Değişim ve dönüşüm, dinî ve ahlâkî hayatın temel unsurlarındandır. Peygamberler ve indirilen kitaplar, insanlığın doğru yola yönelmesi ve ahlâkî gelişimini sağlaması için gönderilmiştir.
Değişme söz konusu olmasaydı peygamberler gönderilmez, kitaplar indirilmez ve ilahi emirler, haramlar, helaller de olmaz, insanlar bir kısım dinî mükellefiyetlerle sorumlu tutulmaz, insanlık yerinde sayardı. Dinin aydınlık ikliminde, kömür mahiyetinde olan insanlar arasından elmas ve cevher mahiyetine sahip insanlar çıkmazdı. Oysaki önümüzde sahabe gibi örnek bir nesil bulunmaktadır. Sahabe, cahiliye döneminin karanlıklarından çıkarak büyük bir ahlâkî ve imanî dönüşüm yaşamış, böylece insanlık tarihinde örnek bir toplum oluşturmuşlardır. Bu, dinî öğretilerin insanların hayatında nasıl köklü değişiklikler yapabileceğinin en güzel örneklerinden biridir. Hayatımızda değişmeyen tek şey, değişimin kendisi olabilmelidir. Zira dünyaya geldiğimiz anda başlar değişim, dünyadaki canlı cansız diğer tüm varlıklar gibi bizler de değişiriz. Marifet baştan neysen o olarak kalmak değil, zaman içinde her konuda daha iyiye, daha olumluya doğru gelişmek ve daha aydın, daha çok hayırlara koşan, daha bilge, daha hoşgörülü, affedici, sevgi dolu bir insan olabilmektir. Bir gün hızla koşan bir gün küsenler gelişememiş, geri kalmışlardır, durağan su gibi kokuşmaya mahkumdurlar.
Hz. Adem’den bu yana insanlığa gönderilen peygamberler, iman hakikatları sabit olmak kaydı ile içinde bulundukları toplumlarda önemli değişim ve dönüşümlerin yaşanmasına vesile olmuşlardır. İnsanlığa sundukları ilâhî mesajlarla, onların hangi alanlarda nasıl bir değişim yaşamaları gerektiğini göstermişlerdir. O güne kadar toplumda yaygın olan bâtıl inançlar, yanlış uygulamalar, sapkın fikirler, fasit âdetlerle mücadele etmiş ve bunların yerine doğru olanları yerleştirmişlerdir. Peygamberlerin insanlığa sunduğu ilâhî mesaja kulak verenler itikadî, fikrî, amelî ve ahlakî planda bir gelişim ve değişim geçirmişlerdir.
Aziz müminler!
Her insan farklı bir fıtratla yaratılmıştır ve bu farklılıklar, onların dinî yükümlülüklerini yerine getirmesinde etkilidir. İslam dini, bu farklılıkları göz önünde bulundurarak insanlara hitap eder ve her bireyin kendi istidadına göre dini yaşamasına olanak tanır. Örneğin, Hulefa-i Raşidin, Peygamberimiz’in (s.a.v.) yolunu takip etmiş ve kendi mizaçlarına göre dini yaşamada farklı derinlikler ve enginlikler sergilemişlerdir. Peygamberlik kaynağından çok iyi istifade etmişlerdir. Fakat onların her biri kendi mizaç ve tabiatına göre peygamberlik ufkuna ait farklı bir derinliği temsil etmiştir. Aynı kaynaktan beslenseler de aldıkları şeyler kabiliyetlerine göre farklılık arz etmiştir. Hz. ebu Bekir döneminde yapılan hizmetlerle Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali dönemi aynı yönde ama farklılıklar arz etmektedir. Dine hizmet adına yapılan işler ve bu işleri yapan insanlar her zaman peygamberimiz ve sonraki dönemdeki raşit halifeler gibi zamanın ruhuna uygun işler ve hizmetler ortaya koyarak yollarına devam etmeliler. Yurtla başlayıp yurtla kalmak, ya da okul açıp sadece okulculuk da ısrar etmek bir yerinde saymışlık olur zira Allahın dini için hayırlı işler yapmak isteyen insanlar dönemin ihtiyaçlarına göre yurttan okula, okuldan üniversiteye oradan da kültür merkezlerinden gazetelere dergilere kadar nerede neye ihtiyaç varsa onu zamanın hizmeti olarak bilmeli ve yapmaları, gereken işi kendi dönemlerinde yapıp sonrakilere işleri devretmeliler.
Aziz kardeşlerim!
İnsan nasıl bir fıtrat ve tabiata sahip olursa olsun, hasta olmadığı müddetçe dinin bütün emrettiklerinden sorumludur. Müm’in, “Benim tabiatım bunu yapmaya müsait değil.” deyip Kur’ân ve Sünnet’in herhangi bir meselesine karşı duyarsız davranamaz. Esasen dinlerin, özellikle de İslâm’ın insanlığa sunduğu mesajlar da bütün kabiliyetleri dikkate alan bir esneklik, enginlik ve evrenselliktedir. Dolayısıyla her fıtrat, dinden alması gereken değerleri alarak ondan istifade edebilir ve müspet bir değişim yaşayabilir.
Değerli müminler!
Toplumlar, gruplar ve cemaatler zaman zaman baskın ideolojiler, fantastik düşünceler ve SM tarafından kuşatılarak, insanların kendi inanç ve değerlerini ifade etmeleri hatta rutin işlerini bile yapmaları zorlaşa bilir. Bu baskı altında, bireyler, hatta entelektüeller bile, kendi referans kaynaklarıyla uyuşmayan düşüncelere sapabilirler. Tarihte “İslam sosyalizmi” veya “İslam komünizmi” gibi kavramlar ortaya atılmış ve bu, zayıf düşünceli bireyleri etkilemiştir..Ancak din Allahın teyidi altında olduğu için o günleri de geçerek devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bugün tartışılan bir kısım görüşler ve olaylarda bir gün tarihin derinliklerinde kalmaya mahkum olacaklar. Rabbimiz bu durumu şöyle ifade eder:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ين”Ve eğer size gelen her bilgiye uyacak olursanız, Allah yolundan sapanların yolundan ayrılmazsınız. Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve eger inananlardan iseniz, bize itaat edin.” (Al-i İmran, 100) Yine de insanlar zaman zaman hatalar yapabilir ve yanlış yollara sapabilirler. Ancak, hatalarını fark edip pişman olanlar, doğru yolu bulabilirler. Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında bunun örnekleri vardır. O, en büyük düşmanlarına bile kucak açmış, onların geçmişteki hatalarını yüzlerine vurmamış ve iltifatla karşılamıştır. Ama istikametini bozmadan devam eden üstat Bediüzzamanın etrafındaki insanlar gibi bugün de tartışmaları aşarak esas yapmaları gereken işe konsantre olanlar tarihin hayırla anacağı, Hacı Kemaller, Ali Kervancı ve Ali Açıllar gibi nice güzide insanlar da hep olacaktır.
İnsanlar hayatlarının farklı dönemlerinde günün moda ifadeleriyle veya SM harici tesirleriyle farklı vartaların içine düşebilir, eylem veya fikirlerinde zikzaklar çizebilir, tercihlerinde bir kısım hatalar yapabilirler. Fakat aynı kişiler bir süre sonra yaptıkları yanlışların farkına varıp pişmanlık da duyabilirler veya pişmanlık duyacakları ortam ve imkanları hazırlamak dostlarına düşer. Abdülhamid Han’ın tahtdan indirilmesini savunanlar arasında yer alan Ziya Paşa, bunun akabinde yaşanan felaketlere şahit olunca şu mısraları kaleme almıştır. ‘’Eyvâh bu bâzîçede bizler yine yandık / Zîrâ ki ziyân ortada bilmem ne kazandık.” Ama eldeki değerleri kaybedince ah etmek fayda etmiyor.
Aziz müminler!
Allah Resulü’nün (sav) cahiliyenin karanlıklarından çıkıp yanına gelen insanları karşılama şekli bizim için örnek olmalıdır. Mesela Halid b. Velid Müslüman olduğunda Peygamberimiz önce Allah’a hamdetmiş arkasından da ona’’ الحَمدُ لله الذي هَدَاكَ، قد كُنتُ أَرَى لَكَ عَقلاً رَجَوتُ أن لا يُسلِمَكَ إلا إلى خَيرٍ “Seni hidayet eden Allah’a hamdolsun, sende seni ancak iyiliğe ulaştıracağını umduğum bir akıl olduğunu biliyordum.” demiştir. (Vakidî, Meğâzî, 2/749) Bizim de belli bir dönemde bir o vadide bir bu vadide dolaşmış, dolaştığı her yerden bir yara almış, sonra dönüp yanımıza gelmiş insanlara karşı göstermemiz gereken muamele bu olmalıdır. suçlayıcı sözler söyleyip onları yanımıza geldiklerine pişman etmemeliyiz. Allah Resûlü (sav) gibi onların hak ve hakikati arama teşebbüslerini takdirle karşılamalıyız.
Başkaları farklı yollara sapabilir, inanç ve değerlerinize aykırı davranışlar sergileyebilir, sizi eleştirebilir ve iftiralar atabilirler. Ancak, yaptıklarınızın ilahi rızaya uygun olduğuna inanıyorsanız, vicdanınız yaptıklarınızdan rahatsa, dedikodulara aldırış etmeden yolunuza devam etmelisiniz. Yalanlar ve iftiralar karşısında kimseyi suçlamadan ve nezaketi elden bırakmadan, karekterinize uygun bir şekilde karşılık verip, üslubunuzu korumalı, bir gün bir araya geldiğinizde onlarla kucaklaşabilmelisiniz . Eğer utanacak biri varsa, çok ses çıkaran, gereksiz yere bağıranlar olmalıdır; fakat onları utandırmamak için de siz çaba sarf etmelisiniz. “Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: من ستر عورة أخيه المسلم ستر الله عورته يوم القيامة’Kim (müslüman) kardeşinin kusurlarını örterse, Allah da kıyamet gününde onun kusurlarını örter.'” (Müslim, Birr, 72)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُؕ اِدْفَعْ بِالَّتٖي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذٖي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَمٖيمٌ”İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde önle. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34) Biz affedici olursak Allah da bizi affeder, biz başkalarının kusurlarını yüzlerine vurmazsak Allah da bizim kusurlarımızı yüzümüze vurmaz, biz Allah’ın kullarını utandırmazsak Allah da bizi utandırmaz.
Aziz kardeşim!
Günah ve negatif değişimin yoğun olduğu bu asırda müspet olmayan rüzgarlardan koruyup bizleri bir arada tutatacak yegane şey kardeşliktir. Kur’an ve Sünnet, Müslümanları kardeşlik içinde yaşamaya davet eder ve aralarında adaleti, sevgiyi ve hoşgörüyü tesis etmelerini emreder. Çünkü kardeşliğin temeli, hüsnü zan, empati ve adalettir. Peygamber’in şu çağrısı, kardeşliğin empati üzerine kurulduğunun isbatıdır: لا يؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه “Sizden biri kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (hakiki manada) iman etmiş olmaz.” (Buhari, Kitabu’l-İman 6). Sadece müslümanlara değil, inandığımız değerlerimiz, herkese iyilik yapmayı, bulunduğumuz her beldeye bir katkı sağlamayı tavsiye ediyor. Işimiz yoldaki dikenlere takılmadan hizmet… hep bir empati ile hayır yapıp hayır bulmak, hayır dua etmek modundayız. Önümüzdeki büyüklerden hep böyle gördük. Hayırla yadettiklerimiz ve halen hayırlı hizmetlerde rehberimiz olan büyüklerimiz Aymazlar, Büyükçelebiler, Şerif Aliler hep bu hayrın banisi ve taşıyıcısı oldular.
Aziz müminler!
“Takdir-i Hüda kuvve-i bâzû ile dönmez, Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez!” Mevlâ’nın yaktığı bir meşaleyi ne dünyanın maddî güçleri, ne dünyanın karanlık şeytânî desîseleri, ne de dünyanın helâl da olsa câzibedâr nimetleri söndüremediği gibi, bu meşaleyi elde tutmanın karşılığında Allah’ın rızâsından başka hiçbir bedel de istenmez. Çünkü meş’ale Hakka aittir, Haktan geliyor, Hak için geliyor!.. işte biz de o Hakkın kuluyuz! Ve eğer elimize kulluk adına bir vazife ihsanı ilahi olarak tutuşturulmuşsa, şükür içinde o işi tutmakla yükümlüyüz!
Biz Müslüman olarak dünyada da, âhirette de Allah’ın takdirine teslim oluruz, boyun eğer, râzı oluruz. Şüphesiz Allah’ın lütfundan ve rahmetinden Cennete girmeyi istediğimiz gibi, Cehennemden kurtulmayı da isteriz. Bu başka şeydir. Çünkü istemek kul olarak bize düşer. Biz, “قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ” ‘’Biz Allah için varız ve Allah’a döneceğiz.’’ âyetinde de ifâdesini bulduğu gibi Allah için varız, Allah için yaşarız, Allah için ölürüz ve Allah’a döneriz. Çünkü imanımız ve iyi amelimiz Allah’ın ihsanıdır.
Hizmet Allah’ın Dâvâsı çünkü meş’ale Allah’ın meş’alesi. Din Allah’ın dîni. Biz de günahlarımızla, kusurlarımızla, hatâlarımızla Allah’ın kullarıyız. Biz günahımızı görmekle, Tövbe etmekle, iyi amel yapmakla yükümlüyüz. Fakat tövbemizi ve iyi amelimizi birer gurur heykeli yaparak Allah’tan hak dâvâ etmek gibi bir konumda değiliz. Yarın âhirette Allah’tan herhangi bir şekilde hak dâvâ etmek için burada bu hizmetin içinde bulunuyor değiliz. Çünkü, üzerimizde şükür borcumuz var. Eksiğimizle, kusurumuzla onu yapmakla meşgulüz.
İçinde bulunduğumuz hizmet, dünyada hak ettiğimiz için elimize verilmiş olmadığı gibi, yarın âhirette bir hak dâvâ içine girelim diye de elimize verilmiş değildir. Bizim yerimizde pekâlâ Allah’ın başka kulları da olabilirdi ve biz burada olacağımıza pekâlâ batıl bir inanç veya zalimler içinde de olabilirdik! Bundan dolayı kendimizi şanslı görebiliriz –bunun için de şükür borçluyuz-; fakat bunu kendi kerametimize veremeyiz.
Rab Olarak Allah’tan Razı Olmak “Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu! Cemiyetin, îmânı nâmına bir Saîd değil, bin Saîd fedâ olsun! Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur.” diyen büyük üstad bu dâvâya yaklaşımını özetlediği gibi, bu dâvânın yükünü omuzunda taşıyanların yaklaşımını da özetlemiş, bir yol harîtası çizmiştir.
Bu yol haritasında, Allah rızâsı için adım atmak vardır. Allah’a karşı ne dünyada, ne âhirette herhangi bir şekilde bir beklenti ve iddiâ sahibi olmak yok, Allah’a ‘’ŞÜKÜR BORCUNU’’ ödeme gayreti vardır. Allah’ın takdirini lütuf bilmek ve Rab olarak Allah’tan râzı olmak anlayışı vardır!
Aziz kardeşlerim! Kardeşlik ve sevgi, tohumla toprak, meyveyle yaprak, etle tırnak kadar birbirine yakın, birbirine yakışan, birbirinden ayrılmaz iki hakikat. Kardeşlik sevgiye mensup, sevgi kardeşliğe MEFTUNDUR. Kardeşlik, sevgi ve huzurun yeşerdiği toprakta yeşerir. Onun için insanlığın en büyük âşıkları, insanlığa en büyük kardeşliği hatırlatanlar olmuştur. Zaten kin ile din bir arada durmaz. Mü’mine kin duyan bir kalpte DİN duramaz. Bunun içindir ki, Rabbimiz bize şu duayı talim ettirir: وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla göçüp gitmiş mü’minleri bağışla ve kalplerimizde imanda sebat edenlere ilişkin en ufak bir kin ve nefret bırakma! Rabbimiz, elbet sen pek şefkatlisin, çok merhametlisin!” (Haşr 59/10).
Kardeşlik aşkına Allah’ı dinleyin, Allah aşkına kardeş olun! وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın!” (Âl-i İmran, 103). Bu ifadeyi Allah Rasulü şöyle tefsir etmiş: وحبل الله هو القرآن “Allah’ın ipi Kur’an’dır” ( Tirmizî, Menakıb 31). Şu halde Allah’ın emri açık: “Kur’an’a hep birlikte sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın!” Efendimiz’in “Allah’ın ipi”ni Kur’an ile açıklaması sebepsiz değil. Zira kardeşliğin kanununu ancak Allah yazabilirdi. Vahiy işte Allah’ın yazdığı ebedî kardeşlik kanunudur. Eğer mü’minleri, vahiy ve onun mahsulu olan hizmetler de kardeş kılamayacaksa, iman ettiklerini iddia ettikleri Allah’ın kitabı ve ona hizmet birleştiremiyorsa bu zümreyi, onları başka ne birleştirebilir ki?
Kardeşlik aşkına Peygamber’i dinleyin, Peygamber aşkına kardeş olun! Peygamber’in Veda Hutbesi bir kardeşlik manifestosudur. إن دماءكم وأموالكم وعفتكم تستحق احترام بعضكم البعض؛ كما أن يومكم هذا، هذه البلدة، شهركم هذا يستحق الاحترام “Kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız birbiriniz için hürmete layıktır; tıpkı bu gününüz, bu beldeniz, bu ayınız nasıl hürmete layıksa…” derken kardeşliğe çağırıyordu. Yine,، كلنا من آدم وآدم من تراب “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız Âdem ise topraktandır” derken kardeşliğe çağırıyordu. Şimdi sıra kardeşlikte!
Aziz sadık kardeşlerim.
Uhut savaşında 700 sahabeden 70 kişi şehit olmuş, yüzlerce kişi yaralanmış, Medine de her evde hüzün ve ağlama vardı. 2 ay sonra kurban bayramı vardı. Böyle bir atmosferde nasıl bayram yapacak ve nasıl sevineceklerdi? Allah’ın şanlı elçisi çevre köy, kasaba ve şehirlere haber gönderip onları Medineye davet etti. Kadın-erkek, çocuk-genç-ileri yaşlarda müminler tekbirlerle akın akın Medineye geldiler. Allah’ın Resulü Ğamame meydanında kurban bayramı namazı kıldırdı, sohbet etti, dua yaptı. Erkeklerden ayrı, bayanlardan ayrı sadaka topladı. Sonra onları çocuklara ve ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Kurbanlar kesildi. Hep beraber yemek yediler. Sevgi, coşku, heyecan ve ümitleri şahlandı. Hep beraber sevindiler ve mutlu oldular. Medine şehrini matem havasından sevince ve neşeye dönüştürdü. Çünkü bayramlar Allah’ın ümmete bir hediyesidir. Sevinme, barışma ve diyalog kurma günleridir.
Gönül eri müminler. Kurbanlar vererek, bularak, hediyeler ayarlayarak dünyanın her tarafındaki insanlara sevgi, şefkat ve kardeşliğe, diyalog köprüleri kurmaya vesile olacak salih ameller işlediniz. İnsanların, özellikle gönül coğrafyamızdakilerin bayramlarda sevinmelerine vesile oldunuz. Adeta bütün yeryüzünü sevince ve mutluluğa kavuşturdunuz. İnsanlar sizi çok sevdi, Allah Teala da sever inşallah.
Bayramlar; hakiki tevhidi akılla anlama, kalple tasdik etme, dille söyleme ve ruhla şahlanarak yaşama zamanlarıdır.
Bayramlar; Kurbanlık ve hediyelerle bütün dünyaya barış, sevinç, neşe, mutluluk ve diyalog kurma fırsatlarıdır.
Bayramlar; Akraba, dost, arkadaş ve komşularımızı ziyaret ederek kardeşliği oluşturma zamanlarıdır.
Bayramlar; her türlü günahlardan kurtularak Allah’ın rızasını kazanma rampalarıdır.
Bayramlar; Her dil, her renk ve her milletten insanlarla diyalog köprüleri kurma vesileleridir.
Bayramlar; Ruhunun ufkuna yürüyen mümin kardeşlerimizin ve hizmet arkadaşlarımızın mekanlarının cennet, makamlarının Firdevs olması için dua etme günleridir.
Bayramlar; Küskün ve dargınların barışarak Yüce Allah’ın rızasını kazanma fırsatıdır.
Yüce Allah bizleri dünyada sevinçli ve neşeli, ahirette de gerçek
bayramlara ulaştırsın. Bayramımız mübarek olsun.
Derleyen
Erdal Atak