40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
02:00
Bugün çok açık bir problemimiz var. İhlâsı (yani Allah için yapmayı) ve samimiyeti (yani sahiciliği, içtenliği) unuttuk. Yapaylık, gösteriş, vitrin öne çıktı. Belki çağımızın en büyük yarası bu: Doğallığın yerine yapmacıklık koyduk. İçin gerçeği yerine dışın görüntüsünü koyduk. Olduğumuz gibi olmak yerine “nasıl görünürüm?”ü kutsadık.
Bu sadece bireysel bir yorgunluk değil. Toplumsal bir çürüme.
İnsan fıtratını, yani yaratılıştan gelen temiz hâlini yitiriyor. Tabiilik kayboluyor. Kalabalıklar var ama gerçek yakınlık yok. Aynı şehirde yaşıyoruz ama birbirimize uzaklaştık. İnsanlar, insanların arasında ama yalnız. Toplum, toplum gibi değil; yan yana yığılmış bireyler gibi.
Acı olan şu ki, bu yapaylık sadece dünyalık ilişkilerimize değil, dinimize de bulaştı. Dinin dili bile bazen kalpten kopmuş, ruhsuz, mekanik bir hale geldi. Dindarlık ölçülerimizi bile vitrine göre kurmaya başladık. Dış görüntüye, slogana, etiketlere aşırı değer veriyoruz. İman derinliği geri düştü; imaj öne çıktı.
Eskiden söze bakılırdı; şimdi görüntüye bakılıyor. Bugün söz değersizleşti, imaj yüceldi. Hâlbuki söz, emanettir. Söz düşüncedir. Söz candır. Sözü kurtarmadan insanlığı kurtaramayız. Ve ilk kurtarılacak söz, Allah’ın kelâmı (Kur’an) ve Peygamberimizin sözü (sünnetidir). Çünkü din, reklam değil hakikattir.
İşte bu yüzden “samimiyet” diyoruz. Çünkü din dediğimiz şeyin özü, Peygamberimizin ifadesiyle tam olarak budur.
Resûlullah (s.a.s.) bir gün sahabesine şöyle buyurdu ve üç defa tekrar etti:
«الدِّينُ النَّصِيحَةُ» قِيلَ: لِمَنْ؟ قَالَ: «لِلَّهِ، وَلِكِتَابِهِ، وَلِرَسُولِهِ، وَلِأَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ»
“Din samimiyettir. Din samimiyettir. Din samimiyettir.”
“Sana göre samimiyet kime karşıdır, ey Allah’ın Resûlü?” diye soruldu.
O şöyle cevap verdi: “Allah’a karşı, Kitabına karşı, Peygamberine karşı; Müslümanların yönetenlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır.” (Müslim)
Bu ne demek?
Bunun sadece söz olmadığını bize sahabe üzerinden de görüyoruz.
Cerîr b. Abdullah anlatıyor:
Resûlullah’a (s.a.s.) geldim ve “İslâm üzere sana biat etmeye geldim” dedim. O benim ellerimi tuttu ve benden şu sözleri aldı:
«بَايَعْتُ رَسُولَ اللهِ ﷺ عَلَى إِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَالنُّصْحِ لِكُلِّ مُسْلِمٍ»
“Resûlullah’a; namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her Müslümana karşı samimi davranacağıma dair söz verdim.” (Müslim)
Dikkat et: Biatin içinde sadece namaz yok, sadece zekât yok. “Her Müslümana samimi olmak” da var. Yani “Ben kimseyi aldatmayacağım. Kalbimde kin taşımayacağım. Kardeşime tuzak kurmayacağım.” diyor.
Bu şu anlama geliyor: Samimiyet, imanın yanında verilen ahlâk sözüymüş.
Bu samimiyetin bir boyutu da sadece “dil”de değil “ekmekte”, yani kazançta. Din sadece secdeyle değil, cüzdanla da ölçülür. Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor:
«أَفْضَلُ الْكَسْبِ عَمَلُ الرَّجُلِ بِيَدِهِ، وَكُلُّ بَيْعٍ مَبْرُورٍ»
“En hayırlı kazanç, kişinin kimseyi aldatmadan, ihlâs ve samimiyeti bırakmadan elinin emeğiyle elde ettiği kazançtır; dürüst ticarettir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
Yani helâl kazanmak, kimseyi kandırmadan kazanmak, aslında bir ibadet. Samimiyet demek, “Paramın içinde kul hakkı yok” diyebilmektir.
Başka bir hadiste bu daha da sert söylenir:
«مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا»
“Bizi aldatan bizden değildir.” (Tirmizî)
Bu ne anlama geliyor?
Samimiyet sadece ticarette değil, sorumlulukta da sınanır. Görev, makam, yetki, koltuk… bunların hepsi emanettir. Ve burada samimiyet kaybolursa, bunun vebali çok ağırdır. Peygamberimiz (s.a.s.) uyarıyor:
«مَا مِنْ عَبْدٍ يَسْتَرْعِيهِ اللَّهُ رَعِيَّةً يَمُوتُ يَوْمَ يَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لِرَعِيَّتِهِ إِلَّا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ»
“Allah, bir kulunu bir topluluğun başına getirir de o da halkını aldatarak ölürse; Allah ona cenneti haram kılar.” (Buhârî, Müslim)
Bu sadece bir valiye değil; eve babaya, anneye, öğretmene, idareciye, din adamına da söylenmiş bir sözdür. Çünkü herkes birilerinin üzerinde etkili olduğu anda “emanet” taşımaya başlar.
Ve son olarak, samimiyet sadece bireyin Rabbine dönük hâli değildir. Samimiyet, Allah ile kul arasında başlar ama insanda tamamlanır.
Peygamberimiz (s.a.s.) bu ilişkiyi şöyle haber veriyor. Ebû Umâme’den gelen rivayette şöyle buyruluyor:
«يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: أَحَبُّ مَا تَعَبَّدَنِي بِهِ عَبْدِي إِلَيَّ إِخْلَاصُهُ لِي»
“Allah buyuruyor ki: ‘Kulumun bana ibadet ederken bana en sevimli gelen şey, bana karşı ihlâslı ve samimi olmasıdır.’” (kudsî rivayet olarak nakledilmiştir)
Yani Allah katında en değerli olan şey gösteriş değil, saf niyet. En sevimli kulluk şekli, en içten olanıdır.
Özetle:
Samimiyet geri gelmedikçe bu yaralar da kapanmaz.
Ve işte bu yüzden “samimiyet” diyoruz. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) başka bir şey söylemedi. Dini tek kelimeyle tarif etti: «الدِّينُ النَّصِيحَةُ» “Din samimiyettir.” (Müslim)
Bu hadislerin hepsi bize şunu gösteriyor: Samimiyet sadece bireysel bir duygu değildir. Samimiyet, niyetin Allah için olduğu ve o niyetin davranışa dönüştüğü anda, bütün toplumun yapısını değiştirir. Yani samimiyet sadece “iyi olmaya çalışıyorum” cümlesi değildir; samimiyet bir toplumsal iklimdir.
Bunu ilk defa hayata geçiren de bizzat Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) oldu. Hangi ortamda? Güzel bir ortamda değil. Tam tersine, çok ağır bir zeminde:
Peygamberimiz (s.a.s.) böyle bir toplumun ortasına rahmet olarak gönderildi. O, bu ortamda şunu yaptı: Dini sadece bireysel vicdan olarak bırakmadı, toplumsal hayata indirdi. Fıtrata (yaratılış temizliğine) uygun bir hayat kurdu. İmanı, ihlâsı (Allah için yapmayı), samimiyeti, ihsanı (her işi en güzel şekilde yapmayı) hayatın temeline koydu. Böylece Medine ortaya çıktı.
Medine sadece bir şehir değildi. Medine bir “ahlâk düzeniydi”. Bu yüzden biz o döneme “Saadet Asrı” diyoruz. Yani mutluluk çağı.
Buradan şunu söyleyebiliriz:
Dinden Medine doğdu; Medine’den de bir medeniyet doğdu. Bu medeniyet nasıl bir medeniyet?
Bu medeniyetin ilkeleri çok netti:
Bu medeniyetin özü şudur:
Bu medeniyetin kaynağı Kur’an’dı. Kur’an sadece “namaz kılın” demedi; adalet, güven, ahde vefa, kul hakkı, hak yememek, ölçü-tartıda dürüst olmak, umut tacirliğinden kaçınmak gibi konularda toplumsal bir çerçeve koydu.
Kur’an’ın kurduğu ahlâk şunu söyler:
Bu yüzden bu medeniyet sahici olmak üzerine kuruluydu. Yapmacıklığa yer yoktu.
Müminin hali orada şöyle tarif edildi:
Bu medeniyette hırs, tutku, tamahkârlık övülmezdi. Bir insana “çok hırslı” demek iltifat değildi. Çünkü kör hırs, insanı başkasının hakkını çiğnemeye götürür. Asıl övülen şey şuydu: gayret. Ama o gayret de şu kayıtla: “Hayır üzere olacak.” Yani çaba, Allah’ın rızasına uygun olacak.
Kısaca söyleyelim:
Bugün bizim yeniden hatırlamamız gereken tam olarak budur:
Biz sadece birey olarak “iyi” olmak için değil, birlikte “daha adil bir hayat” kurmak için samimiyete muhtacız.
Bugün İslâm dünyasının en büyük yaralarından biri sadece dışarıdan gelen saldırılar, ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar değil. Daha derin, daha içte bir yara var: samimiyetin kaybı.
Şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız:
Öyle bir noktaya geldik ki, “vahdet” (birlik), “kardeşlik”, “beraberlik” gibi kelimelerin bile itibarı düşürüldü. Bunlar sanki bir özlem cümlesi gibi değil de, gerçek dışı bir romantizm gibi anlatılıyor. Oysa bunlar Kur’an’ın canlı emirleri.
Bakın Kur’an ne buyuruyor:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ
“Şüphesiz müminler ancak kardeştir.” (Hucurât 49/10)
Biz ne yapıyoruz?
Kardeşlik yerine husumeti besliyoruz.
Üstelik bu husumeti de çoğu zaman bizzat kendi ürettiğimiz fikirlerle değil, dışarıdan önümüze sürülen silahlarla yapıyoruz. Yani başkasının ürettiği silahlarla birbirimizi öldürüyoruz. Bu nasıl kardeşlik?
Kur’an bize bir şey daha söylüyor:
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmrân 3/103)
Biz ne yapıyoruz?
Allah’ın ipine tutunup birleşmek yerine, aynı ipi sanki birbirimizi boğmak için kullanıyoruz. Kendi ellerimizle tefrika üretiyoruz. Aynı kıbleye dönmüş insanların arasına suni duvarlar dikiyoruz.
Bu çok ağır bir çelişki.
İşin daha acı tarafı:
Resûlullah (s.a.s.) bizden “emin beldeler” kurmamızı istedi. Yani herkesin canını, malını, onurunu güvende hissedeceği şehirler…
Biz ise bugün İslâm beldelerinde dahi, patlayıcıların gölgesinde yaşıyoruz.
Mabetlerimiz yani camilerimiz, sığınak olması gerekirken bazen çatışmanın ortasına düşüyor. Bu, Peygamberin ümmetine yakışan bir manzara değildir.
Peygamberimiz (s.a.s.) bize ne öğretti?
Biz bugün ne yapıyoruz?
Resûlullah (s.a.s.) bizden ne istedi? Yardımlaşma, dayanışma, infak.
Biz ne yapıyoruz?
Kardeşimiz açken, yoksullukla mücadele ederken, biz malları yığıp mallarla beraber güç biriktiriyoruz. Malı bir güvenceye, hatta bir üstünlük aracına çeviriyoruz. Orada da samimiyet kayboluyor.
Kur’an bizden ne istiyor?
Kur’an bize ne emrediyor?
Biz ne yapıyoruz?
Bu da samimiyet kaybıdır. Çünkü orada ölçü Allah rızası değil; çıkar, güç, yakın çevre, klik mantığı oluyor. Bu, İslâm’ın kurmak istediği toplumsal yapıyı içerden çökerten bir şeydir.
Burada bir çizgi çekmemiz lazım.
İslâm ne istiyor bizden?
Buradaki en temel cümle şu:
Dindarlık artık sadece ritüeller üzerinden tanımlanamaz.
Elbette namaz var, oruç var, zekât var.
Ama namaz, haksızlığa karşı durmayan bir elde eksiktir.
Zekât, yanında hiçbir vicdan taşımıyorsan ruhunu tamamlamaz.
İnfak, sadece “göstere göstere yardım yaptım” diye story atmak değildir.
İnfak, kardeşinin yoksulluğunu kendinin derdi kabul etmektir.
Biz bugün dinin ruhuna şunu yeniden yerleştirmek zorundayız:
Çünkü İslâm’ın istediği toplum modeli şudur:
Toplum, Allah rızası üzerinden kurulur.
Biz ise çoğu yerde toplumu kişisel çıkar, grup menfaati, güç tutkusu ve görüntü siyaseti üzerine kurmaya çalışıyoruz. Tam kopuş buradadır.
O yüzden bu yazının kalbini şöyle sade bir cümleyle özetleyebiliriz:
Samimiyet olmazsa kardeşlik kalmaz; kardeşlik olmazsa ümmet kalmaz.
Samimiyet olmazsa adalet kalmaz; adalet olmazsa İslâm’ın sözü insanların gözünde inandırıcılığını kaybeder.
Demek ki, bugün tekrar samimiyete dönmek sadece bireysel bir “takva romantizmi” değil, ümmetin hayatta kalma şartıdır.
1
Kadının Sesi ve İslam’daki Hükümleri
10905 kez okundu
2
İslam’da Aile
8068 kez okundu
3
Mâtürîdîlik ve Eş’arîlik: Ehl-i Sünnet Kelâmında Benzerlik ve Farklar!
2293 kez okundu
4
MÜSLÜMAN OLDUĞU BİLİNEN BİR KİMSEYE KAFİR DEMENİN HÜKMÜ?
2012 kez okundu
5
İmanın en önemli esaslarından birini ahlâk teşkil eder.
1973 kez okundu
bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan