DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ONS

3.334,69%0,33

BİST100

10.219,40%-0,06

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 31°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a

DİN Nedir?

DİN Nedir?
0

BEĞENDİM

Neden Samimiyet?

Bugün çok açık bir problemimiz var. İhlâsı (yani Allah için yapmayı) ve samimiyeti (yani sahiciliği, içtenliği) unuttuk. Yapaylık, gösteriş, vitrin öne çıktı. Belki çağımızın en büyük yarası bu: Doğallığın yerine yapmacıklık koyduk. İçin gerçeği yerine dışın görüntüsünü koyduk. Olduğumuz gibi olmak yerine “nasıl görünürüm?”ü kutsadık.

Bu sadece bireysel bir yorgunluk değil. Toplumsal bir çürüme.

İnsan fıtratını, yani yaratılıştan gelen temiz hâlini yitiriyor. Tabiilik kayboluyor. Kalabalıklar var ama gerçek yakınlık yok. Aynı şehirde yaşıyoruz ama birbirimize uzaklaştık. İnsanlar, insanların arasında ama yalnız. Toplum, toplum gibi değil; yan yana yığılmış bireyler gibi.

Acı olan şu ki, bu yapaylık sadece dünyalık ilişkilerimize değil, dinimize de bulaştı. Dinin dili bile bazen kalpten kopmuş, ruhsuz, mekanik bir hale geldi. Dindarlık ölçülerimizi bile vitrine göre kurmaya başladık. Dış görüntüye, slogana, etiketlere aşırı değer veriyoruz. İman derinliği geri düştü; imaj öne çıktı.

Eskiden söze bakılırdı; şimdi görüntüye bakılıyor. Bugün söz değersizleşti, imaj yüceldi. Hâlbuki söz, emanettir. Söz düşüncedir. Söz candır. Sözü kurtarmadan insanlığı kurtaramayız. Ve ilk kurtarılacak söz, Allah’ın kelâmı (Kur’an) ve Peygamberimizin sözü (sünnetidir). Çünkü din, reklam değil hakikattir.

İşte bu yüzden “samimiyet” diyoruz. Çünkü din dediğimiz şeyin özü, Peygamberimizin ifadesiyle tam olarak budur.

Resûlullah (s.a.s.) bir gün sahabesine şöyle buyurdu ve üç defa tekrar etti:

«الدِّينُ النَّصِيحَةُ» قِيلَ: لِمَنْ؟ قَالَ: «لِلَّهِ، وَلِكِتَابِهِ، وَلِرَسُولِهِ، وَلِأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ»
“Din samimiyettir. Din samimiyettir. Din samimiyettir.”
“Sana göre samimiyet kime karşıdır, ey Allah’ın Resûlü?” diye soruldu.
O şöyle cevap verdi: “Allah’a karşı, Kitabına karşı, Peygamberine karşı; Müslümanların yönetenlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır.” (Müslim)

Bu ne demek?

  • Allah’a karşı samimi ol: İbadetin gösteriş için değil rıza için olsun.
  • Kitaba (Kur’an’a) karşı samimi ol: Ayeti eğip büküp kendi çıkarına uydurma.
  • Peygambere karşı samimi ol: Onu sadece slogan olarak kullanma; ahlâkını hayatına taşı.
  • İnsanlara karşı samimi ol: Kimseyi kandırma, arkadan vurma, gönül kırma.
  • Gücü elinde tutanlara gelince: Onların samimiyeti adaletle ölçülür.

Bunun sadece söz olmadığını bize sahabe üzerinden de görüyoruz.

Cerîr b. Abdullah anlatıyor:
Resûlullah’a (s.a.s.) geldim ve “İslâm üzere sana biat etmeye geldim” dedim. O benim ellerimi tuttu ve benden şu sözleri aldı:

«بَايَعْتُ رَسُولَ اللهِ ﷺ عَلَى إِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَالنُّصْحِ لِكُلِّ مُسْلِمٍ»
“Resûlullah’a; namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her Müslümana karşı samimi davranacağıma dair söz verdim.” (Müslim)

Dikkat et: Biatin içinde sadece namaz yok, sadece zekât yok. “Her Müslümana samimi olmak” da var. Yani “Ben kimseyi aldatmayacağım. Kalbimde kin taşımayacağım. Kardeşime tuzak kurmayacağım.” diyor.

Bu şu anlama geliyor: Samimiyet, imanın yanında verilen ahlâk sözüymüş.

Bu samimiyetin bir boyutu da sadece “dil”de değil “ekmekte”, yani kazançta. Din sadece secdeyle değil, cüzdanla da ölçülür. Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor:

«أَفْضَلُ الْكَسْبِ عَمَلُ الرَّجُلِ بِيَدِهِ، وَكُلُّ بَيْعٍ مَبْرُورٍ»
“En hayırlı kazanç, kişinin kimseyi aldatmadan, ihlâs ve samimiyeti bırakmadan elinin emeğiyle elde ettiği kazançtır; dürüst ticarettir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

Yani helâl kazanmak, kimseyi kandırmadan kazanmak, aslında bir ibadet. Samimiyet demek, “Paramın içinde kul hakkı yok” diyebilmektir.

Başka bir hadiste bu daha da sert söylenir:

«مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا»
“Bizi aldatan bizden değildir.” (Tirmizî)

Bu ne anlama geliyor?

  • Hileyle zenginleşmek İslâm değil.
  • Üstünlük için yalan söylemek İslâm değil.
  • Görünürde dindar olup çıkar için başkasını aldatmak hiç değil.

Samimiyet sadece ticarette değil, sorumlulukta da sınanır. Görev, makam, yetki, koltuk… bunların hepsi emanettir. Ve burada samimiyet kaybolursa, bunun vebali çok ağırdır. Peygamberimiz (s.a.s.) uyarıyor:

«مَا مِنْ عَبْدٍ يَسْتَرْعِيهِ اللَّهُ رَعِيَّةً يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لِرَعِيَّتِهِ إِلَّا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ»
“Allah, bir kulunu bir topluluğun başına getirir de o da halkını aldatarak ölürse; Allah ona cenneti haram kılar.” (Buhârî, Müslim)

Bu sadece bir valiye değil; eve babaya, anneye, öğretmene, idareciye, din adamına da söylenmiş bir sözdür. Çünkü herkes birilerinin üzerinde etkili olduğu anda “emanet” taşımaya başlar.

Ve son olarak, samimiyet sadece bireyin Rabbine dönük hâli değildir. Samimiyet, Allah ile kul arasında başlar ama insanda tamamlanır.

Peygamberimiz (s.a.s.) bu ilişkiyi şöyle haber veriyor. Ebû Umâme’den gelen rivayette şöyle buyruluyor:

«يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: أَحَبُّ مَا تَعَبَّدَنِي بِهِ عَبْدِي إِلَيَّ إِخْلَاصُهُ لِي»
“Allah buyuruyor ki: ‘Kulumun bana ibadet ederken bana en sevimli gelen şey, bana karşı ihlâslı ve samimi olmasıdır.’” (kudsî rivayet olarak nakledilmiştir)

Yani Allah katında en değerli olan şey gösteriş değil, saf niyet. En sevimli kulluk şekli, en içten olanıdır.

Özetle:

  • Samimiyet kaybolduğunda toplum kalabalığa dönüşür ama kardeşlik olmaz.
  • Samimiyet kaybolduğunda dindarlık dış görüntüye iner ama adalet üretmez.
  • Samimiyet kaybolduğunda söz biter, slogan kalır.
  • Samimiyet kaybolduğunda güç emaneti yozlaşır.
  • Samimiyet kaybolduğunda ticaret helâl olmaktan çıkar.

Samimiyet geri gelmedikçe bu yaralar da kapanmaz.

Ve işte bu yüzden “samimiyet” diyoruz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) başka bir şey söylemedi. Dini tek kelimeyle tarif etti: «الدِّينُ النَّصِيحَةُ»     “Din samimiyettir.” (Müslim)

Samimiyetin Kurduğu Medeniyet

Bu hadislerin hepsi bize şunu gösteriyor: Samimiyet sadece bireysel bir duygu değildir. Samimiyet, niyetin Allah için olduğu ve o niyetin davranışa dönüştüğü anda, bütün toplumun yapısını değiştirir. Yani samimiyet sadece “iyi olmaya çalışıyorum” cümlesi değildir; samimiyet bir toplumsal iklimdir.

Bunu ilk defa hayata geçiren de bizzat Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) oldu. Hangi ortamda? Güzel bir ortamda değil. Tam tersine, çok ağır bir zeminde:

  • Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu.
  • Emek sömürülüyor, zayıfın hakkı güçlüye kurban ediliyordu.
  • Tefecilik insanları borçla köleleştiriyordu.
  • Kabilecilik nefret üretiyordu; herkes kendi grubunu kutsuyor, ötekini düşman görüyordu.
  • “Kutsal” denilen şeyler bile çıkar için kullanılıyordu.
  • Cehalet yaygın, zulüm normaldi.

Peygamberimiz (s.a.s.) böyle bir toplumun ortasına rahmet olarak gönderildi. O, bu ortamda şunu yaptı: Dini sadece bireysel vicdan olarak bırakmadı, toplumsal hayata indirdi. Fıtrata (yaratılış temizliğine) uygun bir hayat kurdu. İmanı, ihlâsı (Allah için yapmayı), samimiyeti, ihsanı (her işi en güzel şekilde yapmayı) hayatın temeline koydu. Böylece Medine ortaya çıktı.

Medine sadece bir şehir değildi. Medine bir “ahlâk düzeniydi”. Bu yüzden biz o döneme “Saadet Asrı” diyoruz. Yani mutluluk çağı.

Buradan şunu söyleyebiliriz:
Dinden Medine doğdu; Medine’den de bir medeniyet doğdu. Bu medeniyet nasıl bir medeniyet?

  • Bu, samimiyet medeniyetidir.
  • Bu, ihlâs medeniyetidir.
  • Bu, fedakârlık, kardeşlik ve ihsan medeniyetidir.

Bu medeniyetin ilkeleri çok netti:

  1. Aç varken tok rahat etmemek.
    Kardeşi açken kendi konforunu kutsamak ayıp sayılırdı. Mümin, kardeşinin derdiyle ilgilenmeyene yabancılaşırdı.
  2. Nifak, ikiyüzlülük ve riya kabul görmezdi.
    Çünkü bu toplumun omurgası güven üzerine kurulmuştu. Güven gidince ümmet dağılır. Bu yüzden rol kesmek, sahte görüntüyle yer edinmeye çalışmak değer kazandırmazdı.
  3. “Aldatan” da “aldanan” da olmamak.
    Peygamberimiz (s.a.s.) “Bizi aldatan bizden değildir” buyurdu. Bu, sadece pazarda tartıyı eksik yapmak değil; güveni kırmak, insanı kandırmak, toplumu istismar etmek anlamına da gelir. Bu medeniyette kimseye “kandırdı ama akıllı adam” denmezdi. Kandıran onursuz sayılırdı.
  4. Mülkiyet, mevki, servet = üstünlük değil.
    Zengin olmak veya makam sahibi olmak, seni Allah katında otomatik olarak değerli yapmaz. Herkes Rabb’in huzurunda eşit yaratılmıştır. Peygamberimizin ifadesiyle, insanlar “tarağın dişleri gibi eşittir.” Yani kimse, parasını ya da unvanını “ben daha değerliyim” diye kullanamaz.
  5. Sahte pozlar yürümüyor.
    Bu medeniyette yapay rol yapmak prim yapmazdı. Çünkü değer, görüntüye değil ahlâka bakılarak verilirdi. Bugün bazen insanlar bir “dini imaj” kurup o imaj üzerinden güç elde etmeye çalışıyor. O medeniyette bu mümkün değildi. Çünkü insanlar birbirini “sloganına göre” değil, “ahlâkına göre” tanırdı.

Bu medeniyetin özü şudur:

  • Samimiyet,
  • İhlâs (Riya karışmamış niyet),
  • Vicdan,
  • İhsan (işi en güzel şekilde yapmak).

Bu medeniyetin kaynağı Kur’an’dı. Kur’an sadece “namaz kılın” demedi; adalet, güven, ahde vefa, kul hakkı, hak yememek, ölçü-tartıda dürüst olmak, umut tacirliğinden kaçınmak gibi konularda toplumsal bir çerçeve koydu.

Kur’an’ın kurduğu ahlâk şunu söyler:

  • Ölçüde ve tartıda hile yapmayacaksın.
  • Yapamayacağın şeyin sözünü verip insanları boş umutla kandırmayacaksın.
  • Emaneti hak etmeyen birine sırf yakın diye vermeyeceksin.
  • Nefsini büyüten gösteriş için yaşamayacaksın.

Bu yüzden bu medeniyet sahici olmak üzerine kuruluydu. Yapmacıklığa yer yoktu.

Müminin hali orada şöyle tarif edildi:

  • Mümin alçakgönüllüdür.
  • Mümin kardeşine hakkı tavsiye eder.
  • Mümin hayırda yarışır.
  • Müminin rekabeti makamda, parada, “kim daha çok görünüyor”da değildir; rekabeti “kim daha çok iyilik yapacak?” üzerinedir.

Bu medeniyette hırs, tutku, tamahkârlık övülmezdi. Bir insana “çok hırslı” demek iltifat değildi. Çünkü kör hırs, insanı başkasının hakkını çiğnemeye götürür. Asıl övülen şey şuydu: gayret. Ama o gayret de şu kayıtla: “Hayır üzere olacak.” Yani çaba, Allah’ın rızasına uygun olacak.

Kısaca söyleyelim:

  • Samimiyet → bireyi temizler.
  • Samimiyet → evi temizler.
  • Samimiyet → toplumu temizler.
  • Samimiyet → adaleti mümkün kılar.
  • Samimiyet → medeniyet kurar.

Bugün bizim yeniden hatırlamamız gereken tam olarak budur:
Biz sadece birey olarak “iyi” olmak için değil, birlikte “daha adil bir hayat” kurmak için samimiyete muhtacız.

Samimiyetin Kaybı ve Bugünün İmtihanı

Bugün İslâm dünyasının en büyük yaralarından biri sadece dışarıdan gelen saldırılar, ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar değil. Daha derin, daha içte bir yara var: samimiyetin kaybı.

Şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız:

  • Dil, ırk, mezhep, meşrep, grup, parti, klik… Bunların her biri üzerinden insanlar birbirine karşı kışkırtılıyor.
  • Ümmet dediğimiz yapı; parçalara, kamplara, çıkar birliklerine bölünüyor.
  • Birlik ve beraberlik konuşmak bile artık bazı yerlerde “saflık” gibi görülüyor.

Öyle bir noktaya geldik ki, “vahdet” (birlik), “kardeşlik”, “beraberlik” gibi kelimelerin bile itibarı düşürüldü. Bunlar sanki bir özlem cümlesi gibi değil de, gerçek dışı bir romantizm gibi anlatılıyor. Oysa bunlar Kur’an’ın canlı emirleri.

Bakın Kur’an ne buyuruyor:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“Şüphesiz müminler ancak kardeştir.” (Hucurât 49/10)

Biz ne yapıyoruz?
Kardeşlik yerine husumeti besliyoruz.
Üstelik bu husumeti de çoğu zaman bizzat kendi ürettiğimiz fikirlerle değil, dışarıdan önümüze sürülen silahlarla yapıyoruz. Yani başkasının ürettiği silahlarla birbirimizi öldürüyoruz. Bu nasıl kardeşlik?

Kur’an bize bir şey daha söylüyor:

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmrân 3/103)

Biz ne yapıyoruz?
Allah’ın ipine tutunup birleşmek yerine, aynı ipi sanki birbirimizi boğmak için kullanıyoruz. Kendi ellerimizle tefrika üretiyoruz. Aynı kıbleye dönmüş insanların arasına suni duvarlar dikiyoruz.

Bu çok ağır bir çelişki.

İşin daha acı tarafı:
Resûlullah (s.a.s.) bizden “emin beldeler” kurmamızı istedi. Yani herkesin canını, malını, onurunu güvende hissedeceği şehirler…
Biz ise bugün İslâm beldelerinde dahi, patlayıcıların gölgesinde yaşıyoruz.
Mabetlerimiz yani camilerimiz, sığınak olması gerekirken bazen çatışmanın ortasına düşüyor. Bu, Peygamberin ümmetine yakışan bir manzara değildir.

Peygamberimiz (s.a.s.) bize ne öğretti?

  • “Kardeşinin günahını ört.”
  • “Kardeşinin ayıbını yayma.”
  • “Mü’min, mü’minin aynasıdır.”
  • “Mü’min, mü’min için bir duvardaki tuğla gibidir; birbirini tutar.”

Biz bugün ne yapıyoruz?

  • Birbirimizin evine kadar girip mahremiyetini ifşa ediyoruz.
  • Sosyal medya denilen kamusal meydanda insanların onurunu parçalıyoruz.
  • Tecessüs (yani insanların özel hayatını kurcalamak) artık utanılacak bir şey değilmiş gibi sergileniyor.
  • “Günahını gizleyeyim, kardeşimin yüzünü ak edeyim” demek yerine, “Ben onu ifşa edeyim de rezil olsun” deniyor.
    Bu, sünnete aykırıdır. Bu, Peygamber ahlâkı değildir.

Resûlullah (s.a.s.) bizden ne istedi? Yardımlaşma, dayanışma, infak.
Biz ne yapıyoruz?
Kardeşimiz açken, yoksullukla mücadele ederken, biz malları yığıp mallarla beraber güç biriktiriyoruz. Malı bir güvenceye, hatta bir üstünlük aracına çeviriyoruz. Orada da samimiyet kayboluyor.

Kur’an bizden ne istiyor?

  • Düşünmemizi, akletmemizi, hikmeti aramamızı istiyor.
    Biz ne yapıyoruz?
  • Kendi aklımızı çalıştırmak yerine, birilerinin hazır düşüncesine sorgusuz teslim oluyoruz.
  • “Akıllar kiraya veriliyor” İnsan bazen iman ettiğini zannediyor ama aslında sadece bir grubun sloganlarını tekrar ediyor. Bu iman değildir. Bu bir bağımlılıktır.

Kur’an bize ne emrediyor?

  • Emaneti ehline verin.
  • Adaleti gözetin.
  • Liyakatle hareket edin.

Biz ne yapıyoruz?

  • Adam kayırıyoruz.
  • Mensubiyet üzerinden iş veriyoruz.
  • Yakınlık üzerinden makam dağıtıyoruz.
  • Sırf “bizden” diye, ehil olmayana sorumluluk veriyoruz.

Bu da samimiyet kaybıdır. Çünkü orada ölçü Allah rızası değil; çıkar, güç, yakın çevre, klik mantığı oluyor. Bu, İslâm’ın kurmak istediği toplumsal yapıyı içerden çökerten bir şeydir.

Burada bir çizgi çekmemiz lazım.
İslâm ne istiyor bizden?

  1. İslâm önce ahlâk ister.
    İslâm’ın hedefi sadece kurumsal yapı kurmak değildir; kalbi, vicdanı, ahlâkı temiz olan bir toplum kurmaktır.
  2. İslâm, “her yol mubah” demez.
    “Ama sonuçta iyi bir şey yapıyoruz” diyerek her türlü kirliliği meşrulaştırmak İslâmî değildir. Hedef kadar yöntem de hesaba gelir. Haram yoldan hayır çıkmaz.
  3. İslâm, “Allah’ın rızasını gözeterek çalış” der.
    Biz ise çoğu zaman güç peşindeyiz.
    Daha fazla nüfuz, daha fazla etki, daha fazla görünürlük, daha fazla kontrol…
    Bunu da “maslahat” diye süslüyoruz.
    Fakat maslahat, Allah’ın rızasını yok sayacak bir mazeret olamaz.

Buradaki en temel cümle şu:
Dindarlık artık sadece ritüeller üzerinden tanımlanamaz.

Elbette namaz var, oruç var, zekât var.
Ama namaz, haksızlığa karşı durmayan bir elde eksiktir.
Zekât, yanında hiçbir vicdan taşımıyorsan ruhunu tamamlamaz.
İnfak, sadece “göstere göstere yardım yaptım” diye story atmak değildir.
İnfak, kardeşinin yoksulluğunu kendinin derdi kabul etmektir.

Biz bugün dinin ruhuna şunu yeniden yerleştirmek zorundayız:

  • Samimiyet,
  • İhlâs,
  • Ahlâk,
  • Emanet bilinci,
  • Kardeşlik hukuku,
  • Kul hakkına dikkat,
  • İlmin ve hikmetin izzeti,
  • Liyakat ve adalet.

Çünkü İslâm’ın istediği toplum modeli şudur:
Toplum, Allah rızası üzerinden kurulur.
Biz ise çoğu yerde toplumu kişisel çıkar, grup menfaati, güç tutkusu ve görüntü siyaseti üzerine kurmaya çalışıyoruz. Tam kopuş buradadır.

O yüzden bu yazının kalbini şöyle sade bir cümleyle özetleyebiliriz:

Samimiyet olmazsa kardeşlik kalmaz; kardeşlik olmazsa ümmet kalmaz.
Samimiyet olmazsa adalet kalmaz; adalet olmazsa İslâm’ın sözü insanların gözünde inandırıcılığını kaybeder.

Demek ki, bugün tekrar samimiyete dönmek sadece bireysel bir “takva romantizmi” değil, ümmetin hayatta kalma şartıdır.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

HIZLI YORUM YAP

porno porno izle porno doeda ramadabet girişsloticaleograndslotdayvenombetdeobetritzbetexonbet girişbetwildradissonbetpashagamingpalacebetmaxwinspinco girişbetsinbetsalvadorpalazzobetroyalbetPalacebetcasinofastslotica girişpalacebetdeobetpalazzobetcasinofastTürk İfşaAltyazılı Porno

bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan