Cahil cesur olurmuş. Olmasa keşke! Biraz susabilse, biraz durabilse, biraz Kabul etse hiç de bir şey bilmediğini. Korkak olsa bazen de…
Geçenlerde okuduğum bir habere göre dünyanın yaklaşık üçte biri savaş halindeymiş. Bu oranın ne kadar sayıda insana karşılık geldiğini bilecek kadar bile matematikten haberim olmasın istedim o haberi okuduğum an. Ne acı.. Cahil bırakılmış insan toplulukları bir süre sonra içinden çıkılamaz bu savaş halinin tam ortasında buluyor kendini. Müslüman alemi olarak ne yazık ki bizlerde bu durumun en muzdariplerindeniz desem yalan söylemiş olmam sanırım. İzlediğim ve okuduğum şeyler yüreğimi dağlıyor. Her gün denizinde, karasında acı çeken, zulüm gören, çaresizce oradan oraya savrulan insanlar, anneler, evlatlar…
Allah’ı bilmemek cahilliğin ta kendisi elbette ama Allah’ı bilip O yokmuş gibi (haşa) yaşamanın bir adı yok sanırım henüz. En çirkini buymuş gibi geliyor bana. O’ndan haberdar olup Kendisini tanımamak için uğraşan cahilden beter bizler… Kastım sadece dinî içerikli kitapların okunup Rabbimizin bizden istediğinin bulunmaya çalışılması değil. Tabi ki insan,hayatının hiç bir döneminde bu konuda araştırma yapıp öğrenmekten geri bırakmamalı kendini ancak sadece bununla uğraşmak suretiyle kainat kitabını okumaktan da vazgeçmemeli. Zira bu ikisi birbiri olmadan olmaz; eksik kalır.
Üniversitede okuduğum bölüm gereği bitkilerle ilgili epey bilgi edinmiştim. Hala bu konuda öğrenmeye devam ediyorum. Ölene kadar da devam etsem bitecek gibi değil. Milyonlarca çeşit ağaç, çalı, yer örtücü; tek yıllıklar, çok yıllıklar; her dem yeşiller, yaprağını dökenler; sarıdan kırmızıya sonbaharda renklenenler; yaz başı çiçeklenenler, yaz sonu çiçeklenenler, yapraklanmadan önce çiçeklenenler, hiç çiçeklenmeyenler; meyvesi yenilenler, meyvesi yenilmeyenler; dikenliler, dikensizler;mis gibi kokanlar, yanına bile yaklaşılmayanlar; yaprağının altı tüylü olanlar, yaprağının üstü tüylü olanlar, yaprağının iki yüzü tüylü olanlar, yaprağında hiç tüy olmayanlar; dişliler, dişsizler; gövdesi kabarık kabarık dokulu olanlar, gövdesi kağıt gibi soyulanlar; güneşi sevenler, gölgeyi sevenler; suyu sevenler, suyu sevmeyenler; kazık köklüler, saçak köklüler… Bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Daha yazmadığım onlarca farklı özellik var bir ağacın hangi ağaç olduğunu anlayabilmek için. Bütün bu çeşitlilikten öğrendiğim her bir bilgi kırıntısı beni her seferinde Yaratanın kudreti karşısında bir kez daha hayrete düşürüyor. Kendimi hayran olmaktan alamıyorum. Dünya bu kadar güzelse Cennet nasıldır diyorum. Bu benimkisi o kadar bilim dalından sadece birinin bilmem kaçıncı dereceden bir konusunun içeriği. Varın geri kalanı siz düşünün. Gözle görebildiğimizden bile ancak bu kadar faydalanabiliyorsak ve hala incelenmemiş onca yaratılmış varsa, peki göremediğimiz yerin, suyun, gökyüzünün binlerce kat derinliklerinde daha kim bilir ne yaratılmışlar var hal diliyle Allah’ı anlatan.
Benim aklım hala bir dokunuşla insanların nasıl bu kadar birbirine yakın olabildiğine ermiyor mesela. Işığın ve renklerin küçücük bir cam ekrana nasıl iletildiğini anlamıyorum. Aslında gayet de matematik gerektiren bir bestenin nasıl olurda insanın kalbine ve ruhuna hatta beynine etki edebildiğini kavrayamıyorum. Milyonlarca kilometre ötedeki bir ısı kaynağının bize milyonlarca yıldır nasıl tükenmeden vazife yaptığına hayretle şahitlik ediyorum… Kısacası azıcık aklımın aldığı ile alamadıklarından ürperiyorum. Ve bütün bunlar karşısında kendisini düşünmeye itmeyen insana acımaktan başka bir şey yapamıyorum.
Aylarca sadece bir hayvanı inceleyebilmek için ormanlarda yatıp kalkanlar, çıplak gözün görmediği hücrelerle yıllarca uğraşanlar, bilim dünyasının kıymetli araştırmacıları… Düşünsenize bu insanların her birinin Allah ve Peygamber sevgisinden haberdar olduğunu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşlarıyla beraber bir cemaat yapıp az önce yaptıkları bir deneyin şükrü ile secdeye gittiğini… Aklında ocaktaki yemeği, yarım kalmış dizisi değil de son incelediği bitkide bulduğu şifanın hayretiyle kıyama durduğunu…
Bilim Allah’ı tanımanın sadece bir yolu. Bunun sanatı var, okuru var, yazarı var… Gözlemlediğim hangi alan olursa olsun kendisini geliştirmeye başlamış bir insan eğer ahlakî değerleri de oturtmuşsa tarifi olmayan bir “kalite” kazanıyor. Öyle çok konuşmuyor. Temkini elden hiç bırakmıyor. Hep tatlı bir heyecanı, zarif bir duruşu oluyor. Biraz da korkak oluyor. Neden mi? Bulduğu Rabbi’nin karşısında hata yapmaktan, yalan konuşmaktan, iftira atmaktan, dedikoduya sebep olmaktan, hiç değilse kelime israfından…
Müslümanlar olarak bizler, Allah’ı,doğar doğmaz kendilerine emanet edildiğimiz anne-babalarımızdan öğrenecek kadar şanslıyız. Böyle büyük bir nimeti kendimizi cahil bırakmak suretiyle heba edersek bunun vebâlini ödeyebilir miyiz bilmiyorum. Tek bildiğim şu insanlığın kurtuluşunun cesur cahillerin elinden olamayacağı.