Albert Einstein’ın “İnsanın arzuladığı şey kişisel özgürlük ve hayal kurmasına izin veren bir hayattır. Bu da ancak demokratik bir toplumda mümkün olabilir.” sözü, demokratik değerlerin insan yaşamındaki vazgeçilmez rolünü net bir biçimde ortaya koyuyor. Einstein, kişisel özgürlüğün ve hayal gücünün yalnızca demokratik bir toplumda tam anlamıyla gerçekleştirilebileceğini vurguluyor.
Dünyadaki demokratik olmayan devletler, demokratik devrimler gerçekleştirmedikçe ne İslam’ın ne de baṣka dinlerin sistemlerinin doğru yaşanabileceği bir ortamı sunabilir. Aynı şekilde, insanlığın sosyal, ekonomik ve özgür yaşam beklentilerinin karşılanması da mümkün olamaz. Çağımızın ruhu, demokratik değerlerle bütünleşmiş ve başarılarını kanıtlamış örnek ülkelerde kendini gösteriyor. Bu ülkelerin gayri safi milli hasılaları en az 40-50 bin dolar seviyesinde seyrediyor. Bu refah seviyesinden dolayı halkların ne kadar müreffeh yaşadıklarını görmek zor değil.
Öte yandan, demokratik olmayan ülkelerde ekonomik, sosyal, eğitim, hukuk ve özgürlüklerin eksikliği dikkat çekiyor. Bu ülkelerde yönetim, demokratik olmayan yöntemlerle sürdürülüyor ve uluslararası denetim sistemlerine tabi olmuyorlar. Bu ülkelerin çoğunda fakirlik ve yoksulluk had safhada; kast sistemi yaşanmakta. Örneğin, halkın yüzde onu, yüzde doksanının milli gelirini sömürüyor. Bu yüzden yüzde onluk kesim için kendi ülkeleri dünyanın en mutlu yeri haline geliyor. Milliyetçi ve devletçi yaklaşımlarla ülkeyi yönetiyorlar. Sürekli halka sözde milli duyguları pompalıyorlar. Tüm siyasi, askeri, ekonomi ve eğitim sistemlerinin yönetimlerini ellerinde tutuyorlar.
Bazı ülkelerde yarı demokratik sistemler nedeniyle halk, seçimlerde siyasi olarak bu üst kastları iktidardan uzaklaştırabiliyorlar. Ancak, bu gruplar önceden tayin ettikleri statükocu bürokratlarını kullanarak yeni gelen siyasi iktidara huzur vermeyebiliyorlar. Ekonomik spekülasyonlarla ciddi krizler çıkarabiliyorlar ve yönetim problemlerini körükleyebiliyorlar. Hatta darbeler yapabiliyorlar; dünyadaki bütün darbelerin arkasında dış güçler değil, kendi ülkelerindeki statükocu gruplar bulunuyor.
İran, Irak, Libya, Mısır, Cezayir, Rusya, Tunus, Fas, Yemen gibi pek çok ülke bu örnekler arasında yer alıyor. Afrika ve Asya’daki birçok ülkede de durum farklı değil. Güney Amerika’da da benzer sorunlar yaşanıyor. Bu sorun, ne sadece Müslümanların, ne diğer dinlere mensup olanların, ne de ateist komünist yönetimlerin sorunu. Esas sorun, totaliter yönetimi elinde bulunduran ülkedeki yüzde onluk üst kastın ürettiği bir sorundur. Sistemi sömürmekten kaynaklanıyor ve bu durumdan kurtulmanın tek çaresi demokratikleşmekten geçiyor.
Eğer demokratik gelişim dünyanın her ülkesinde gerçekleşmezse, dünyayı büyük bir mülteci akını sorunu bekliyor. Baskı rejimlerinin altında yoksullaşan halklar, hayalleri sömürülerek ve söndürülerek ülkelerini terk etmek istiyorlar. Gençler, öğrenim hayatlarını demokratik ülkelerde sürdürmek ve bu ülkelerin üniversitelerinde okumak istiyorlar. Bu durumu tetikleyen en önemli faktör, gelişen dijital sistemlerle dünyanın her köşesini anında görebilme ve kıyaslama imkanı bulmalarıdır.
Demokratikleşmek, tüm insanlığın hızla odaklanması gereken bir değerdir. Eğer bu gerçekleşirse, dünya, çeyrek asır sonra alt üst sınıfların, savaşların, tehditlerin, göçlerin ve gözyaşlarının sona erdiği bir yer haline gelebilir. Bu karmaşanın ve fakirliğin panzehri eğitimdir; ardından hukuk, adalet ve vicdan özgürlüğü gelir. Bu sağlandığında, dünya insanlığı kendini güvenli, mutlu ve mesut bir hayatın içinde bulur ve herkes için eşit şartların olduğu bir dünya oluşur.
Einstein’ın dediği gibi, özgürlük ve hayal gücü ancak demokratik bir toplumda mümkün olabilir. Dünya, demokratikleşme yolunda ilerlerse, sınırlar kalkar, kavgaların yerini sevgi, barış, ve ekonomik rekabet alır ve herkes için daha yaşanabilir bir dünya mümkün olur. Bu da benim hayalimdir umarım hayallerim tüm dünya insanlığı icin gerçek olur. Vesselam.
5.8. 2024 Helsinki
M.Abdurrahman Koyuncu