Bedir Haber

Dil

Dil
Sadık Doğu( sadik.dogu@bedirhaber.com )
323 views
23 Ocak 2016 - 7:10

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا اَذًى وَاللّهُ غَنِىٌّ حَليمٌ
Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.(Bakara 263)

İmam Buhari’nin Sahih’inde rivayet ettiği bir hadîslerinde Allah Rasûlü, şöyle buyurmaktadırlar : “Kim bana, iki çene ve apış arası mevzuunda söz verir kefil olursa, ben de ona cennet için kefil olurum.”

Bunu söyleyen, Allah Rasûlü’dür. O, bir insanın neye kefil olup neye olamayacağını herkesten iyi bilir. Cennet’e kefil olacağını söylüyorsa, mutlaka olacaktır. Zira, kardeşim deyip bağrına bastığı Osman b. Maz’ûn gibi bir sahabî hakkında hanımlarından birinin: “Cennet kuşu oldun gittin” demesine karşı çıkmış ve: “Ben Allah’ın Rasûlü olduğum halde bilmiyorum, sen onun cennetlik olduğunu nereden bildin?” demişti.

Demek oluyor ki, ağzına ve apış arasına sahip çıkacağına dair söz veren ve verdiği sözde duran bir insana, Allah Rasûlü cennet sözü verirken, bunu hevâ ve hevesine göre söylemiyor. Mutlaka Cenâb-ı Hakk’ın bu mevzuda bildirdiği bir şeye binaen böyle bir vaadde bulunuyor.

Zaten O, hiçbir zaman Cenâb-ı Hakk’ı kendi hevâ ve hevesine göre konuşturmadı. Böyle bir sükûttan O, her zaman muallâ ve müberrâ bulunmaktadır. Öyle ise dedikleri, aynı hak ve hakikattır, va’dettiği de günü gelince muhakkak olacaktır.

Eğer sen, iki çene arasındaki dilini koruyabilir ve apış aranı muhafaza ile iffetli yaşayabilirsen, hiç tereddüt etmeden söylüyorum ki şayet ahirette, zebaniler seni derdest edip Cehenneme doğru götürecek olurlarsa, avazın çıktığı kadar bağırıp, Rasûlullah’ın sana kefil olduğunu haykırabilirsin. Senin bu sadâna: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın şefaat ve kefaleti bir imdad olarak yetişecektir.
Allah Rasulü, mahrem uzvun adını söylemiyor.. onun yerine iki bacak arası tabirini kullanıyor. Bu, O’nun yüce edebinin bir tezahürüdür. Zaten O, her zaman bizler için, gayet tabiî ve fıtrî olan şeyleri ifade ederken dahi, öyle kendine has derin bir edep içinde olmuştur ki, bazılarımızca en sevimsiz gibi görünen şeyler dahi, birden insanın gözünde sevimli birer tablo haline gelivermiştir.

O, ahlâk; karakter, seciye ve tabiatıyla güzelliklere programlanmış bir insandı.
İşte bak, insanlar arasında zikri utandırıcı olan bir uzvu zikredilecekken, Allah Rasûlü, kendine has güzellik içinde bu uzva telmihte bulunuyor, “iki bacak arası”, tabirini kullanıyor. Ne diyeyim, “güzellere peyrev olan elbet güzeldir..”

Yine Buhâri’nin naklettiği bir başka hadîste Efendimiz, şöyle buyurmaktadır : “Gerçek müslüman, elinden dilinden müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimsedir. Hakiki muhacir de, Allah’ın yasak ettiği şeylerden uzaklaşıp onları terk edendir.”

Hakiki müslüman, emniyet ve güven insanıdır. Öyle ki, diğer bütün müslümanlar, zerrece herhangi bir kuşku ve tereddüte düşmeden ona sırtlarını dönebilirler. Zira bilirler ki, ondan kimseye zarar gelmez. Ailelerini birine emanet etmeleri icap etse, gözleri arkada kalmadan ona emanet edebilirler. Çünkü onun elinden ve dilinden asla kimseye zarar gelmez. Onunla bir mecliste beraber bulunduktan sonra, o meclisten ayrılan insan, arkasından emindir; zira bilir ki, arkada kalan o insan, ne kendisi gıybet eder, ne de yanındakilerinin gıybetini dinler. O, kendi haysiyetine, şerefine düşkün olduğu kadar, bir başkasının haysiyetine, şerefine de o kadar düşkündür. Yemez, yedirir. İçmez, içirir. Yaşamaz, yaşatır. Ve bir başkası için füyûzat hislerinden dahi fedakârlıkta bulunur. Biz, bütün bu ma’nâları, lâm-ı tarifin aynı zamanda “hasr” ifade etmesinden çıkarıyoruz.

Efendimiz’in her ifadesinde olduğu gibi, söz konusu ettiğimiz ifadesinde de kullanılan her kelime, dikkatle seçilmiştir. Görülüyor ki burada da yine elden ve dilden bahsedilmektedir. Diğer azaların değil de sadece bu iki uzvun zikredilmesinde elbette birçok nükte vardır.

İnsan bir başkasına vereceği zararı iki türlü verir. Bu, ya vicâhî, yüz yüze veya gıyabî yani arkadan olur. Vicâhî zararı el, gıyabîyi de dil temsil eder.

İnsan karşısındakine ya bizzat tecavüzde bulunur ve onun hukukunu çiğner, ya da, gıyabında onun gıybetini yaparak, hakir ve küçük düşürerek hukukuna tecavüz eder. Bu iki çirkin durum da mü’minden hiçbir zaman sadır olmaz. Çünkü o, ister yüz yüze olduğu insanlara, isterse hazır bulunmayanlara karşı hep mürüvvetle davranır.

Ayrıca Efendimiz, lisanı elden önce zikrediyor. Çünkü, elle yapılacak zarara, karşı tarafın mukabele imkânı ihtimal dahilindedir. Halbuki, arkadan yapılan gıybet veya atılan iftira, ekseriyetle karşılıksız kalır. Dolayısıyla, rahatlıkla böyle bir hareket, fertleri, cemiyetleri hatta milletleri birbirine düşürebilir. Dille yapılabilecek zararların takibi, vicâhî olarak yapılmak istenenlere nisbeten daha zordur. Onun içindir ki, Efendimiz, dili, ele takdim etmiştir. Diğer taraftan, bu ifadede, müslümanın Allah katındaki değer ve kıymetine de işarette bulunulmuştur. Müslüman olmanın Allah katında öyle bir değer ve kıymeti vardır ki, bir başka müslüman ona karşı elini ve dilini kontrol altında bulundurması gerekmektedir.

Cihanşümul emniyet ve esenlik düşüncesiyle gelen İslâmiyetin önemli bir ahlâkî buudu, müslüman ferdin, maddî-ma’-nevî kendine zarar veren şeylerden uzaklaşması ise, diğer ehemmiyetli bir derinliği de, az dahi olsa, başkalarına zarar vermemektir. Zarar vermek bir yana, toplumun her kesiminde, emniyet ve güveni temsil etmektir. Evet, müslüman, sînesinde taşıdığı emniyet duygusu ve yüreğinin güvenle atması ölçüsünde hakîkî müslümandır.. ve hakîki bir müslüman da gezip-dolaştığı; oturup-kalktığı hemen her yerde “esselâm”kaynaklı bu hisse tercümandır: O, mü’minlere uğradığında selâm verir, emniyet soluklar.. onlardan ayrılırken esenlik diler, ayrılır.. namazın tahiyyatlarını selâmlarla süsler.. ve Hakk’ın huzurundan ayrılırken de mü’minleri selâmlayarak ayrılır. Artık, bütün hayatını böyle selâm yörüngesinde sürdüren bir insanın, kendi temel düşüncesine rağmen, emniyete, güvene, sağlığa ve maddî-ma’nevî, dünyevî-uhrevî selâmete ters bir yola girmesi, kendine ve başkalarına zarar vermesi herhalde düşünülemez…

Hadîsle alâkalı bu kuşbakışı ilk mülâhazadan sonra, yine onun ruhundan fışkıran şu hususlara da bir göz atıp geçelim:

a-Hakiki müslüman, yeryüzünde cihanşümul sulhün en emin temsilcisidir.

b-Müslüman, ruhunun derinliklerinde yaşattığı bu yüksek duyguyu her yerde soluklar-gezer.

c-O, ezâ, cefâ etmek ve zarar vermek bir yana, hatırlandığı her yerde emniyet ve selâmetin remzi olarak hatırlanır.

d- Onun nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, bühtan, tahkîr, tezyîf gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Hatta bazı durumlarda, ikincisi birinciden daha büyük cürüm sayılır.

e– Bir mü’min bu günahlardan bazılarını irtikap etse de yine mü’mindir ve dinden çıkmış sayılmaz. Yani akîdemizce küfür-îmân arası bir mevkî söz konusu değildir.

f- Her mes’elede olduğu gibi, îmân ve İslâm mes’elesinde de, herhangi bir müslümana değil, kâmil müminliğe talip olunmalıdır gibi pek çok şey o mu’ciz beyân lisanda tek bir satıra sığdırılmıştır.

İki Cihan Serveri buyuruyor ki: “Müslümanın İslâmiyetine ait güzelliklerindendir malayaniyi terketmesi…”

Elbetteki, sadece böyle bir tercüme ile Efendimiz’e ait bir sözün derinliğini anlamak, bu kısa ifadenin şumûlünü kavramak mümkün değildir.

Hadîste; mü’minin İslâmiyetinin, ihsan ve itkana ulaşabilmesinin sırrından bahsedilmektedir. Yani pratikte ve dış yönü itibariyle, sağlam, arızasız ve kusursuz bir seviyeye; iç yönü itibariyle de ihsan sırrını temsile ulaşmış bir mü’min, mutlak surette, mâlâyaniyatı terk etmelidir.. terkeder de…

Milattan önce 322-384 yılları arasında yaşayan ve baştan kekeme iken ciddi çalışmalarla Yunanlıların meşhur hatibi olan Demosten, ülkeyi ilgilendiren Önemli bir meseleyi Atinalılara anlatıyor, fakat halk pek ilgilenmiyordu. Bunun üzerine Demosten anlattığı konuyu değiştirdi:

“Bir adam, evindeki eşyalarını diğer köye taşımak için bir eşek kiraladı. Eşeğin sahibi, eşeği ile birlikte gideceğini söyledi, işi bitince hayvanı geri getirecekti. Öğle üzeri, yemek için mola verildi. Güneş, yakarcasına kızdırıyordu. Eşeği kiralayan, hayvanın gölgesine uzanarak dinlenmek istedi. Eşeğin sahibi ‘Olmaz!’ dedi, ‘sen sadece eşeği kiraladın, gölgesini değil. Gölgesinde ben dinleneceğim.’

Eşeği kiralayan, eşeği her şeyi ile kiraladığını söylüyor, hayvanın gölgesinde dinlenme hakkının da kendisinin olduğunu iddia ediyordu.”

Demosten, sözü bu noktaya getirince durdu. Kürsüden ayrılmak istedi. Dinleyiciler hep bir ağızdan, kürsüden inmemesini, eşeğin gölgesinin kimde kaldığını anlatmasını istediler.

Meşhur hatip o zaman bağırarak dedi kî: “Siz ne garip insanlarsınız? Sizi çok yakından ilgilendiren hayatî bir mesele üzerindeki konuşmayı dinlemek istemiyor, . ama eşeğin gölgesi ile ilgileniyorsunuz.”

İnsanların bahsettiği, bahsinden hoşlandığı öyle malayanî meseleler vardır ki, ağızlarını geveze, akıllarını çöplük haline getirmekten başka hiçbir faydası yoktur.

Belki de o boş sözler, akılları, vicdanları atık laflarla kirlettikleri gibi peşlerine gıybet, sefahet ve günahları takıp getirmektedir.

Sükûnet, bir fazilettir, asalettir. Az konuşmak, tekke adabıdır. Dilin onu anması, malayanî, abes, boş laflar konuşmaktan efdal olduğu gibi, kalbe huzur verir. Ve özellikle de, bir nizaya bile değmeyen dünya için kavgalara girmek, gönlü, dünyanın ötelere bakmayan dar ve sığ meselelerine bağlamak, gaye öteler olması gerekirken hep dünyadan konuşmak, kıymet itibariyle eşeğin gölgesinden bahsetmekten farksızdır ki, insanı korkunç bir sükuta atar.

Onun içindir ki Efendiler Efendisi (a.s.v.), Allah’tan bahsedilmeden dağılan bir meclisi, bir leşin etrafına toplanıp dağılanlara benzetir. Bu korkunç bir akıbettir. Zira leşlerin etrafına çakallar, sırtlanlar toplanıp dağılır. Dertleri sadece dişleridir.

İnsan, her gün hayalî dünyalarda memleketler kurmaktan vazgeçmeli, imara yüreğinden ve aklından başlamalı, kendisini ulvî meselelerin bahsinden hoşlanmaya alıştırmalı ve boş sözlerin insanî izzeti lekelediğini unutmamalıdır.

Kâinatın en kerim varlığı en abes şeylerle uğraşsın diye yaratılmamıştır.

Tenbihul gafilinden bir şiirle bitirelim:

Ömrün aşkına, yerini bildiğin şeyler arasıda
Küçük düşüren dil kadar hapse layık olanı yoktur.
Seni ilgilendirmeyen bir söz dilin ucuna gelince
Onu olduğu yere sağlam bir kilitle kitle,
Ağzından çıkan nice söz,
Zamansız öldüren okla karşılanır.
Susmak yersiz konuşmaktan daha hayırlıdır,
Sus ki, selamete eresin, konuşunca da mutedil ol,
Dostlarına karşı aşırı olma,
Nefret ettiklerine karşı ölçüyü kaçırma,
Çünkü, dostundan ne zaman nefret edeceğini bilemezsin,
Tıpkı, nefret ettiklerinle ne zaman dost olacağını bilmediğin gibi, aklını başına topla.
Delikanlının ölümü dil sürçmesinden olur.
Yoksa o ayak sürçmesinden ölmez

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno