Dinî Cemaatler Yararlı mıdır, Zararlı mıdır?

Dinî Cemaatler Yararlı mıdır, Zararlı mıdır?

### ALT AİDİYETLER ve İSLÂM

Dinî gruplar yahut dinî sivil toplum kuruluşları, ya da yaygın ifadesiyle dinî cemaatler temelde İslamî alt aidiyetler olup diğer İslam ülkelerinin olduğu gibi ülkemizin de sosyal bir gerçekliğidir. Bu gerçeklik karşısında övme ya da yerme, savunma ya da karşı çıkma söz konusu olmaksızın anlama ve açıklama merkezli bir tutum sergilemek gerekir.

Bilindiği gibi ilk dönemlerden itibaren dinin inanç, ibadet, ahlaki siyaset konularına yaklaşımı ile ilgili olarak mezhep, ekol, tarikat gibi adlarla anılan aidiyetler oluşmuş, süreç içinde alt aidiyetler de daha küçük, daha alt aidiyetlere ayrılmıştır. Bu ekol ve grupların bir bölümü tarih içinde kaybolurken bazıları günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Bunların yanı sıra XIX. yüzyılda İslam dünyasının birçok alanda zayıflaması, buna karşılık Batı’nın endüstri ve sanayi devrimiyle büyük gelişmeler gerçekleştirmesi karşısında, Müslüman alimler geleneğin sorgulanması, İslam’ın doğru anlaşılması, topluma sağlıklı dinî anlayışın telkin edilmesi gibi konularda farklı ve derinlikli düşünceler ortaya koymuştur. Bu düşünceler kısa zamanda yeni oluşumlara kapı aralamıştır. Literatüre “ihya, ıslah ve tecdid hareketleri” biçiminde geçen bu oluşumlar geniş bir çerçevede şekillenmiştir. Bunun sonucu olarak gelenekçilik, ıslahatçılık ve modernizm gibi ekoller ortaya çıkmıştır.
Gelenekçi ekol kendi arasında Selefî gelenekçilik, medrese gelenekçiliği, tarikat gelenekçiliği biçiminde gruplara ayrılmış; söz gelimi Selefilik Vehhabilik adıyla gelişirken, medrese gelenekçiliği ülkemizde Doğu medreseleri, günümüzde Fatih medreseleri biçiminde devam etmiştir. Tasavvufî gelenekçilik ise geleneksel tarikatların modern cemaat formuyla zenginleşerek devam etmesi biçiminde yapılanmıştır. Ülkemizde özellikle Nakşi-Halidî kola bağlı sufî yapılar klasik tarikat formunun ötesinde etkin, güçlü ve işlevsel bir konuma ulaşmışlardır.

Islahatçılık ise “siyasi ıslahatçılık” ve “fikrî ıslahatçılık” şeklinde iki kategoride seyretmiş; siyasî ıslahatçılar toplumun ıslahında siyasal organizasyonları ve yöntemleri öncelerken fikrî ıslahatçılar bireyden başlayarak bireyin kafa ve kalbinin aydınlatılmasını merkeze koymuşlardır.

Etkisi daha çok entelektüel çevre ile sınırlı kalan modernizm ise İslâm’ı çağdaş Batı değerleri üzerinden yorumlamaya yoğunlaşmış, sünnetin alanını daraltmış, Kur’an eksenli anlayışı öne çıkarmıştır. Türkiye’de daha çok bazı ilahiyat çevrelerinde etkili olan modernizm dinin yegane kaynağının vahiy olduğunu ifade eden anlayıştan vahyin -toplumsal hayatı düzenleyen ayetlerinin- bağlayıcı olmadığını ifade eden (tarihselcilik) çizgiye kadar geniş bir yelpaze oluşturmuştur.
Gerek ülkemizde gerekse İslam dünyasında bu ekollere “mehdilik” anlayışına bağlı ortaya çıkan yeni oluşumları da eklemek gerekir.

Bu hatırlamaların ardından temel soruyu gündeme getirebiliriz: İslamî gruplar ya da cemaatler yararlı mıdır, zararlı mıdır?
Açıktır ki, bu soruya evet ya da hayır şeklinde cevap vermek mümkün değildir. Zira gruplar içerisinde makul ıslahatçı hareketlerden sünneti devre dışı bırakmaya hatta ahkam ayetlerinin bağlayıcı olmadığını ileri sürmeye kadar farklılaşan yapılar bulunmaktadır.

O halde bu temel soruyla ilgili olarak herhangi bir grup adı zikretmeksizin ilkeler bazında şunları söyleyebiliriz:

1.Dinî bir grubun ya da dine referansta bulunan bir sivil toplum kuruluşunun “yararlı” kategorisinde yer alabilmesi için birinci şart Kur’an, sünnet ve bu temel kaynakların Müslüman alimlerin genel çoğunluğunun anlayışları ile örtüşmesi gerektiğidir. Bu şartı taşımayan gruplar için, en azından dinî açıdan “yararlı” hükmünü vermek imkan dahilinde değldir.

2.Saha çalışmaları Kur’an ve sünnet çizgisini takip etmek şartıyla alt aidiyetlerin insanların dinî hayatlarına bilgi, inanç, ahlak ve yaşayış olarak olumlu katkılar yaptığını göstermiştir. Bu yönüyle “istikamet” sorunu olmayan dinî cemaatlerin “dindarlık” ve “dindarlaşma” adına yararlı olduğu –objektif bir tespit olarak- rahatlıkla ifade edilebilir.

3.Aidiyetlerin en dezavantajlı yönlerinden birisi “inhisarcılık”tır. Oysa “hak” bellidir ve kimsenin tekelinde değildir. “Hak” grupların ölçüsü ile değil, gruplar “hak”kın yani Kur’an ve sünnetin ölçüleri ile değerlendirilmelidir.

4.Grup mensubiyetinin bir başka dezavantajı bireylerin özgür düşüncelerini zayıflatması hatta giderek yok etmesidir. Oysa Allah herkese özgür bir irade vermiştir; herkes iradesini ve şartlarını iyi değerlendirip değerlendirmediğinden sorumlu tutulacaktır.

5.“Kutsal”ı devre dışı bırakan ve hayatın her alanını seküler bir dünya görüşü ile kurup şekillendirmeyi amaç edinen “modernite” karşısında dinî gruplar bir bakıma dinî hayatın yaşanmasında güvenilir “adalar” niteliğindedir. Bu adalara sığınanlar hem bireysel olarak kendilerini hem de çocuklarını dışarıdaki sel, tufan hatta kimi zaman tsunamiye karşı daha rahatlıkla muhafaza etme imkanı bulmaktadır.

Sonuç olarak dinî gruplar Kur’an ve sünnet merkezli olmak, inhisarcılıktan uzak kalmak, mensuplarının iradelerine değer vermek şartıyla “yararlıdır” denilebilir.

Dr. Ali İhsan ÇAY( aliihsan.cay@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.