40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
02:00
Dinî konularda ciddi bir cehalet var. Bu nedenle insanlar, özden çok sayıya ve görüntüye bakarak birinin ne kadar dindar olduğuna karar veriyor. Meselâ, “Üç kere hacca dağılmış, çok dindar!” denilebiliyor. Beş vakit namaz kılan herkeste birkaç “hoca” denmesi, örtülü hanıma da “din âlimi” gözüyle bakılması bu bakışın sonucu.
Geçmiş yıllarda pek çok kız, sadece başörtülü oldukları için caddede, otobüste, trende fıkhî incelemeler muhatap, cevaplayamayınca da yadırgandıklarını anlatıyor. Oysa dinde bir bilgi yok; kıyafet bilgi güvenliği değildir. Buna bazı büyükler, “Kızım buna rağmen, madem bu sorunun cevabını bilmiyorsun, neden örtüyorsun?” diye sorabiliyorlar. Hâlbuki o insanların daha yeni yeni dinlerini ortaya çıkarmaya başlayan kimseler olabiliyor.
Sakalı nasıl “hacıbaba” sayılmıyorsa, onun giyinik hanımı da “âlime” değildir. Dindarlığın özü niyetindedir ; bilgi ve ahlakla ilgilenilir.
«إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ» — “Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1; Müslim, İmâre 1907)
Vasıflı dindarın ilk özelliği, akıl, mantık ve bilgi temeline oturan sağlam bir imandır. Şeksiz şüphesiz inanır; gerçekten dindar olan kişiye hiçbir şekilde ve nasıl inandığını bilir. Bu sayede aykırı fikir ve inanışlar karşısında onların sözü vardır. İnancının her detayını bilmese de cevapların bulunduğu bilir; en azından o cevaplara nasıl ulaşılacağı öğrenildi.
İmani zorla benimsetmeye çalışmaz; çünkü:
﴿لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ﴾ — “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256)
Davetinin dili hikmet ve güzel öğüt tür:
﴿ٱدْعُ إِلَىٰ سَبِيلِ رَبِّكَ بِٱلْحِكْمَةِ وَٱلْمَوْعِظَةِ ٱلْحَسَنَةِ﴾ — “Rabbinin hikmetle ve güzel öğütle çağır.” (Nahl 16/125)
Aksi hâlde, son dönem yeniçerilerini hatırlatan şu ibretlik durumu düşer: Çok kızdığı bir Yahudi’yi bahane edip yere seren bir yeniçeri “Tez Müslüman ol!” diye bağırır. Yahudi, “Peki, ne diyeyim de Müslüman olayım?” diye sorunca yeniçeri düşünür, ama cevap veremez: “Onu ben de bilmiyorum…”
İşte şeklin var, özün eksik olduğu hâl budur. Vasıflı dindar böyle olmaz; Bilir, bilmediğini öğrenir ve ikna ile yol alır.
Gerçek dindar, kendini din polisi gibi görmezsin. Karşıdaki kişinin kalbinin derinliklerindeki araştırmakla kimse görevli değildir; bu nedenle zâhire (görünen olana) göre hükmedilir. Hz. Peygamber (sav), sadece dıştan Müslüman görünen münafıkları, inançsızlıklarını açıkça ortaya çıkarabilecekleri zarar vermedikleri sürece mescitten uzaklaştırmamıştır ; toplum içinde yerleşmişlerdi.
Savaşta bir sahabîlerden biri, çetin bir mücadelede rakibini yere düşürüp kılıcını ona kaldırır. Tam o sırada yerde yatan adam: “لَا إِلٰهَ إِلَّا اللَّهُ” der; sahabî yine de vurur cinayetleri. Haberi duyan Allah Resûlü (sav) üzülür ve sorar:
«أَقَتَلْتَهُ بَعْدَ أَنْ قَالَ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللَّهُ؟»
“O, ‘Lâ ilâhe illallah’ dedikten sonra onu öldürdün mü?” (Buhârî, Megâzî 45; Müslim, Îmân 158)
Ve şu uyarıyı yapar:
«أَشَقَقْتَ عَنْ قَلْبِهِ؟»
“Onun kalbini yarıp baktın mı?” (Müslim, Îmân 157)
Yani kalbinin içini ancak Allah bilir . Bu nedenle zan ve niyetle okuyarak hedefe ulaşmak doğru olmaz:
﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ﴾
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kurtulun.” (Hucurât 49/12)
Vasıflı bir dindar, başkasının imanıyla, ibadetiyle ve ihlâsıyla uğraşmaz. Çünkü onun ilk ve en önemli düşmanı, kötülükleri emreden nefsidir. Asıl savaşı, şeytanla işbirliği yapan nefsiyle verir. Başkalarına hüsn-i zan besler; Ötekileri daima kendinden yüksek bilir; “Ben yüceyim!” Demez. Çünkü kibir, imanı zedeler:
«لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ» — “Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete girilemez.” (Müslim, Îmân 147)
Vasıflı dindar, hayrını sevabının eksilmesinin diye gizler; «حَتَّى لَا تَعْلَمَ شِمَالُهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينُهُ» —“sağ elinin çözümü sol eli bilmesin” (Buhârî; Müslim) şiar edinir. Bu, iyiliği alkışlamak için değil yalnız Allah rızası için yapmak, başa kakmamak ve muhtacın onurunu korumaktır. Çünkü dindarlığın özü ihsandır: «أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ…» —“Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmek” (Müslim). İhsan şuuru, gösterişi keser, ihlâsı büyütür; sürenin uzunluğu yerine tam olarak Rabbinden beklemeyi öğretir. İlk metindeki vurguyla söyleyelim: “Verdiğinin karşılığını sadece Allah’tan beklemek için, mümkün mertebe gösterişten ve hayrını açıklamaktan kaçınır.” Böylece yardım gizli kalır, sevap korunur, kalp riyadan gözden geçirilir ve dosdoğruluk (istikamet) gizlide açıkta da aynı hâlde tutulur.
İdeal dindar, dindarlığını hiçbir menfaate alet etmez; gösterişten, çıkar hesaplarından ve “dini sermaye”den sakınır. ﴿إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ ٱللَّهِ أَتْقَاكُمْ﴾ — “Allah’ın peşinden en iyiniz, takvâca en ilerinizdir.” (Hucurât 49/13) Paranın karşılığının karşılığının mal, makam, çoğaltma değil; takva dır. Bu nedenle “dinini dünyaya satmaktan” uzak durur; geçici, fânî menfaatler uğruna ebedî olanı asla feda etmez. Helal–haram hassasiyetini korur, doğru bilinenden şaşmaz; İyiliği Allah’ın rızası için yapar, katılımlarını beklemez. Sözünde durur, emanete riayet eder, adalet ve merhameti işinin ortaya koyar. Böylece dindarlık, çıkar eldeki üyeler değil, ihlâs ve istikamet içinde yaşanan sahici bir kulluğun adı olur.
“Dinini dünyada satmaktan sakınır; Fânî menfaate ebedî olanı tercih eder.”
Vasıflı dindar, ölümü hatırda tutarak ufkunu geniş tutar; âhireti düşünür, dünyaya emanet bilir ve asıl yatırımını bâkî olana yapar. Rızıkta ve sonuçlarda sebeplere sarılır, ama kalben Allah’a tevekkül eder.
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ “Onun nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân 3/185)
Ölüm herkes için kaçınılmazdır; bu Hatırlatma, dünyanın aşırı bağlantılarını ve âhirete hazırlığı öğütler.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak 65/3)
Sebepleri kullanır sonucu Allah’a bırakır; nihai dayanak ve güvence O’dur.
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ “Rızkınız göktedir.” (Zâriyât 51/22)
Rızkın kaynağı Allah’tır; rızık, insanların elinde değil, ilahî takdir ve rahmettedir. Bu yüzden paniğe değil, helâl kazanca ve tevekküle yönelir.
Kul hakkı yeme korkusu, vasıflı dindarı titretir. Daima üç kuruş az kazanmaya razıdır; Gönül kırılmaktan uzak durur. Verdiğinin karşılığını sadece Allah’tan bekler; başa kakmaz :
«الْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَى» — “Veren el, alan elden üstündür.” (Buhârî, Zekât 18; Müslim, Zekât 94)
Hayat sahnesi (İstanbul, 55 yıl önce): “Kanunen Tamam, Vicdanen Eksik”
Kocamustafapaşa’nın eski sokaklarında, yağmurdan yeni ıslanmış taşlar parlıyordu. Artvinli tüccar Hasan Efendi , belediyenin açtığı ihalelerden bir bina satın almıştı, tapuyu cebine kaydı eve dönmüştü. Kâğıt üstünde her şey tastamamdı: “Kanunen tamam.”
Ertesi gün işi ciddiye alıp bir mühendis topladı:
— “Şu binayı baştan sona sona uca ölç, biç; ederini söyle” dedi.
Mühendis hesap yaptı, kroki çizdi, çatıdan bodruma kadar tek dolaştı. Akşam raporu açıklandı:
— “Beyim” dedi, “bu binanın rayiç değeri, sizin ödediğinizin bin lira daha fazla .”
Hasan Efendi’nin raporu elinde kaldı. Pencerenin bir önünde bir süre sustu. İçinden bir ses, “İhale bitti, iş kapandı” diyordu. Ama başka bir ses, daha derinden gelen bir ses, “ Kul hakkı hafif değildir” diye fışkırıyordu.
Ertesi sabah bina hisarlarını tek buldu. Kapılarını çalanlar, hepsine aynı cümleyi kurdular:
— “Beyler, hanımlar; bu bina ihaleleriyle bende kaldı. Kanunen satın aldı, doğru. Fakat vicdanen bin lirayum. Hakkınızda varsa fazlamda kalıyor.”
Kimisi şaşırdı, kimisi duygulandı:
— “Beyim, böyle şey kaldı mı bu devirde?”
— “Devir değişir,” dedi Hasan Efendi, “ama hak değişmez.”
Bin lirayı paylaştırıp makbuzlarını topladı. Akşam olduğunda evine döndü; Çantanı sandalyeye bıraktı, yerleştirdi. İçine derin bir rahatlık dolmuştu. “Kanun tamamlamıştı, artık vicdan da tamamlandı.”
O gece, zaaftaki sessizliğin bir çözümü. Bir bina, yalnızca tuğladan değil; helâl bir parça gönülden de yapılmıştı artık. Ve Hasan Efendi, kendi kendine şöyle mırıldandı:
— “Az kârla da yaşanır; ama kul hakkıyla uyunmaz.”
﴿فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ﴾ — “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd 11/112)
Bu âyet, Müslüman’a “Allah’ın çizdiği ölçülere sadık kal, doğruluktan sapmalar” diye emreder. Bu emrinin ayrıntılarını anlatmak için Peygamberimiz (sav) şöyle demiştir: «شَيَّبَتْنِي هُودٌ وَأَخَوَاتُهَا» — “Beni Hûd sûresi ve benzerleri ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsîr 56) Yani “dosdoğru olma” zorunluluğu çok ciddî ve zorlayıcıdır. Bunun günlük hayattaki karşılığına basit bir sahneyle bakalım: Anadolu’da bir şehirde genç bir hakim , dünyanın sarkan bir meyve dalına kadar uzanıyor. Kendi kiralamış olduğu ev tatlı sahibi bir üslupla: “Hakim Bey, bu bahçe bizim değil; bizimki iki bahçe sonradır.” Der. Bu kısa cümle nezaketle uyarıdır ; bağırmadan, kırmadan “doğru olanı” hatırlatır. İşte istikamet (dosdoğruluk) böyle görünür: Haksız yere bir meyve dahi alınmaz; uyarı da kaba değil, zarif bir dille yapılır. Dindarlığın dili hem doğruluk hem açıklıktır .
«وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ» — “Kim bir Müslümanın (ayıbını) ortayase, Allah da onu dünyada ve âhirette geçener.” (Müslim, Birr 72)
Vasıflı dindar, günahı teşhir etmez; ayıbı örter , kırmadan düzeltmeye yardımcı olur.
﴿ٱدْفَعْ بِٱلَّتِي هِيَ أَحْسَنُ﴾ — “Kötülüğü en güzel olanla sav.” (Fussilet 41/34)
Yanlışa, daha güzel bir üslup ve davranışla karşılık verir; öfkeyi büyütmez, söndürür.
Hayat sahnesi (tehcir günleri 1915-1917 yılları): Varlıklı bir Ermeni, göç emri geldiğinde mallarını 30.000 “ bir Müslüman tüccara devreder. Tüccar, daha sonra hesap yapar ve “Bu mallar en az 10.000 altın daha eder.” der; farkı toparlayıp peşine düş sahibine geri altınları sürmek . İşte bu, dosdoğruluk ve kul hakkı hakkıi dir; düşmanını bile saygı duyurur. ﴿فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ﴾ — “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd 11/112)
10) Kardeşliği Diri Tutar

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Mü’minler ancak kardeştir.”
Vasıflı dindarın diğer mü’minlerle ortak paydası ticaret, siyaset veya ırk değil;din kardeşliğidir. Bu nedenle bütün mü’minleribir dağıtım organlarıgibi görüyor; dertleriyle dertlenir, sevinçleriyle sevinir. Çalışkanlık amahırslıdeğildir; En iyi performansa ulaşmak içinhelâl yollardener, ortaya çıkansonuçtaye razıolur.Kanaatinbitmeyen birbulanıklığınolduğunu bilir.
Sonuç:
Vasıflı dindar; oyunları Yaratan’dan dolayı hoş görülen, günahı sevmez ama günahkâra el uzatan , veren, örten ve incitmeden uyaran kişidir. Ölçüsü takvâ , bakış istikamet , tavır nezaket ve merhamet tir. Hizmette ileri çıkar, ücret zamanı geride durur ; gül bitirmek için toprağı göze alır. Dünya maddeten ve insan yaşanabilir kalsın istemeksak, böyle dindarların çoğalmasına izin veren vardır.
Dua:
«اللَّهُمَّ ارْزُقْنَا الْإِخْلَاصَ وَالِاسْتِقَامَةَ، وَاحْفَظْ قُلُوبَنَا مِنَ الرِّيَاءِ وَالْكِبْرِ، وَجَنِّبْنَا مَظَالِمَ الْعِبَادِ.»
“Allah’ım! Bize ihlâs ve istikamet nasip et; kalplerimizi riyadan ve kibirden koru; kullarının haklarına girmekten bizi uzak tut.” Âmin….
1
İslami Finansın Çelişkili İşlemi mi, Alternatif Bir Çözüm mü?
5342 kez okundu
2
Ukalalık Nedir? Belirtileri ve Toplumdaki Etkileri
2565 kez okundu
3
Alkol Gibi Rahatlatan ama Haram Olmayan Yöntemler!
2127 kez okundu
4
Konuşmayı Öğreten Saat: Tenkit!
2048 kez okundu
5
Gerçek Dindar Kimdir?
2032 kez okundu
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan
DİN VE DİNDARLIK Son yıllarda gerek küresel ölçekte gerekse ülkeler bazında toplumların dindarlık düzeylerini ölçmek için pek çok araştırma yapılmış ve yapılmaktadır. Sosyologların, sosyal bilimcilerin, siyaset ve devlet organlarının yaptırdıkları bu anket ve araştırmalar, farklı amaçları bir yana; yöneltilen sorular, anketlere katılan deneklerin cevapları üzerinden yapılan dindarlık tespit ve tahlilleri ile çıkarılan sonuçlar, aslında pek çok soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Gerçekten dindarlık bu şekilde sorularla ölçülebilir mi? Sorularla, cevaplarla, ölçümlerle ortaya çıkan dindarlık nasıl bir dindarlıktır?Her şeyden önce din ile dindarlığın birbirinden ayrı değerlendirilmesi yanında din ve dindarlık olgusunu birbirinden ayırt edecek kriterlerin bilinmesi gerekmektedir. Zira din ile onun insan hayatındaki yerini anlamak olan dindarlık farklı hususlardır. Din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve varlıkla ilişkilerini düzenleyen ilahi kaynaklı öğretiler/değerler manzumesidir. Dindarlık ise bu öğretilerin insan tarafından anlaşılan ve insan eliyle bireysel ve toplumsal hayata taşınan yönüdür. Din, mahza hakikattir. Dindarlık ise bu hakikatin beşer aynasında yansımasıdır. Dinin beşer bir peygamber vasıtasıyla vahyedilmesi ve peygamberler tarafından yaşanan bir hayata dönüşmesi, aslında din ile dindarlık arasında uçurumun olmaması içindir. Aksi halde dinin öğretilerine uygun olmayan dindarlık biçimleri ortaya çıkardı. Dindarlığın içinde insanın zihinsel, duygusal ve kültürel katkıları söz konusudur. Psikolojik ve sosyolojik etkenlerle beraber yanlış anlama, eksik uygulama, metodoloji yoksunluğu gibi bilimsel problemler ilave edildiğinde din ile dindarlık arasındaki uçurum daha da derinleşmektedir. Bu itibarla dindarlığın boyutlarının iyi bilinmesi icap eder.Dindarlığın bir aslî/manevî/derunî boyutu vardır; bir de maddî/şeklî/zahirî boyutu vardır. Bu bağlamda dini yaşamak şeklinde tezahür eden dindarlığın hakiki boyutu, derunî dindarlık ile; dini kullanmak şeklinde görünen zahirî boyutu ise şekilci, gösterişçi dindarlıkla ifade edilir. Derunî dindarlıkta kişinin hareketlerine kalbindeki iman yön verirken şekilci, gösterişçi dindarlıkta dış beklentiler yön verir. Dış beklentiler sadece maddî çıkar ve menfaat değil; aynı zamanda güvenlik, teselli, sosyalite sağlama, ilgi çekme, statü ve masumiyet elde etme gibi benliğe ilişkin hususlar da olabilir. Derunî dindar, Allah’a yöneldiğinde benliğinden vazgeçerken diğeri hiçbir zaman benliğinden vazgeçmez. Kısacası kalbini ve ruhunu inancına veren, inancını kalbine ve ruhuna yerleştiren gerçek dindar, saygınlık kazanmak için hiçbir zaman dinin akidelerine sahte bağlılık göstermez.Dinin toplumsal boyutunu namaz kılma, oruç tutma oranları ve cami sayısı gibi unsurlarla ölçmeye çalışmak doğru olmadığı gibi mümkün de değildir. Çünkü din ile toplum arasındaki ilişkiler bu şekilde tespit edilemez. Dindarlık sadece gözle görebildiğimiz ibadetler, merasimler ve ibadethanelerden ibaret değildir. Dinî hayatın, dindarlığın görülen ve görülmeyen yüzü vardır. Camiler, mabetler, simgeler, semboller, kıyafetler, dinin görünen, şeklî ve maddî boyutlarıdır. Dinin maddî tezahürleri cami içinde namaz kılanların sayısıdır. Kılınan namazın huşu içinde edası ve insanları her türlü fuhşiyat ve münkerden uzak tutmasına gelince Allah katında asıl dindarlık, bu son kısım ile değerlendirilmektedir.Dindarlığın pek çok boyutunu anket ve araştırmalarla tespit etmek mümkün değildir. Dindarlığın aslî/manevî boyutu, dinin, inancın ve dindarlığın özü ve en önemli yönüdür. Maneviyat, ne kadar bilimsel olursa olsun hiçbir anketle, hiçbir araştırma ile tespit edilemez. Dinin olmazsa olmaz ilkesi, bütün ibadetlerin temeli ve her türlü söz ve davranışın özü ve ruhu, ihlas, içtenlik ve samimiyettir. İhlas ve samimiyet, Allah’ın sevgisine ve rızasına nail olmayı her şeyin fevkinde tutmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas) bir hadislerinde “Din, samimiyettir.” buyurmuş; Allah’a, peygambere, Kur’an’a, meşru kamu düzenine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmayı dinin tanımı olarak belirlemiştir. İhlas ve samimiyetin terazisi sadece Allah’ın elindedir. İnsanların kalbini yararak görme yetkisi hiç kimseye verilmemiştir. Ancak sıklıkla rastlandığı gibi bilgi, amel ve ahlâk olmadan “Kalbim temizdir” söylemi ile samimiyet iddiası, kuru bir ifadeden öteye geçmez. Dindarlıkta en önemli unsur, maneviyatın derin bir şekilde hissedilmesi ve gündelik hayatta tutum ve davranış haline dönüştürülmesidir.Dindarlığın bilgi boyutunu da yüzeysel araştırmalarla tespit etme imkânına sahip değiliz. Zira dindarlığın bilgi boyutu, insanın akıl yürütmesi, sorgulaması, yorumlaması ve anlamlandırması gibi bilişsel süreçleri de içine alır. İhlaslı ve samimi dindarlığın süreklilik kazanması, sergilenen her tutum ve davranışın sahih bilgiye dayanmasıyla mümkün olur. Dindarlığın nitelikli olması, bütün esaslarıyla icra edilmesi, takva temelinde gerçekleştirilmesi ve güzelleşmesi ancak bilgiyle sağlanabilir. Bilinçli olarak gerçekleştirilmeyen veya eksik ya da yanlış bilgiye dayanan bir dindarlık, İslâm’ın kabul ettiği bir dindarlık biçimi değildir. İslâm, ancak dinin bilinçli ve güzel bir biçimde yaşanmasını istemektedir. Ayrıca gerçek anlamda dindarlık için bilginin yanında bilgiyi doğru kullanma, farkındalık, estetik, incelik ve yücelik de gereklidir. Bilişsel düzeyde varlığı ve varoluşu anlamlandıramayan, insanın anlam arayışına cevap veremeyen bir dindarlık sinede yüktür. Böyle bir dindarlık insanın potansiyellerini de engeller. İslâm’da insanın neye inandığını, ne yaptığını, yaptığı ibadetin ne anlama geldiğini bilmesi esastır. Bilmeyen insan dinini, dindarlığını yanlışlarla makul kılabilmekte, çirkinleştirebilmekte, hatta inancın temel kaide ve prensiplerinin dışına çıkabilmektedir. Cehaletin pek çok kötülüğün nedeni olduğu düşünülürse bilinçsizce sergilenen dindarlığın dinin doğru algılanmasının önünde de bir engel olduğu görülecektir.Araştırmalarla tespit edilemeyecek bir boyut da dindarlığın duygu boyutudur. Bu boyut, bağlanma, dayanma, güvenme, sığınma, sevme, ümitlenme gibi duygusal süreçleri içerir. Duyguları yönlendiren dindarlık olduğu gibi dindarlığa yön veren duygular da vardır. İbadet hayatı ile zenginleşmeden, dinin şifalı ellerinde gönül terbiyesinden geçmeden ve duygular terbiye edilmeden gerçek anlamda dindarlık mümkün değildir.Dindarlıkta aslolan bilgi ile beraber bağlılık ve teslimiyettir. Dindarlığın duygusal boyutları sadece bağlanma ve teslim olmakla sınırlı değildir. Allah’ı ve peygamberi sevmek, ibadetlerde ihlas, niyette samimiyet, fedakârlık, korku ve ümit gibi dinin temelini oluşturan duygular dindarlığın tamamlayıcısıdır. Nitekim bu duygular insanların dinî hayatında o kadar etkilidir ki insan normal olarak hangi duyguları daha fazla beslemiş ve geliştirmişse din de o duygunun belirtileriyle canlanır. Eğer bir insan duygu dünyasında ilahi sevgiyi geliştirmişse sevecen, sevimli dindar; içtenliği ve samimiyeti geliştirmişse samimi dindar; fedakârlığı geliştirmişse fedakâr dindar; ümidi içinde yeşertmişse ümitvar dindar; korkuyu geliştirmişse korkak dindar; saldırganlığı geliştirmişse saldırgan dindar; kin ve nefreti geliştirmişse kindar dindar olur. Duygusal düzeyde duygularımıza zarafet ve letafet kazandırmayan bir iman, soğuk, kuru, etkisiz, güçsüz ve donuk bir dindarlık meydana getirir. Kuru, duygusuz, korkusuz, ümitsiz, merhametsiz, kibirli, kaba dindarlık gösterisi ise Allah nezdinde hiçbir değer ifade etmez.Dindarlığın ahlâkî boyutu, iman esaslarının ve ibadetlerin insanda gerçekleştirmek istediği nihai gayedir. Bu da ancak bilgiye dayalı ahlâk eksenli bir dindarlık anlayışıyla mümkün olur. Dindarlık bilgi ve ahlâka dayanarak sağlam bir zemine oturur. Dindar toplum, düşünce ve davranışlarında din, iman ve ahlâkı bir bütün olarak yaşayan toplumdur. Gerçek dindarlık, sadık iman ve ihlaslı bir ibadetle birlikte anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve kimsesizlere yardımda bulunmak; yakın ve uzak komşuyu gözetmek; cana kıymamak, zinaya yaklaşmamak, içki içmemek, hayasızlık yapmamak; yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak, rüşvet alıp vermemek, kul ve kamu hakkına riayet etmek, diğer canlılara, tabiata ve çevreye zarar vermemek gibi dinin bireysel ve toplumsal hayatta görünen emir ve yasaklarına uyma konusunda ortaya çıkar. Gerek küresel ölçekte gerekse ülkeler bazında son yıllarda yapılan dindarlık araştırmalarında yöneltilen sorulara bakıldığında dindarlığın ahlâkî boyutunun da göz önünde bulundurulmadığı görülecektir.Sonuç olarak dindarlık, Yaratıcıya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, âdil, ahlâklı ve samimi olmaktır. Dindarlığın en temel ilkesi içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, Yaratıcıya saygılı, mahlukata şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık, tevazudur, muhabbettir; kibir ve husumet değildir. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık dini darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlık, herkesin iman, hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummanın kendisi değildir. Dinin bizatihi kendisi hiç değildir. Henüz bütün bunları toplumlarda tespit edecek bir araştırma yöntemi gelişmemiştir.Dökümanlar
DİN VE DİNDARLIK Son yıllarda gerek küresel ölçekte gerekse ülkeler bazında toplumların dindarlık düzeylerini ölçmek için pek çok araştırma yapılmış ve yapılmaktadır. Sosyologların, sosyal bilimcilerin, siyaset ve devlet organlarının yaptırdıkları bu anket ve araştırmalar, farklı amaçları bir yana; yöneltilen sorular, anketlere katılan deneklerin cevapları üzerinden yapılan dindarlık tespit ve tahlilleri ile çıkarılan sonuçlar, aslında pek çok soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Gerçekten dindarlık bu şekilde sorularla ölçülebilir mi? Sorularla, cevaplarla, ölçümlerle ortaya çıkan dindarlık nasıl bir dindarlıktır?Her şeyden önce din ile dindarlığın birbirinden ayrı değerlendirilmesi yanında din ve dindarlık olgusunu birbirinden ayırt edecek kriterlerin bilinmesi gerekmektedir. Zira din ile onun insan hayatındaki yerini anlamak olan dindarlık farklı hususlardır. Din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve varlıkla ilişkilerini düzenleyen ilahi kaynaklı öğretiler/değerler manzumesidir. Dindarlık ise bu öğretilerin insan tarafından anlaşılan ve insan eliyle bireysel ve toplumsal hayata taşınan yönüdür. Din, mahza hakikattir. Dindarlık ise bu hakikatin beşer aynasında yansımasıdır. Dinin beşer bir peygamber vasıtasıyla vahyedilmesi ve peygamberler tarafından yaşanan bir hayata dönüşmesi, aslında din ile dindarlık arasında uçurumun olmaması içindir. Aksi halde dinin öğretilerine uygun olmayan dindarlık biçimleri ortaya çıkardı. Dindarlığın içinde insanın zihinsel, duygusal ve kültürel katkıları söz konusudur. Psikolojik ve sosyolojik etkenlerle beraber yanlış anlama, eksik uygulama, metodoloji yoksunluğu gibi bilimsel problemler ilave edildiğinde din ile dindarlık arasındaki uçurum daha da derinleşmektedir. Bu itibarla dindarlığın boyutlarının iyi bilinmesi icap eder.Dindarlığın bir aslî/manevî/derunî boyutu vardır; bir de maddî/şeklî/zahirî boyutu vardır. Bu bağlamda dini yaşamak şeklinde tezahür eden dindarlığın hakiki boyutu, derunî dindarlık ile; dini kullanmak şeklinde görünen zahirî boyutu ise şekilci, gösterişçi dindarlıkla ifade edilir. Derunî dindarlıkta kişinin hareketlerine kalbindeki iman yön verirken şekilci, gösterişçi dindarlıkta dış beklentiler yön verir. Dış beklentiler sadece maddî çıkar ve menfaat değil; aynı zamanda güvenlik, teselli, sosyalite sağlama, ilgi çekme, statü ve masumiyet elde etme gibi benliğe ilişkin hususlar da olabilir. Derunî dindar, Allah’a yöneldiğinde benliğinden vazgeçerken diğeri hiçbir zaman benliğinden vazgeçmez. Kısacası kalbini ve ruhunu inancına veren, inancını kalbine ve ruhuna yerleştiren gerçek dindar, saygınlık kazanmak için hiçbir zaman dinin akidelerine sahte bağlılık göstermez.Dinin toplumsal boyutunu namaz kılma, oruç tutma oranları ve cami sayısı gibi unsurlarla ölçmeye çalışmak doğru olmadığı gibi mümkün de değildir. Çünkü din ile toplum arasındaki ilişkiler bu şekilde tespit edilemez. Dindarlık sadece gözle görebildiğimiz ibadetler, merasimler ve ibadethanelerden ibaret değildir. Dinî hayatın, dindarlığın görülen ve görülmeyen yüzü vardır. Camiler, mabetler, simgeler, semboller, kıyafetler, dinin görünen, şeklî ve maddî boyutlarıdır. Dinin maddî tezahürleri cami içinde namaz kılanların sayısıdır. Kılınan namazın huşu içinde edası ve insanları her türlü fuhşiyat ve münkerden uzak tutmasına gelince Allah katında asıl dindarlık, bu son kısım ile değerlendirilmektedir.Dindarlığın pek çok boyutunu anket ve araştırmalarla tespit etmek mümkün değildir. Dindarlığın aslî/manevî boyutu, dinin, inancın ve dindarlığın özü ve en önemli yönüdür. Maneviyat, ne kadar bilimsel olursa olsun hiçbir anketle, hiçbir araştırma ile tespit edilemez. Dinin olmazsa olmaz ilkesi, bütün ibadetlerin temeli ve her türlü söz ve davranışın özü ve ruhu, ihlas, içtenlik ve samimiyettir. İhlas ve samimiyet, Allah’ın sevgisine ve rızasına nail olmayı her şeyin fevkinde tutmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas) bir hadislerinde “Din, samimiyettir.” buyurmuş; Allah’a, peygambere, Kur’an’a, meşru kamu düzenine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmayı dinin tanımı olarak belirlemiştir. İhlas ve samimiyetin terazisi sadece Allah’ın elindedir. İnsanların kalbini yararak görme yetkisi hiç kimseye verilmemiştir. Ancak sıklıkla rastlandığı gibi bilgi, amel ve ahlâk olmadan “Kalbim temizdir” söylemi ile samimiyet iddiası, kuru bir ifadeden öteye geçmez. Dindarlıkta en önemli unsur, maneviyatın derin bir şekilde hissedilmesi ve gündelik hayatta tutum ve davranış haline dönüştürülmesidir.Dindarlığın bilgi boyutunu da yüzeysel araştırmalarla tespit etme imkânına sahip değiliz. Zira dindarlığın bilgi boyutu, insanın akıl yürütmesi, sorgulaması, yorumlaması ve anlamlandırması gibi bilişsel süreçleri de içine alır. İhlaslı ve samimi dindarlığın süreklilik kazanması, sergilenen her tutum ve davranışın sahih bilgiye dayanmasıyla mümkün olur. Dindarlığın nitelikli olması, bütün esaslarıyla icra edilmesi, takva temelinde gerçekleştirilmesi ve güzelleşmesi ancak bilgiyle sağlanabilir. Bilinçli olarak gerçekleştirilmeyen veya eksik ya da yanlış bilgiye dayanan bir dindarlık, İslâm’ın kabul ettiği bir dindarlık biçimi değildir. İslâm, ancak dinin bilinçli ve güzel bir biçimde yaşanmasını istemektedir. Ayrıca gerçek anlamda dindarlık için bilginin yanında bilgiyi doğru kullanma, farkındalık, estetik, incelik ve yücelik de gereklidir. Bilişsel düzeyde varlığı ve varoluşu anlamlandıramayan, insanın anlam arayışına cevap veremeyen bir dindarlık sinede yüktür. Böyle bir dindarlık insanın potansiyellerini de engeller. İslâm’da insanın neye inandığını, ne yaptığını, yaptığı ibadetin ne anlama geldiğini bilmesi esastır. Bilmeyen insan dinini, dindarlığını yanlışlarla makul kılabilmekte, çirkinleştirebilmekte, hatta inancın temel kaide ve prensiplerinin dışına çıkabilmektedir. Cehaletin pek çok kötülüğün nedeni olduğu düşünülürse bilinçsizce sergilenen dindarlığın dinin doğru algılanmasının önünde de bir engel olduğu görülecektir.Araştırmalarla tespit edilemeyecek bir boyut da dindarlığın duygu boyutudur. Bu boyut, bağlanma, dayanma, güvenme, sığınma, sevme, ümitlenme gibi duygusal süreçleri içerir. Duyguları yönlendiren dindarlık olduğu gibi dindarlığa yön veren duygular da vardır. İbadet hayatı ile zenginleşmeden, dinin şifalı ellerinde gönül terbiyesinden geçmeden ve duygular terbiye edilmeden gerçek anlamda dindarlık mümkün değildir.Dindarlıkta aslolan bilgi ile beraber bağlılık ve teslimiyettir. Dindarlığın duygusal boyutları sadece bağlanma ve teslim olmakla sınırlı değildir. Allah’ı ve peygamberi sevmek, ibadetlerde ihlas, niyette samimiyet, fedakârlık, korku ve ümit gibi dinin temelini oluşturan duygular dindarlığın tamamlayıcısıdır. Nitekim bu duygular insanların dinî hayatında o kadar etkilidir ki insan normal olarak hangi duyguları daha fazla beslemiş ve geliştirmişse din de o duygunun belirtileriyle canlanır. Eğer bir insan duygu dünyasında ilahi sevgiyi geliştirmişse sevecen, sevimli dindar; içtenliği ve samimiyeti geliştirmişse samimi dindar; fedakârlığı geliştirmişse fedakâr dindar; ümidi içinde yeşertmişse ümitvar dindar; korkuyu geliştirmişse korkak dindar; saldırganlığı geliştirmişse saldırgan dindar; kin ve nefreti geliştirmişse kindar dindar olur. Duygusal düzeyde duygularımıza zarafet ve letafet kazandırmayan bir iman, soğuk, kuru, etkisiz, güçsüz ve donuk bir dindarlık meydana getirir. Kuru, duygusuz, korkusuz, ümitsiz, merhametsiz, kibirli, kaba dindarlık gösterisi ise Allah nezdinde hiçbir değer ifade etmez.Dindarlığın ahlâkî boyutu, iman esaslarının ve ibadetlerin insanda gerçekleştirmek istediği nihai gayedir. Bu da ancak bilgiye dayalı ahlâk eksenli bir dindarlık anlayışıyla mümkün olur. Dindarlık bilgi ve ahlâka dayanarak sağlam bir zemine oturur. Dindar toplum, düşünce ve davranışlarında din, iman ve ahlâkı bir bütün olarak yaşayan toplumdur. Gerçek dindarlık, sadık iman ve ihlaslı bir ibadetle birlikte anne-babaya iyilikle muamele etmek; akraba, yoksul ve kimsesizlere yardımda bulunmak; yakın ve uzak komşuyu gözetmek; cana kıymamak, zinaya yaklaşmamak, içki içmemek, hayasızlık yapmamak; yetimlerin mallarına dokunmamak, verilen sözde durmak, ölçü ve tartıda hile yapmamak, rüşvet alıp vermemek, kul ve kamu hakkına riayet etmek, diğer canlılara, tabiata ve çevreye zarar vermemek gibi dinin bireysel ve toplumsal hayatta görünen emir ve yasaklarına uyma konusunda ortaya çıkar. Gerek küresel ölçekte gerekse ülkeler bazında son yıllarda yapılan dindarlık araştırmalarında yöneltilen sorulara bakıldığında dindarlığın ahlâkî boyutunun da göz önünde bulundurulmadığı görülecektir.Sonuç olarak dindarlık, Yaratıcıya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, âdil, ahlâklı ve samimi olmaktır. Dindarlığın en temel ilkesi içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, Yaratıcıya saygılı, mahlukata şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık, tevazudur, muhabbettir; kibir ve husumet değildir. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık dini darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlık, herkesin iman, hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummanın kendisi değildir. Dinin bizatihi kendisi hiç değildir. Henüz bütün bunları toplumlarda tespit edecek bir araştırma yöntemi gelişmemiştir.Dökümanlar