونْ بِنِگَرْ
“Sararmış solmuş yüzüme bak da, bana hiçbir şey söyleme! Sayısız dertlerimi gör, (ama) Hudâ aşkına bana bir şey söyleme! Kanla dopdolu gönlüme bak; ırmağa dönmüş gözyaşlarımı seyret; ne görürsen geç hepsinden; neymiş, nasılmış diye bir şey söyleme!” bir samt(sessizlik)çağrısı.
ÖZET: SÖYLEDIĞİMİZ SÖZLER, EĞER O İNSANI RAHATSIZ EDECEK SÖZLERDEN İSE, NİYETİMİZ NE OLURSA OLSUN SÖYLEMEMEK GEREKİR. ÇÜNKÜ O KİŞİNİN HOŞUNA GİTMEZSE BU, GIYBET OLUR.
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek; başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği… dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların dökülmesi, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak… Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi söz konusu kişinin kalbini kırar.
Kur’an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır. Allah Teâlâ buyurur:
“وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا ۚ أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۚ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ”
“Bir kısmınız diğerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?” (Hucurât, 49/12)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de buyurur:
“الْغِيبَةُ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ”
“Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır.” (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm, 10; Ahmed b. Hanbel, II/384, 386)
Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak, onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir. Meselâ, elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir.
Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir. (İmam Gazzâli, Zübdetü’l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362-363).
Allah Resûlü şöyle buyurur:
“مَنْ أَهَانَ مُؤْمِنًا فِي مَجْلِسٍ وَهُوَ يَقْدِرُ عَلَى نَصْرِهِ فَلَمْ يَنْصُرْهُ أَهَانَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ”
“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder.” (Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 8489)
“مَنْ رَدَّ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ كَانَ حَقًّا عَلَى اللَّهِ أَنْ يَرُدَّ عَنْ وَجْهِهِ النَّارَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ”
“Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.” (İbn Ebi’d-Dünya)
“يَا مَعْشَرَ مَنْ آمَنَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قَلْبِهِ لَا تَغْتَابُوا الْمُسْلِمِينَ وَلَا تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنْ يَتَّبِعْ عَوْرَاتِهِمْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ يَتَّبِعِ اللَّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ فِي بَيْتِهِ”
“Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder.” (Ebû Dâvud, Edeb, 40; Ayrıca bk. Tirmizî, Birr, 84)
İslam dininde kardeşlik olgusu, إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Müminler ancak kardeştir. İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet olunasınız” (Hucurât, 10) ayetiyle kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır. Böyle bir toplumda gıybet yoktur.
Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurur:
“الْمُؤْمِنُ مِرْآةُ الْمُؤْمِنِ، وَالْمُؤْمِنُ أَخُو الْمُؤْمِنِ، يَكُفُّ عَلَيْهِ ضَيْعَتَهُ وَيَحُوطُهُ مِنْ وَرَائِهِ”
“Mümin müminin aynasıdır. Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49; ayrıca İbn Ebî Şeybe, Musannef, 8/103)
Şu ölçüler, toplumu fitne ve bozgunculuktan uzak tutar.
1- Gıybet kul hakkına girdiği için, gıybetini yaptığımız kişiyle helalleşmeliyiz. Mümkünse ona gıybet ettiğimizi söylemeliyiz.
2- Eğer bir Müslüman gıybet ettiyse veya isteyerek gıybeti dinlediyse; “Allahım, bizi affet ve gıybetini ettiğimiz kişiyi de bağışla” diye dua etmelidir. Ayrıca gıybetini yaptığı kişiyle karşılaşınca helallik almalıdır. (bk. Nursî, Mektubat, Yirmi İkinci Mektup)
Sözlükte “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen gayb kökünden isim olup aslında hem iyi hem de kötü sözlerle anmayı ifade etmekle birlikte terim olarak genellikle “kötü sözlerle anma” mânasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır (Lisânü’l-ʿArab, “ġyb” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ġyb” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette çekimli fiil olarak geçmektedir (el-Hucurât 49/12). Burada, bir kimseyi sırf zanna dayanarak yargılama ve gizli kusurlarını araştırma (tecessüs) yanında gıybet de yasaklanmış, gıybetin ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilmesiyle de bu davranışın iğrençliği vurgulanmak istenmiştir. Bu benzetmeden, ölü etinin yenilmesi gibi gıybet etmenin de haram olduğu hükmü çıkarılmıştır.
Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda, insan haklarının en önemlilerinden olan ve çoğunlukla “ırz” kavramıyla ifade edilen kişiliğin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Buna göre bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsıyla ilgili maddî, bedenî, dünyevî veya mânevî, ruhî, ahlâkî ve dinî kusurlarından söz edilmesi gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybet sayılmıştır. Ayrıca gıybetin sözle olduğu gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla olabileceği de belirtilmiştir (Gazzâlî, III, 143-145; Nevevî, el-Eẕkâr, s. 534-535). Bu tür söz ve hareketlerin gerçeği ifade etmesi onun gıybet olma niteliğini değiştirmez. Nitekim Hz. Peygamber bu konuya dair hadisinde bir kişiyi kendisinde bulunan kusurlarla anmanın gıybet olduğunu, kendisinde bulunmayan bir kusuru ona isnat ederek aleyhinde konuşmanın ise iftira (bühtan) sayılması gerektiğini bildirmiştir (Müslim, “Birr”, 70; Tirmizî, “Birr”, 23). İbn Teymiyye günahkârlar, hatta kâfirler hakkında bile yalan bilgi vermenin, yalan haber yaymanın haram olduğunu belirtir (Mecmûʿatü’r-resâʾil, V, 272).
İslâm âlimleri âyet ve hadislerdeki beyanlara dayanarak, ayrıca insan onurunu zedeleyen, toplumda dargınlık ve düşmanlıklara yol açan bir davranış olmasını dikkate alarak gıybetin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte gıybetin büyük günahlardan sayılıp sayılmayacağı tartışmalıdır (Aynî, XVIII, 168-169). Kurtubî, günahların kebâirden sayılmasını gerektiren unsurların gıybette de bulunduğunu, naslarda şiddetli tenkit ve yasaklama ifadelerinin de yer aldığını belirterek gıybetin kebâirden kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer (el-Câmiʿ, XVI, 337). Ancak bir söz veya hareketin gıybet sayılıp sayılmaması konuşanın niyetiyle yakından ilgilidir. Nevevî’nin verdiği örneğe göre, bir müellifin herhangi bir meselede başkasının yanlış görüşüne sırf onu küçük düşürmek amacıyla yer vermesi gıybet sayılırsa da aynı görüşü bir yanlışı düzeltmek maksadıyla veya iyi niyete dayalı başka bir sebeple aktarması gıybet olarak kabul edilemez. Hatta bu bazan bir görev olur ve eser sahibine sevap kazandırabilir (el-Eẕkâr, s. 538). Gıybet belli bir kişi veya zümrenin şeref ve haysiyetini rencide etmesi, dolayısıyla müminler arasındaki sevgi, saygı ve barışa zarar vermesi sebebiyle yasaklandığından böyle bir kişiyi kastetmeden genel olarak insanların kötülüğünden söz etmek gıybet sayılmaz. Bir kişiyi dinî kusurlarından dolayı gıyabında eleştirmenin gıybet sayılmayacağı ileri sürülmüşse de Gazzâlî insan onurunu öne çıkaran mükemmel tahlillerinde bu iddiayı reddetmiş ve iyi niyete dayanmayan her türlü gıyabî eleştirinin haram olduğunu belirtmiştir (İḥyâʾ, III, 144). Ona göre bir kimsenin, “Falanın işlediği şu kusurlardan beni koruyan Allah’a hamdolsun” şeklindeki sözleri, başkasını eleştirirken kendini temize çıkarma anlamına geldiğinden gıybetin en çirkin çeşididir. Zira burada hem gıybet hem de riya vardır (a.g.e., III, 145).
Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. İslâm âlimleri, bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybet edene engel olunması, bu mümkün olmazsa En‘âm sûresinin 68. âyetinin hükmü uyarınca gıybet edilen meclisin terkedilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşılması gerektiğini belirtmişlerdir.
Gıybetin sebepleri kin ve öfke, sohbet ve yarenlik, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi ve kıskançlık şeklinde sıralanmış, gıybetten kurtulmak için bu sebeplerin ortadan kaldırılması tavsiye edilmiştir.
Gıybet esas itibariyle haram olmakla birlikte bazı şartlar onun bu vasfını ortadan kaldırır. Gazzâlî’nin İḥyâʾında ve onu örnek alan diğer bazı kaynaklarda haksızlık yapan kişiyi ilgili mercilere şikâyet etmek, kötülüğe engel olma çabasında destek aramak, fetva sormak, insanları kötülüklerden ve zararlardan korumak, lakabıyla meşhur olan birini bu lakapla tanıtmak, zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş kimseleri kınamak maksadıyla bunların aleyhinde konuşmanın meşrû olduğu belirtilmiştir.
Gıybetten dolayı tövbe etmenin farz olduğu kabul edilmekle birlikte helâlleşmenin gerekli sayılıp sayılmadığı hususu tartışmalıdır.
Kurtubî bu husustaki farklı görüşleri şöyle sıralar: a) Gıybet etmek mala ve cana zarar vermek gibi mezâlimden olmadığı için sadece tövbe etmek yeterlidir. b) Gıybet etmek mezâlimden olup hem tövbe etmek hem de çekiştirilen kişi için hayır duada bulunmak gerekir. c) İslâm âlimlerinin çoğunluğu konuyla ilgili bir hadise dayanarak (Müsned, II, 506; Buhârî, “Meẓâlim”, 10) ayrıca helâlleşmenin de gerektiğini ileri sürmüşlerdir (el-Câmiʿ, XVI, 337).
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ġyb” md.
Tâcü’l-ʿarûs, “ġyb” md.
Tehânevî, Keşşâf, II, 1090-1091.
Müsned, II, 506.
Buhârî, “Edeb”, 46, “Cenâʾiz”, 88, “Meẓâlim”, 10, “ʿİlim”, 9, 37.
Müslim, “Ḳasâme”, 29, 30, “Birr”, 32, 70.
Tirmizî, “Birr”, 23.
İbn Ebü’d-Dünyâ, eṣ-Ṣamt ve âdâbü’l-lisân (nşr. M. A. Ahmed Atâ), Beyrut 1409/1988, s. 118-168.
a.mlf., Ẕemmü’l-ġıybe ve’n-nemîme (nşr. Necm Abdurrahman Halef), Kahire, ts. (Dârü’l-i‘tisâm).
İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-aḫbâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), II, 12-19.
Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn, Beyrut 1412/1992, V, 334-335.
a.mlf., Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1978, s. 257-259.
Gazzâlî, İḥyâʾ (Beyrut), III, 141-153.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVIII, 134-136.
Kurtubî, el-Câmiʿ, XVI, 336-338.
Nevevî, Şerḥu Müslim, XVI, 142-144.
a.mlf., el-Eẕkâr, Beyrut 1412/1992, s. 534-550.
İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü’ş-şerʿiyye, Kahire 1987, I, 5-10, 244-255.
İbn Teymiyye, Mecmûʿatü’r-resâʾil, V, 272-282.
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392, VIII, 130; XVIII, 168-170.
Şevkânî, er-Resâʾilü’s-selefiyye, Beyrut 1411/1991, s. 40-58.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 14. cildinde, 63-64 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.