Diyanet denince,ilkin kurumsal kimliğiyle Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) geliyor akla nedense… Negatif bir çağrışım olmamakla beraber,dine ve dini değerlere dair her ne varsa belli bir kuruma,zümreye,topluluğa hasreder bir mahiyet taşıdığı zannı oluşturuyor belli bir kesimde.Dine ve ibadetlere ait meselelerin tek elden,resmi bir kurum tarafından (DİB) sevk ve idare edilmesini havi bir müessese olarak “Diyanet” bazı insanların bilinçaltında sonuçları itibariyle çeşitli dinlerdeki ruhbanlık müessesesinin farklı versiyonlarıyla benzerlik arz ettiği izlenimi uyarmakta…
Dilerseniz evde, okulda, camide, sokakta karşılaştığınız bir ya da birkaç kişiyle bu konuyu kritik edin.”Diyanet” bir olgu ve yaşam şekli olmaktan çok, bir kurum; “Diyanet ehli” inancına bağlı, ibadetlerini tastamam yerine getirmeye çalışan müttaki, dindar müslümanlardan ziyade; imam, müezzin, vaiz, müftü vb. kurum personeli vasfını haiz memurlar olarak algılanmakta…
Buradan şu anlaşılmamalıdır elbette: Diyanet ve diyanet çalışanlarında yanlış giden bir şeyler var ve diyanet personeli müttaki, dindar bir kimlik taşımıyor. Hayır, hayır böyle bir yaklaşım realiteden uzak, uzlaşıdan çok uzaklaştırıcı, birilerini yaftalayıp karalayarak işin kolayına kaçmak gibi yakışıksız, müsbet netice vermeyecek akim bir tavır ve paranoyak bir ruh halinin tezahürü olabilir ancak.
Peki, yanlış giden şey ne? Neden bu ikilem? Takdir edersiniz ki algılar ve gerçekler arasında sıkışmış bulunuyoruz. Diyanet bir kurum mu, yoksa bir yaşam şekli mi; diyanet ehli sadece Diyanet kurumu çalışanları mı, yoksa başkaları da diyanet ehli olabilirler mi?
Bu sorulara dini, siyasi, politik, sosyal, psikolojik birçok açıdan cevaplar getirilebilmekle beraber, cevabı sorunun içinde olduğu gerçeğinden hareketle; -Hepimiz diyanet ehliyiz veya olmalıyız! demeli yerleşik algılarımızdan sıyrılarak… Tabi bu kolay olmayacak; ne yani 76 milyonun tamamına (DİB) kadro mu tahsis edecek? Diyecek bilinçaltı müktesebatı algı yönetimimiz! Müstehzi bir edayla… Fakat gerçekler imdada yetişecek ve böyle bir şeyin muhal ve gayri akli olduğunu, sorunun kirli algı operasyonlarında; çözümünse pirüpak sinelerde, ferasetli dimağlarda olduğunu haykıracak…
Evet, bizler algıların “el menziletu beynel menzileteyn” inden sıyrılıp dini yaşantının sadece din âlimlerine-diyanet personeline-has bir hususiyet olmadığını, İslam’da ruhbanlığın bulunmadığını, her müminin dininin görevlisi, gönüllüsü, sevdalısı, çalışanı, çabalayanı, hadimi olduğunu dilimiz, kalbimiz ve halimizle gösterecek, algıdan gerçeğe, taklitten tahkike, soyuttan somuta geçeceğiz inşallah demeliyiz. Öyle ya “Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez”(Ra’d 11) ikaz-ı sübhanisi kendimize çekidüzen vermemizi ihtar ediyor. Allah(cc) cümlemizi diyanet ehli eylesin…