Kıymetli Müminler,
Bugünkü hutbemizin konusu, ‘’dindarlık’’ ve dindarlığın doğru anlaşılması üzerinedir. Son yıllarda gerek küresel ölçekte gerekse ülkeler bazında toplumların dindarlık düzeylerini ölçmek için pek çok araştırma yapılmış ve yapılmaktadır. Sosyologların, sosyal bilimcilerin, siyaset ve devlet organlarının yaptırdıkları bu anket ve araştırmalar, farklı amaçları bir yana; yöneltilen sorular, anketlere katılan deneklerin cevapları üzerinden yapılan dindarlık tespit ve tahlilleri ile çıkarılan sonuçlar, aslında pek çok soru işaretini de beraberinde getirmektedir.
Gerçekten dindarlık bu şekilde sorularla ölçülebilir mi? Sorularla, cevaplarla, ölçümlerle ortaya çıkan dindarlık nasıl bir dindarlıktır? Her şeyden önce din ile dindarlığın birbirinden ayrı değerlendirilmesi yanında din ve dindarlık olgusunu birbirinden ayırt edecek kriterlerin bilinmesi gerekmektedir.
Zira din ile onun insan hayatındaki yerini anlamak olan dindarlık farklı hususlardır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهٖ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ”Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmran,102). “Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun” diye çevirdiğimiz cümlede geçen takvâ kavramı dinî bir terim olarak “kişinin, kendisini günahkâr kılacak şeylerden koruması” veya “insanın ibadet ve güzel işler yaparak Allah’ın azabından korunması” şeklinde tarif edilmiştir. Bu tür korunma çabaları, temelinde Allah’a saygı ve itaat niyeti bulunması şartıyla değer kazanacağı için meâlinde bu saygı unsuru dikkate alınmıştır. Nitekim sahâbeden Abdullah b. Mes‘ûd bu ifadeyi, “Allah’a âsi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak” şeklinde açıklamıştır.
Tefsirlerde anlatıldığına göre bu âyet indiğinde sahâbîler, Allah’a karşı gereği gibi saygılı olma konusunda endişeye kapılmışlar, bir yandan hiç kimsenin bunu hakkıyla yerine getiremeyeceğini söyleyip bir yandan da kendilerini aşırı derecede ibadete vermişler, bunun üzerine, فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının” (Tegābün, 16) meâlindeki âyet inmiştir. Âyet, Allah’tan hakkıyla korkmanın, “kişinin gücü yettiği kadar Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiğini ifade eder. Takvâ sahipleri Kur’an’da övgüyle anılmışlar ve kendilerine âhirette büyük nimetler verileceği bildirilmiştir. Buna göre Allah katında en değerli kimseler takvâ sahipleridir: إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ “Şüphesiz ki Allah katında en değerli olanınız, takvâ bakımından en üstün olanınızdır.” (Hucurât, 13)
Aziz Müminler!
Din, insanın Allah’la, hemcinsleriyle ve varlıkla ilişkilerini düzenleyen ilahi kaynaklı öğretiler manzumesidir. Dindarlık ise bu öğretilerin insan tarafından anlaşılan ve insan eliyle bireysel ve toplumsal hayata taşınan yönüdür. Din, mahza hakikattir. Dindarlık ise bu hakikatin beşer aynasında yansımasıdır. Dinin beşer bir peygamber vasıtasıyla vahyedilmesi ve peygamberler tarafından yaşanan bir hayata dönüşmesi, aslında din ile dindarlık arasında uçurumun olmaması içindir. Aksi halde dinin öğretilerine uygun olmayan dindarlık biçimleri ortaya çıkardı. “فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ” “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberinde tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Sakın azgınlık etmeyin! Şüphesiz O, yaptıklarınızı görendir.” (Hud, 112) Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde: “إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ، وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ.””Ameller niyetlere göredir. Her kişi için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasulü’ne ise onun hicreti Allah’a ve Rasulü’nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına ise onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.”( Müslim, İmâre, 155)buyurmuştur. Bu ayet ve hadis de, dindarlığın kişinin niyetine ve samimiyetine dayandığını, Allah’ın emrettiği doğruluk ve sadakatle şekillendirilmesi gerektiğini belirtir. Din ve dindarlık arasındaki ilişkiyi, insanın niyetine ve amellerine dayalı bir şekilde ele alır.
Dindarlığın içinde insanın zihinsel, duygusal, kültürel katkıları, himmet, hicret, muavenet ve fedakârlık gibi unsurlar da yer alır. Psikolojik ve sosyolojik etkenlerle beraber yanlış anlama, eksik uygulama, metodoloji yoksunluğu gibi bilimsel problemler ilave edildiğinde din ile dindarlık arasındaki uçurum derinleşir. Bu itibarla dindarlığın boyutlarının iyi bilinmesi icap eder. Dindarlığın bir aslî, manevî boyutu vardır; bir de maddî, şekli, zahirî boyutu vardır. Bu bağlamda dini yaşamak şeklinde tezahür eden dindarlığın hakiki boyutu, derunî dindarlık ile; dini kullanmak şeklinde görünen zahirî boyutu ise şekilci, gösterişçi dindarlıkla ifade edilir.
Derunî dindarlıkta kişinin hareketlerine kalbindeki iman yön verirken, şekilci, gösterişçi dindarlıkta dış beklentiler yön verir. Dış beklentiler; maddî çıkar ve menfaat, güvenlik, sosyalite sağlama, ilgi çekme, statü ve masumiyet elde etme gibi benliğe ilişkin hususlar da olabilir. Derunî dindar, Allah’a yöneldiğinde benliğinden vazgeçip fedakarlıklar yaparken, diğeri hiçbir zaman benliğinden vazgeçip başkaları için fedakarlıkta bulunamaz. Kısacası, kalbini ve ruhunu inancına veren, inancını kalbine ve ruhuna yerleştiren gerçek dindar, geçici dünya için dinin akidelerine sahte bağlılık göstermez.
Zira dindarlık, gösteriş değil, ruhtan gelen ve kalbi besleyen bir nurdur. Bu nur, kişinin ahiretini aydınlattığı gibi, dünyasını da mamur eder. Kalbî inancın insan hayatındaki dönüştürücü gücü ve ihlas, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutarak samimi bir kulluk ile dünya hayatını mamur kılar. Bu samimiyet, aynı zamanda himmet, hicret, muavenet ve fedakârlık gibi kavramlarla da beslenir; çünkü gerçek dindarlık, kişinin sadece kendisi için değil,içinde yaşadığı toplum için, tüm insanlık için de elinden geleni yapmasını gerektirir. (Kur’an’dan idrake yansıyanlar)
هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعاَلِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلوُنَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظِيمٍ ‘’İnsanlar helak oldu, âlimler müstesna. Amel edenlerin dışındaki âlimler de helak oldu. Amel edenler de helak oldu ihlaslılar hariç. Muhlis olanlar da büyük bir tehlike üzerindedirler.’’ Hadis-i bil-mana denilen bu hadis, kitaplarda şu lâfızlarla nakledilip incelenmiştir:
الناس كلهم موتى إلا العالمون ، والعالمون كلهم موتى إلا العاملون ، والعاملون كلهم »
«. موتى إلا المخلصون “Âlimler dışında insanların hepsi ölüdürler (ölü gibidirler); amel edenlerin dışında âlimlerin de hepsi ölüdürler; ihlâslılar dışında amel edenlerin de hepsi ölüdürler.”(Kenzü’l-Ummâl, 3/537)
Aziz kardeşlerim!
Dinin toplumsal boyutunu namaz kılma, oruç tutma oranları ve cami sayısı gibi unsurlarla ölçmeye çalışmak doğru olmadığı gibi mümkün de değildir. Çünkü din ile toplum arasındaki ilişkiler bu şekilde tespit edilemez. Hutbemizin en başından beri dediğimiz gibi, dindarlık sadece gözle görebildiğimiz ibadetler, merasimler ve ibadethanelerden ibaret değildir. Dinî hayatın, dindarlığın görülen ve görülmeyen yüzü vardır. Camiler, mabetler, simgeler, semboller, kıyafetler dinin görünen, şekli ve maddî tezahürleri, cami içinde namaz kılanların sayısı değil; asıl olan, kalplerdeki iman ve bu imanın topluma yansıyan etkileridir. Ancak Kur’an’da belirtildiği gibi: اَلَّذٖينَ هُمْ فٖي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ “Onlar namazlarında derin saygı içindedirler.” (Müminun, 2). “Namazda derin saygı hali yaşamak” kurtuluşun imandan sonraki ilk şartı olarak gösterilmiştir. Daha yakından bakıldığında bu âyette kurtuluşun şartlarından ikisine işaret edilmektedir. Namaz ve huşû. Asıl vurgulanan konu, namaz ibadetinin şeklen değil, ihlas ve samimiyetle yerine getirilmesi gerektiğidir. Bunun sonucu olarak kişi kurtuluşunu elde edecektir.
Din, bireysel ve toplumsal dönüşümü sağlayan bir öğretidir; dindarlık ise bu öğretiyi yaşamın merkezine koyan bir eylemdir. Dinin insan hayatındaki dönüştürücü gücünü görmezden gelerek onu sadece şekilsel ve zahiri unsurlarla sınırlamak, dindarlığı ve toplumsal dindarlığı anlamanın en büyük engelidir. Kıymetli müminler, hakiki dindarlık; kalpten gelen ve hayatın her yönüne nüfuz eden bir imanla yaşanır. Bu sebeple, dinimizi yaşatma, öğretme adına kurumlar açmak, ortamlar hazırlamak, hususunda içten ve samimi olmamız büyük bir önem arz etmektedir.
Kıymetli Müminler, Hutbemi şu ayetlerdeki dua ile bitirmek istiyorum:
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَٰهِيمُ ٱلْقَوَاعِدَ مِنَ ٱلْبَيْتِ وَإِسْمَٰعِيلُ ۖ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّآ ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ
رَبَّنَا وَٱجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَآ أُمَّةًۭ مُّسْلِمَةًۭ لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآ ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلتَّوَّابُ ٱلرَّحِيمُ
رَبَّنَا وَٱبْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًۭا مِّنْهُمْ يَتْلُوا۟ عَلَيْهِمْ ءَايَـٰتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ ٱلْكِتَـٰبَ وَٱلْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْعَزِيزُ ٱلْحَكِيمُ
‘’ İbrahim İsmail’le birlikte o evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyordu: “Ey rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.Soyumuzdan, onlara senin âyetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir elçi çıkar rabbimiz! Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi. ‘’(Bakara;127, 128,129)
Allah’ım, bizleri takvâ sahiplerinden eyle. İhlas ve samimiyetle Sana yönelen kullarından olmayı nasip eyle. Kalplerimizi, akıllarımızı ve amellerimizi temiz tut. Dünyamızı ve ahiretimizi mamur kıl. Ülkemize birlik beraberlik ver. Masum mahpus, magdur kardeşlerimizi kurtar.
Rabbim bizleri şekilci, gösterişçi dindarlıktan muhafaza buyursun; imanımızı kalbimize ve hayatımıza tam anlamıyla nakşedebilmeyi nasip eylesin. Amin.
Derleyen
Erdal Atak