Bedir Haber

Emeviler Dönemi 2

Emeviler Dönemi 2
Mustafa Zahideoğlu( mustafa.zahideoglu@bedirhaber.com )
224 views
24 Ekim 2016 - 17:54

Emevîlerîn Halifelik Dönemi Hicri: 41- 136
(Mahmud Şakir, Hz. Âdem’den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları)

Hz. Peygamber (sav) vefat ettiği sırada Hz. Ali henüz gençti, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman ise yaşlanmışlardı.

Arapla¬rın Hz. Ali’yi bir kenara bırakarak onları öne geçirmelerinde, dev¬let başkanlığı için onları tercih etmelerinde, yaşça daha büyük olmalarının tesiri vardır. Keza toplum O’nun, düşmanlarından önce bizzat tarafdarlarnın inadından neler çektiğini bir türlü takdir edemedi. Sözde bu dostları ve taraftarları en zor günlerinde O’na itaat etmekten en uzak kimseler oldular. Hâlbuki bunlar vaktiyle kendisini çok sevdiklerini, öğütlerine bağlı olduklarım ileri sürü¬yorlardı. İtaatsizlikleri o dereceye vardı ki Hz, Ali konuşmalarında:

“Fakat emirlerine itaat edilmeyen bir başkanın ortaya koya¬bileceği hiç bir görüş yoktur” sözünü sık sık tekrar eder oldu. Bu durum öyle bir raddeye vardı ki Hz. Ali artık onlardan bıktı onlar¬la birlikte yaşamaktan usandı ve onlardan ayrılmak istedi. Bu usanç içinde şöyle dua ederdi:

“Allahım! Ben artık bu adamlardan bıktım, onlar da benden bıkmış bulunuyorlar. Onlardan bana nefret geldi, onlar da ben¬den nefret ediyorlar. Allahım! Onların yerine bana daha hayırlı arkadaşlar nasip et, onlara ise benden daha kötüsünü ver.”

Hz. Ali’nin kendisi, tarafdarlarından nasıl bir muamele gördüyse -Ne yazık ki- O’nu sevdiklerini, Ehl-i Beyt’e bağlı oldukları¬nı iddia eden bu insanlardan, çocukları da aynı muameleyi gördü¬ler. Sözde bu tarafdarlar, Hz. Ali düşmanlarının yaptıklarını kendi tavırlarıyla daha da pekiştirdiler. Ellerinden çektiği belaları da so-nunda unuttular. Fakat her halükarda Hz. Ali’nin gerek dostların¬dan gerekse düşmanlarından çektikleri, başına gelen felaketler ve ahde vefasızlıklar, gerçek müslümanların O’na daha çok meylet¬melerine, O’na karşı zaten mevcud olan eski sevgi ve bağlılıklarına ilaveten O’nu daha çok sevmelerine yol açtı ki Hz. Ali esasen buna ziyadesiyle layıktır. Çünkü hiç şüphesiz ki O, Hilafet makamına se¬çildiği gün devrinin en üstün bir şahsiyeti idi.

Ümeyyeoğulları aleyhindeki dedikoduların yayılmasına, üçüncü Halife Hz. Osman devrinde, yahudiler ve özellikle Yahudi Abdullah Bin Sebe’nin başlatıp Hıristiyanların ve Mecusilerin yar¬dımıyla alevlendirdikleri fitnelerin de büyük rolü olmuştur. Bu fit¬neler Hz. Ali devrinde söndürülemeyince bu durum O’nun için -haksız yere- beceriksizlik olarak vasıflandırılırken, Hz. Osman’ın da müslümanlara karşı şiddet kullanmadığı, kimseyi incitmek istemediği şeklinde yorumlanmıştır. Halbuki Hz. Osman’ın tayin et¬tiği valiler, fitnecilere karşı şiddete baş vurdukları içindir ki, düş¬manlarının sahip oldukları kanıtlardan biri de bu oldu. Onlara karşı hamleye geçtiler ve şiddet tarafdarı zalimler olarak onları damgaladılar. Tabi ki bu valiler de Hz. Osman gibi Emevi ailesin¬den geldikleri için Hz. Osman’ı yakınlarına iltimas yaptığı gerekçe¬siyle suçluyorlardı. Nihayet bütün bu hadiselerin ceremesini de Hz. Osman çekti. Ne ilginç bir tecelli-i ilahidir ki insanlara karşı hoşgörülü davranıldığı zaman beceriksiz, güçlü göründüğü za¬man da zalim, insafsız diye damgalarlar! Peki insanların tercih et¬tiği tip nasıl olmalıdır acaba?

Bir zaman geldi ki Hz. Osman’a sanki Hulefa-i Raşidin’den bi¬ri değilmiş gibi bakılmaya başlandı. O’nun Hz. Peygamber (sav)’le olan akrabalığı, Hudeybiye Günü tüm zor saatlerde ve halifeliği¬nin ilk günlerinde İslam davası uğrunda malıyla canıyla gösterdi¬ği tüm fedakarlıklar, halifeliğinin ilk yıllarında müslümanların ulaştığı refah ve bolluk, O’nun servetini müslümanlara nasıl dağıt¬tığı, arazilerinden onları nasıl istifade ettirdiği, bir anda unutulu¬verdi. Bütün bu emek,, iyilik ve fedakârlıkları kimse hatırlamaz ol¬du. Ki Hz. Osman fitnenin meydana geldiği ve ortalığın karıştığı gün hariç hiç bir zaman bu yaptıklarını anlatmamıştır.

Ümeyyeoğulları’nın kusurlarını ortaya çıkarıp yaymaya sebep olan faktörlerden biri de Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden olaylardır. Aslında ikisi de İslam toplumunun lehinde ve onların menfaati doğrultusunda içtihad etmiş, -Biz meşru halifenin Hz. Ali olduğuna kanaat getirmiş bulunsak dahi- ikisi de doğru yolda yürümek üzere tahminlerde bulunmuşlardır. Esasen yalnız ve yalnız Halife’nin yetkisi içinde olan bir meselede Valinin halifeye mu¬arız olması ve o meseleyi kendisine maletmesi hiç de doğru değil¬dir. Fakat Medine-i Münevvere’ye musallat olmuş fitnecilerin çı¬kardığı karışık durum Muaviye’ye meseleyi daha başka bir suret içinde gösterdi. Buna rağmen Hz. Ali’nin tarafdarları veya (gerçek anlamda O’nu desteklemedikleri halde) böyle görünenler, Muavi-ye’nin sahip olduğu faziletlerin tümünden O’nu soyutluyor, O’nun Hz. Peygamber (sav)’le olan beraberliğini, O’nun vahiy katiplerinden biri olduğunu, O’nun fetihlerini ve -ilerideki sayfalar¬da da dile getireceğimiz gibi- Hz. Ali’ye karşı olan saygı ve takdir¬lerini görmemezlikten geldiler. Sözde Muaviye’nin Hz. Ali’yi (ha¬şa!) lanetlediğini O’nu aşağıladığını ileri sürdüler ki hiç bir mümin bunu kabul edemez, hiç bir müslüman bunu doğruîayamaz [5]

Keza bu şayiaların halk arasında tutunmasına sebep olan ha¬diselerden biri de Emevi saltanatı döneminde Ehl-i Beyt’in uğra¬dığı felaketlerdir. Özellikle Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in kardeş¬lerinden ve çocuklarından çoğunun şehid edildikleri Kerbela Olayı’nın bunda etkisi çok büyüktür. Hz. Hüseyin gerçekte o gün üm¬metin en faziletlisi en üstünüydü. Ancak O merkezi idareye karşı baş kaldırmasında -her ne kadar- müctehid idiyse de, her ne kadar en doğrusunu yaptığı kanaatinde idiyse de şeriat bakımından O’nu haklı çıkaracak hiç bir delil mevcut değildir. Keza siyasi, as¬keri ve sosyal bakımlarından da O’nun bu tavır va davranışı doğru değildi. Bir kere beraberinde bulunan kalabalık, çoğu çocuk ve ka¬dın olmak üzere yüz kişiyi bile bulmuyordu. Üstelik bu kalabalık anarşinin kol gezdiği bir bölgeye gidiyor ve buradan, karakteri ida¬resi ve otoritesi zayıf Krala karşı cihad bayrağım açarak İslam niza¬mını daha sağlam ve daha doğru bir şekilde tatbik etmek üzere si¬lahlı mücadeleye teşebbüs ediyordu. Hem sonra bu topluluk, Emevi tahtının topluma güçlü bir şekilde hakim durumda bulu¬nan ve gerek bu küçük cemaate gerekse tarafdarlarına karşı son derece acımasız olan valisine karşı silahla mücadele edebileceği¬ne in anıyordu. [6]
Emevi askerlerinin, hatta valilerinden birinin bu kanlı olayda işlediklerine dikkat ediyoruz da Hz. Hüseyin’i tahrik ederek bu ha¬disenin içine sürükledikten sonra en zor saatte O’nu ortada bıra¬kan yapayalnız bırakarak kaçan, üstelik Hz. Hüseyin’in elçisi olan amcası oğlu Müslim Bin Ukayl’ı düşmanlarına teslim eden, bu¬nunla da kalmayıp Hz. Hüseyin’e karşı savaşan Emevi askerlerinin saflarına geçerek bizzat ona silah çeken ve şehid edildiği sırada O’nu seyredenlerden niçin hiç bahsetmiyoruz! Hz. Hüseyin’in esas katilleri bunlar değil mi? Nitekim bu da gösteriyor ki bu ola¬yın yaygın kanaate göre işlenmesini temin edenler bu faciaya se¬bep olanların bizzat kendileridir. Düşmanlarının yaptıklarını yaz¬dılar, kendi elleriyle işlediklerini ise bunun dışında bıraktılar. Hz. Hüseyin’e karşı yaptıkları hıyanetleri, düşmanlarının saflarına ge¬çerek O’na karşı silah çekmelerini, O’na ve aile halkına karşı işle¬nen cinayetlere karışmalarını hiç de söz konusu etmediler. Kerbe-la Faciasına ilaveten Hicret’in 122’nci yılında ve Halife Hişam Bin Abdilmelik döneminde Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd Bin Ali’nin giriştiği harekat sırasında, O’nu yakalayıp hasımlarına teslim edenler, vaktiyle dedesine bu muameleyi yapanların, yani burada¬ki halkın yine bizzat kendisiydi. Yine bu adamlar Zeyd Bin Ali’yi tahrik etmiş, O’nu idareye karşı baş kaldırmaya davet etmişlerdi. Ne varki harekete geçince de etrafından uzaklaştılar. O’nunla be¬raber olmayı Rafz ettiler. (Yani reddettiler.) Bu sebeple de o gün bu gün bu adamlara Rafızî1 [7] denildi. [8]

Bütün bunlara rağmen bu yörenin halkı hiç bir zaman sözleri¬ne sadık kalmadılar, doğru düşünmediler. Karıştıkları ve işledikle¬ri her olaydan sonra sözde tövbe ettiler ama hiç bir zaman da töv¬belerini tutmadılar. Daha çok önceleri Hz. Ali’ye karşı çıkanlar da bunlardı. Arzu etmediği şeye karşı daima O’nu azmettirmeye çalı¬şırlardı. Ta ki onlardan bıkıp usandı. O’ndan sonra da Hz. Hasan’a destek vaad edip peşinden kendisini yalnız bıraktılar. Bu sebeple¬dir ki sonunda Muaviye’ye bey’at etmeyi daha uygun gördü. Ama bu sefer O’nu kınamaya, ayıplamaya başladılar. Bu Rafızîler eğer samimi idiyseler, imamlarının bizzat yeni halife’ye bey’at ettikleri halde kendileri neden bey’at etmiyorlardı.

“İmamlarımız masumdur, yanılmazlar” diye inandıklarına göre neden onların yaptıklarına uymuyorlardı?
Neden Hz. Hüseyin’i ve Zeyd Bin Ali’yi Emevi İdaresine karş baş kaldırmaya azmettirdikten sonra O’nları desteklemediler. O’nları yapayalnız bıraktılar?

Elimizdeki tarih kitaplarını incelediğimizde görüyoruz ki Haricîler’in uğradığı katliamlar, Ehl-i Beyt’in [9] maruz kaldığı felaket¬lerden daha çoktur. Bununla beraber Hariciler’e karşı verilen sa¬vaşlar, devletin içinde bulunduğu şartların bir gereği olarak göste¬rilmektedir. Nitekim Devlet haklıydı. Ama Ehl-i Beyt, mevcut niza¬mın karşısında ayaklanınca bu kez de

“Başkaldıranlar haklı, dev¬letse zalimdir, şeriatı tatbik etmekten uzaklaşmıştır” demeye baş¬ladılar!

Bu nasıl iştir ki devlet bir zümreye karşı adil olur da başka bir zümreye karşı zulmeder?

Nasıl olur bir zümre için şeriatı uygular da başka bir zümre içinse aykırı davranır?

Üstelik Hariciler, kim ehilse Onun halife seçilmesini ve İslam şeriatının uygulanmasını istiyorlardı. Tabi, aynı görüşte olmadıkları müslümanlara küfür damgası basmak, günah işleyenlerin ce¬hennemde ebediyen yanacaklarına inanmak gibi birtakım aykırı inanç ve düşünceleri olmakla beraber esas maksatları demin deği-nildiği gibi ehil olanın halife seçilmesi ve İslam şeriatının nok¬sansız tatbik edilmesiydi. Şiilere gelince bunlar idarenin, baba¬dan oğula geçecek şekilde Ehl-i Beyt’e teslim edilmesini istiyorlar¬dı. Halbuki Ehl-i Beyt’in dışında da verasetle geçen sülale idaresi¬ne karşı çıkıyorlar. İşte bu gerçekler, suçu ihbar eden parmağın belli bir yönü gösterdiğini kanıtlamaktadır ki esasen bu yönün, ta¬rihe olayların yanlış geçmesinde böylece yayılmasında ve insanla¬rın çoğunun bunlara gerçekmiş gibi inanmasında büyük rolü ol¬muştur.
Hz. Ali’nin şehid edilmesinden sonra. O’na sıkıca bağlı olanla¬rın O’nu destekleyenlerin uğradıkları akıbetler de yine Emeviler aleyhindeki propagandaların yayılmasına ve tutunmasına yardım etmiştir. Hz. Ali’nin taraftarlarından bir çoğu çeşitli şekilde katle¬dildiler. Bunların başında Hucr Bin Adiyy gelmektedir. Bu zat, Şam’ın 25 kilometre kuzeydoğusuna düşen Murc-i Azra mevkiin¬de öldürüldü. Bu hadiseyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Bu konu¬da Muaviye de suçlanmıştır [10]
Kûfe, Basra ve civarına, Emevi idaresine karşı boyun eğdiren Ziyad Bin Ebih ve O’nun yolunu izleyen oğlu Ubeyduüah ile Hac-cac Bin Yusuf Es-Sakafî gibi sert yönetimleriyle tanınmış valilerin halka uyguladıkları baskı yüzünden de Emeviler kötü ünlenmişlerdir. Bu valilerin, özellikle Haccac’ın giriştikleri terör, darbıme¬sellere konu olmuştur. Fakat bu adamların hangi bölgeye vali ola¬rak atandıklarına bakılırsa neden bu tiplerin seçildiği hemen anla¬şılır. Bunlar yalnızca Irak bölgesinin valileriydiler. Çünkü bu böl¬gede anarşi ve kaynaşmalar yaygındı. Bunlara hoşgörülü bir yöne¬tici tayin edilince hemen baş kaldırıp O’nu çiğnerlerdi. [11] Buna mukabil sert biri tayin edildi mi O’na boyun eğer, hemen hizaya gelirlerdi. Bunun üzerine ortalık yatışır, işler de yoluna girerdi. Onun için buraya tayin edilen valinin, behemehâl halka karşı şid¬detle muamele etmesi onları disiplin içinde idare etmesi gerekir¬di. Ancak bu şekilde davrandığı takdirde otorite tesis edebilir, gö¬revinde kalması mümkün olabilirdi. Ne varki arzu edilen bu ol¬makla beraber, bu şekilde davranan idarecilerin aleyhinde de bu kez zalim, gaddar ve acımasız olduğu yolunda dedikodular yayar¬lardı. Esasen bu bölgede fitne çıkaranların, ortalığı karıştıranların yüzünden halkın zulme uğradığı hiç de hatırlanmazdı.

Emeviler’in Irak’a tayin ettikleri valilerden Ziyad Bin Ebih görevi alınca sıkı bir disiplin uyguladı. Bunun üzerine ortalık yatıştı. Güvenlik temin edildi. Ziyad görevim teslim aldığı sırada Irak hal¬kına ve özellikle Basra’lılara hitaben bir konuşma yaptı. Bu meş¬hur konuşmasının bazı bölümlerinde şöyle diyordu:

“Görüyorum ki bu ümmet başta ne ile ıslah olmuş (ne ile hi¬dayet bulmuş) ise sonunda da yine onunla ancak ıslah olabilir (onunla doğru yolu bulabilir.) Benim idaremde zaaf değil, yumu¬şaklık, baskı ve zulüm değil, disiplin vardır. Allah’a yemin ederim ki yakının yakınına, yerleşik bulunanın yolcuya, gelenin gidene, sağlamın hastaya yapacağı haksızlık ve zorbalığın acı cezasını, faillerine çektireceğim! Ta ki ya biriniz diğerine rastladığı zaman:

‘Ey Saad! Aman Said’i hiç sorma, O öldü, sen kendi başının ça¬resine bak’ diyecektir. Veya sonunda hepiniz bana karşı boyun eğer hale geleceksiniz.

Kürsüde (halka karşı) söylenecek yalan meşhur olur. Eğer benim bir yalanımı yakalayacak olursanız bana karşı gelmek si¬ze helal olsun. Eğer benden bir yalan duyacak olursanız beni ondan dolayı ayıplayınız ve biliniz ki daha başka yalanlarım da vardır. Bakınız, içinizden kimin gece vakti güvenliğine (malına ve canına bir zarar) bir tecavüz vuku bulursa sorumlusu benim. Gece vakti insanların güvenliğine kastedenleri mutlak surette bana getirin. İnsanları gece vakti rahatsız edip de kim bana ge¬tirilecek olursa mutlak surette kanını dökerim. Bu konuda ih¬barın Kûfe’ye ulaştırılıp bana bildirilmesine kadar ancak size süre tanıyorum.

Sakın içinizden biriniz cahiliyet davasıyla (Küfür, şirk, batıl inanış gibi suçlarla) karşıma getirilmesin. Bu gibi şeylere tevessül edenin mutlak surette dilini keserim. Biliyorsunuz ki hiç olma¬dık şeyler işleyip icad ettiniz. Biz de her çeşit suç için bir ceza koymuş bulunuyoruz. Kim insanları suda boğarsa biz de onu bo¬ğarız. Kim yangın çıkarıp insanları yakarsa biz de onu yakarız. Kim delik açıp bir eve girecek olursa biz de onun kalbini deleriz. Kim bir mezar açacak olursa onu diri diri gömeriz. Onun için el¬lerinizi ve dillerinizi benden koruyun ki ben de elimi ve cezamı sizden men edeyim. Genelin kabul ettiği bir şeye kim ters düşe¬cek olursa hemen boynunu vururum.”

Benimle bazı kimseler arasında birtakım hoşnutsuzluklar vardı. Ben bu meseleleri artık kulağımın ardına ve ayaklarımın altına almış bulunuyorum. İçinizden kimin gidişatı iyi ise daha da iyi olmaya çalışsın, kimin de kötü ise artık vazgeçsin. Bilsem ki içinizden biri bana karşı duyduğu kin ve nefretten dolayı ve¬rem olup ölmüş, içyüzü ortaya çıkıncaya kadar onun asla sırrını ortaya açmayacağım, onu rezil etmeyeceğim. Şimdi artık işleri¬nize yeniden başlayın ve nefislerinize karşı kendinize yardımcı olunuz. Bizim bu göreve gelmemizle ümitsizliğe kapılmış nice kimseler vardır ki yakın gelecekte (fikirlerini değiştirip) sevine¬ceklerdir. Buna mukabil gelişimizle nice ümitvar olan kimseler vardır ki onlar da bu ümitlerini kaybedeceklerdir. Ey ahali! Bakı¬nız, bugün başınıza idareci olmuş bulunuyoruz. Sizi korumaya çalışacağız. Allah’ın bize ihsan buyurduğu otorite ile sizi idare et¬meye ve bize verdiği selahiyetle sizi korumaya çalışacağız. Ön¬gördüğümüz hususlarda sözlerimizi dinlemek ve itaat etmek du¬rumundasınız. Biz de size karşı adaletle muamele etmek mecbu¬riyetindeyiz. O halde adaletimize uyunuz ve öğütlerimizi dinle¬yerek izimizde yürüyünüz. Şunu da bilmiş olunuz ki neyi ihmal edersem edeyim ama üç şeyi ihmal etmem:

Bir sorunu için biri bana gece bile gelse ondan saklanmam,

Birinin hak ettiği bir rızkı (maaş, ücret, istihkak, pay vs.) vak¬tinden sonraya bırakıp geciktirmem.

Askeri de zamanı gelince serhadlerden cephelerden ailesine dönmesini engellemem.

Size tavsiyem şudur: Misafirlerinizin (idarecileriniz) ıslahı için dua ediniz. Onlar sizin nizam ve intizamınızı temin eden yö¬neticileriniz, zor anlarda başvuracağınız sığmaklarınızdırlar. Siz ıslah olursanız onlar da olurlar. Sakın onlara karşı kin besleme¬yiniz. Onların da sizlere karşı kinleri alevlenmiş olur ki bunun neticesi olarak siz devamlı üzülürsünüz. Hüznünüz devam eder gider, üstelik maksadınıza da ulaşamazsınız. Bununla beraber eğer yöneticileriniz size baş eğecek olurlarsa bu da sizin için kö¬tülük olur.

Allah’ın herkese her meşru işinde yardım etmesini dilerim. Bizi, bir kararı tatbik ederken görürseniz onu kolaylaştırmamıza yardım ediniz. Allah’a yemin ederim ki içimizde yere sereceğim çok adamlar da vardır. O halde leşini yere sereceğim biri olmak¬tan korununuz.” [12]

Ziyad, Emevî idaresini güçlendiren ve Muaviye’nin otoritesini ayakta tutan yöneticilerin ilkiydi. Halkı idareye karşı boyun eğmeye mecbur etti. Şiddet kullanmakta ileri gitti, kılıcı kınından çıkarmış¬tı. Zan ve şüpheyle insanları cezalandırıyordu. Halk O’ndan öyle korkmuştu ki birinden bir mal bir para düşse, sahibi tekrar gelip onu düşürdüğü yerde buluncaya kadar kimse o şeye dokunamaz, dokunmaya cesaret edemezdi. Bir kadıncağız kapısım.kitlemeden evinde rahatça uyuyabilirdi. Emsali görülmemiş bir siyaset izledi. Halk, daha önce kimseden korkmadıgı kadar O’ndan korkardı. O da halka bolluk getirdi, servet dağıttı ve Rızık kentini inşa etti.

Emeviler’in Irak’a tayin ettikleri valilerden Haccac da Küfeye varınca camiin minberinden halka şöyle hitap etmişti: [13]
“Ünüm var, insanların, sökerim dişlerini, Çıkarayım kavuğu da gözünüz görsün beni!”

Ey Irak Halkı! Allah’a yemin ederim ki kötülüğü hak edene kötülük yapacağım. Kim ne suç işlerse onu aynısıyla cezalandı¬racağım. Hem sonra şunu da söyliyeyim:

“Ben aranızda öyle kelleler görüyorum ki artık olgunlaşmış ve devşirilmelerinin neredeyse zamanı gelmiş bulunmaktadır. Sarıklarla sakallar arasından dökülecek kanları sanki şimdiden görür gibi oluyorum.”

Allah’a and olsun ki ey Irak halkı! Beni kurumuş tulum şakırtısıyla ürkütemezsiniz. Ben sahip olduğum, keskin zeka sebebiy¬le en büyük hedefi gerçekleştirmek için buraya gönderilmiş bu¬lunuyorum. Emir’ül-Mü’minin Abdülmelik Hazretleri oklarını önüne döküp onları teker teker sınadı, aralarından en sert olarak beni seçip başınıza idareci diye buraya gönderdi. Şu bir gerçek ki; uzun zamandır kendinizi fitneye kaptırdınız ve fenalık için çeşit¬li yollar icad ettiniz. Fakat Allah’a yemin olsun ki ağacın lifleri na¬sıl sökülüp çıkarıhyorsa sizin de liflerinizi öylece söküp çıkaraca¬ğım. Dallar nasıl budanıyorsa sizi de öyle budayacağım. Sürüden kaçan deveye nasıl dayak atıhyorsa sizi de aynen öyle cezalandı¬racağım. Allah’a yemin ederim ki “Yapacağım” dediğim şeyi mut¬laka yaparım. Gücüm yetip de yapmayacağım hiç bir şey yoktur. Yönetim aleyhtarı toplulukları ve sağda solda konuşulanları (dedikodulan) muhakkak bana bildirin. Böyle hadiselere karışmak sizin neyinize?

Allah’a yemin olsun ki, ya yola gelirsiniz, ya da her birinizin vücudunda sizi uğraştıracak bir şey bırakırım, (her birinizin başı¬na bir dert açarım.) Üçüncü kez ağzını bozana, dil uzatana rast¬larsam kanını döker, evini yağma ettiririm” [14]
Evet, Ziyad Bin Ebih’den sonra biraz zayıflayan Emevi idaresi Haccac’ın işte bu şiddete dayanan siyasetiyle ancak yeniden güç¬lendi. Bu baskı olmasaydı belki bu bölge istikrar bulamazdı, anar¬şi her tarafa yayılırdı. Müslümanlar da bir daha fetih hareketlerini yeniden başlatamazlardı. Yine eğer bir bakıma ve her şeye rağmen bu valilerin baskı idaresi sayesinde içeride güvenlik sağlanmasaydı Emeviler zamanında İslam dini de yayılamayacaktı. Halbuki Haccac döneminde birkaç yönde fetihler gerçekleştirildi. Muhammed Bin Kasım Es-Sakafî’yi Sind bölgesine ve Kuteybe Bin Müs¬lim El-Bahilî’yi de Maveraünnehr taraflarına gönderen Haccac’dır ki Hz. Ömer’in dönemi hariç bu asırda İslamın en çok ya¬yıldığı günler işte bu sıralardır. [15]

Evet, Haccac’ın, Said Bin Cübeyir gibi ilim ehlinden ve Tabi¬iler [16] ‘in en büyüklerinden birini katlettiği doğrudur. Fakat Said Bin Cübeyr de, neredeyse devleti darmadağın edecek olan İbn’ül-Eş’as hareketine katılmıştı. Bu hareket yüzünden fitne fırtınaları İslam devletinin üzerinde esip duruyordu. [17]

KAYNAKLAR

[5] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 3, s. 478
[6] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 49-91
[7] Rafızi tabiri, anadolu’da bilhassa Malatya dolaylarında Sünni halk tara¬fından Reffazi şeklinde değiştirilmiş olarak telafuz edilir
[8] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 5, s. 202-206
[9] Ehl-i Beyt: Arapça “Ev halkı” demektir. Hz. Peygamber (sav)’in kızı Hz. Fatıma’nın soyundan gelenlere denir. (Mütercim)
[10] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 3, s. 478-491
[11] Ne ilginçtir ki Irak bu özelliğini hala korumaktadır. Irak halkı için eski¬den beri “Ehl-i Irak, Ehl-i Şikak, Ehl-i Nifak” denildiği meşhurdur. Fazla çeşit sergileyen toplumunun mozayiği, türlü türlü dinlerin, mezhep ve tarikatların, birbirine zıt inanış, düşünce ve felsefelerin, esrarengiz örf ve adetlerin hakim ol¬duğu bu ülkenin, daha başka türlü olması elbetteki beklenemez. Eski Mezopo¬tamya üzerinde kurulmuş olan bu ülke hakkında söylenecek o kadar ilginç şey¬ler vardır ki anlatmakta bitecek gibi değildir. Bu ülkeye kısaca Tarihin çöp sepe¬ti diyebilirsiniz. (Mütercim)
[12] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 3, s. 454-456
[13] Tarihte zulmüyle meşhur olan ve adı sayılı zalimler arasında geçen Haccac Bin Yusuf Es-Sakafı yukarıdaki tehdit dolu konuşmasından da anlaşıla¬cağı üzere cami gibi mukaddes bir mekânda bile pervasızca konuşmaktan, ya¬şın yanında kuruyu da yakmaktan hiç bir zaman çekinmemiştir.
Resulullah (sav)’in sahabilerini şehid edecek kadar kudurmuş olan bu in¬san, İslam tarihine bir kara leke olarak geçmiştir. Allame îmamı Suyuti Tarih’ul-Hulefa adındaki eserinin Emeviler bahsinde bu adamdan söz ederken: “Allah O’na rahmet etmesin, affına mazhar kılmasın!” diye acı bedduada bulunmuş¬tur. (Mütercim)
[14] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 338-340; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s. 18-20
[15] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, e 9, s. 159
[16] Tabii: Sahabileri, yani Hz. Peygamber (sav)’in dava arkadaşlarını gören, onlara yetişip ilimlerinden yararlanan müslümana denir
[17] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, e 9, s. 160-166

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno