Bedir Haber

CEMAATLER Mİ DEVLETE SIZIYOR YOKSA SİYASİLER Mİ CEMAATLERE SIZIYORLAR

CEMAATLER Mİ DEVLETE SIZIYOR YOKSA SİYASİLER Mİ CEMAATLERE SIZIYORLAR
Abdurrahman koyuncu( abdurrahmankoyuncu@bedirhaber.com )
434 views
18 Aralık 2019 - 0:01

Cemaatlerin, tarikatların tarihi ve varoluşları cumhuriyetle birlikte değil hatta osmanlıdan da daha eski; tam manası ile Emevi ve Abbasi dönemi ile başlar.
Emeviler ve Abbasiler döneminde yöneticilerin yaptıkları haksızlıklara açıkça karşı çıkmış, onların yanlışlarını her zamanda ve şartta söylemekten çekinmemişlerdir devrin ülemaları. Nitekim Abbasi Halifesi el-Mansur, kendi saltanatını meşrulaştırmak için İmam Azam’a Bağdat baş kadılığını teklif etmiş ancak İmam Azam, tüm baskılara rağmen bu görevi kabul etmemiştir. Bunun üzerine hapse atılmış, işkence görmüş ve dövülmüştür. Kısa süre sonra da şehit olmuştur.
Ebu Hanife, 14 Haziran 767 tarihinde 68 yaşındayken Abbasi Devleti dönemimde Bağdat’da zehirlenerek şehid edilmiştir. Sonraki dönemlerde de kimi cemaat, kimi tarikatlar devlet idarecilerine biat etmişler, kimisi de daima haksızlıklarla savaşarak,karşı çıkmış ve kavga etmiştir. Cemaat ve tarikat liderleri olan ülema ve ümeranın kavgalarında kısa vadede ümera güç kullanıp
(devlet idarecileri) galip gelse de uzun vadede ülemanın haklılığı ve iade-i itibarları verilmiştir. Bir başka örnek ise Birinci Dünya Savaşına katılmış olan ve Ruslara esir düşerek üç yıl esaretten sonra Balkan’lar üzerinden İstanbul’a gelen, oradan da Ankara Hükümetine yardım etmek için Ankara’ya gelen Said Nursi’dir. Said Nursi burada gördüğü adaletsizlik ve haksızlıkları dile getirir. Bundan dolayı Hz. Said-i Nursi’ye de şark umum vaizliği yani diyanet reisliği teklif edilmiştir ki yeter ki idareyi eleştirmekten vaz geçsin! Ancak Hz. Said Nursi bu teklifi reddedip, Van’da bir mağaraya sığınarak inziva hayatına girmiştir. İdare onu orada da rahat bırakmamış, cebren getirip Burdur’da zindana kapatmışlar. Tabi her devirde biat eden menfaat şebekeleri olmuştur ve zalim idareciler de olmuştur. Aynı zamanda onlar da tarihin çöplüklerine defnedilmişlerdir. Ama İmam Azam örneğinde olduğu gibi günümüze kadar bu kavga devam ede gelmiştir. Bütün bu bilgiler ışığında,cemaatlerin mi devlete yoksa devletin mi cemaatlere sızdığı konusuna değinmek gerekir. Cemaatlerin hiç bir silahlı gücü yoktur. Kendisini korumakla mükellef olan devletin sınırları içinde hayatını idame etmek zorundadırlar. Bunun dışında hiç bir şansları da yok o devletin sınırını terk ettikleri andan itibaren göçmen durumuna düşerler. Bırak liderliklerini sürdürmelerini, aynı zamanda malları, canları, ırzları, çocukları yani herşeyleri tehlikeye düştüğü gibi her an öldürülme veya sınır dışı edilme riski ile de karşı karşıyadırlar. Dünya kuruldu kurulalı bu değişmeyen bir kuraldır. Anlaşılacağı gibi hiç bir cemaat lideri ve tebası bu riski göze alamaz ve yaşadığı topraklarda devletin kanunlarını ihlal etmeye yeltenemez. Bunu yapmak akılla, mantıkla ve yaşama felsefesiyle asla bağdaşamaz ve tam ters orantılıdır. Yani anlaşılıyor ki; geçmişten bu yana hiç bir cemaat, tarikat ve sosyal grup devlete sızmamıştır ve sızmaya yeltenmemiştir. Hatta kendilerinin var olabilmesi uğruna, o devletin asli unsuru olmak için, devletin idaresine destek olurlar. Asıl mesele devlet ve gruplar değil, devletin idaresine geçici gelen siyasilerdir. İşte onlar sızmayı gerçekleştirmeye çalışan idarecilerdir. Bu siyasiler millete hizmet etmek amacıyla geçici olarak milletten vekalet alıp, bir süreliğine idareye gelirler. Ama ne hikmetse geldikleri gibi de hiç gitmek istemezler. Bu isteklerine binaen o koltukta kalma stratejilerini geliştirmeye başlarlar. Bu stratejilerle oy devşirmeleri ve devşirdikleri oyları da sabitlemeleri gerekir. Bunu yapmadıklarında uzun vadede kalamazlar. Doğal olarak toplumun büyük kısmı çeşitli tarikat ve cemaatlere parsellenmiş durumdadır. Bu durumu meydana getiren sorun da ayrı bir yazının konusudur. Hatta bunun hakkında yazılan ciltlerle kitaplar var. Daha da yazılsa kütüphanelere sığmaz. Bu konuda Hz. Bediüzzamanın da işaret ettiği noktalar vardır.
“Cehalet, fakirlik ve tefrikayı yenmeliyiz”
“Kardeşliği ilim ve hikmetle yeniden tesis edelim” sözüyle aslında;
1-Kalkınma ve ilerleme ancak halkların yardımlaşması ve omuz omuza vermesiyle gerçekleşir.
2-Cehaleti yenmek, ancak ilim ve hikmete sarılmakla mümkündür.
3-Fakirliği yenmek, ancak çalışmak ve üretmekle mümkündür der.
Evet bu üç unsuru çözülürse bu mesele de otomatik olarak hallolur. Nedir bu üç mesele, tekrar gözatalım birlikte:
Cehalete karşı ilim ve fen eğitimini önerir, zarurete karşı ise sanayi toplumunu geliştirmeyi önermektedir. Asrın sizi zorladığı sanayi devrimi olmazsa olmazınızdır. En önemli madde ihtilaftır ki buna karşı da birleşmeyi, millet olarak hatta müslümanlar olarak birlikte hareket etmeyi öne sürer. Bu son maddeyi gerçekleştiremezseniz eğer diğer iki maddeyi gerçekleştirme şansınız yoktur der. Örnek olarak da gelişmiş ülkeleri verir. Çünkü onların hepsi birinci dünya savaşından sonra, ilk olarak halkları ile oturup bu ülke hepimizindir derler. Almanı, Fransızı, İngilizi, Vikingi, İsveçlisi, Finlandiyalısı yok; tek düşman komünizmdir diyerek kolları millet olarak sıvamışlar çünkü dinlere saldırıyor demişler. İşte hem sanayi devrimini, hem cehalet devrimini, hem birlikteliğin temeli olan demokrasiyi geliştirerek; kollektif hale dönüştürerek AB’yi kurmuşlar ve bunu birlikte başarmışlar!
İşte Bediüzzaman Hazretleri de bu noktada batı aleminden farklı düşünmeyerek bu maddeleri önermiştir. Şam Emevi Camiinde, bir cuma hutbesinde bu üç düşmana karşı; sanat, marifet, ve ittifak yapmakla mücadele edeceğiz, edemezsek eğer yüz yıllar boyu mağlup yaşayacağız der. Onun için zaman tarikat, tekke ve zaviye devri değil; zaman birlikte kollektif şuurla hizmet etme zamanıdır. Hem dini, hem milli, hem de maddi olarak bunu başarmalıyız der. Ey osmanlının son tekke-zaviye alimleri! Aksi taktirde yaptığımız iş deve kuşunun saklanma işine benzer. Deve kuşu çölde avcıdan saklanmak için başını kuma gömerek kendini sakladığını zanneder. Avcıya daha rahat yem olmak için bilmeden kendi kendini hedef haline getirir. Aynı hutbede şu enfes tespiti de yapar: “Aklın nuru fünunu medeniyedir. Vicdanın ziyası da ulumu diniyedir.” Bu iki unsur gelecek yüzyılların başarı parametreleri olacak ve hatta kıyamete kadar bunu başaranlar galip olacaklardır der.
Sızma konusuna dönersek; siyasiler malesef eskiden olduğu gibi cumhuriyetten sonra da hatta 1960 ihtilalinden sonra, ülkemizde bu tarikatlara-cemaatlere sızma işini cok ciddi bir şekilde yönetmişler ve yönlendirmişler. Bu sosyal toplumlara sızmışlar. Çok acımasız bir şekilde toplumumuzu kendi siyasi çıkarları uğruna hem cahil hem fakir hem nifak içinde parça parça olarak harcamışlardır. Onlar sırça köşklerinde otururken, ülkenin gayri safi milli hasılasını yandaşlarına, akraba ve taluklarına pay ederken; tarikat-cemaatlerin arasına istihbarat elemanlarını salmışlardır. Koro halinde, hep bir ağızdan günün imam azamlarını nifak üzere ilan edecek derecede manipülasyona hazır hale getirerek, günü geldiğinde hedef gösterirler. Tarikat, cemaat, sosyal grup farketmez düğmeye bastılar mı, direkt kafir, münafık, ajan, işbirlikçi ilan edilirler. Çünkü “Konu vatansa, gerisi teferruattır!” düşüncesini çoktan işlemişler ve zavallı halk da öyle sanar. Böylece seçimler yenilenir, koltuklar garantilenir. Görev tamamdır. Koltuk sallanıncaya kadar da yeni kurbanlar, yeni hedef tahtaları hazır hale getirilir. Tabi bu durum ülkemizde kırk yılda dört darbe ile sonuçlandı. Yoksa koltukta oturanlar gitmiyor, ülkenin önünde güvenlik sorunu haline geliyorlardı. Darbeciler de kendilerine durumdan vazife çıkararak, anayasanın 35. maddesini bahane edip, meşru haklarıymış gibi sürekli ültimatom vererek darbeler yaptılar. Biz de olduğu gibi bütün islam ülkelerinde aynı durum söz konusu maalesef. Peki batı dediğimiz, kafir dediğimiz ülkeler ne yapıyorlar bu sırada? Uzaya çıkıyorlar, Marsa çıkıyorlar, binlerce kilometre uzaklığı vuracak füzeler geliştiriyorlar. Peki onların cemaatleri, tarikatları yok mu? Hepsi var. Hatta taraftarları on milyonları buluyor. Kiliseleri devlet kadar zengindirler. İnsanlar akın akın servetlerini kiliselere bağışlıyorlar. Peki neden onlara da devlete sızmıyor?İşte püf noktası burasıdır. Hiç bir cemaat, tarikat ve sosyal grup elinde silahlı askeri, polisi, istihbarat teşkilatı olan devlete sızamaz. Dünyanın en zayıf ülkesinde bile bu durum aynıdır. Peki neden bu ülkelerde bir şey olmuyor? Çünkü devlet, milletine sızma saçmalığını 15-16. yüzyıl Rönesans döneminden itibaren farkedip, birinci dünya savaşında tamamen bitirmiştir. Devlet bu yanlışını tesbit etmiş ve milletini birbirine düşürmekten baz geçmiştir. Çünkü devlet milletten oluşmaktadır. Millet olmasa devlet asla yoktur! Gel gör ki bizim ülkemizde tarikatlar, cemaatler,sosyal gruplar devlete sızmadıkları halde devlet bu grupların yakasından olmuyor. Ne yazık ki ülkemizi, geleceğimizi ve çocuklarımızın geleceğini; bu kendini devlet sanan siyasiler her devirde çalmıştır ve çalmaya da devam ediyorlar. Cehaletin bittiği, fakirliğin son bulduğu, nifakın ve ayrılığın yok olduğu, milleti birbirine düşürme arzusunun bertaraf edildiği; sevginin, hoşgörünün, diyaloğun hakim olduğu, kollektif şuurlu günleri hasretle beklemekteyiz. Ümit, arzu ve dualarımızın kabul olması dileği ve temennisi ile. Kalın sağlıcakla…

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno