On bine yakın müslümanın yaşadığı bu güzel beldede, önceleri Robenson krizonun ıssız adasını yaşar gibiydim.
Çevremizdeki köylere gidip, dom kültür tabir edilen kültür salonlarında, Lenin heykellerinin altında Kura’n-ı Kerim öğretmeye, din derslerine, yüzlerce insanın katılımını görünce açılmaya başlamıştım. Çok ciddi teveccüh vardı, talebi karşılayamıyorduk. Oldukça kalabalık kesimlere Rabbim ulaşmayı nasip etmişti.Kadınıyla erkeğiyle yaşlısı ve çocuğuyla coşkulu bir katılım vardı ramazan ayına ve dinimizi öğrenmeye. Ülkeme, şahsıma, mukaddeslerimize gösterilen ilgi ve alakayı kelimelere dökemem.
Öğretmen ve öğrencilerle tanışmaya başlamış, lisede, haftada birer saat din kültürü ve ahlak dersleri vermeye başlamıştım. Bu arada 7-8 kişilik öğretmen gurubuyla da ders öncesi ön çalışma yapmaya da başlamış olduk.
Öğrenciler artık beni okul çıkışı camide buluyorlardı . Bütün sıkıntılara rağmen bu günler benim hayatımın en unutulmaz günleriydi ve doğrusu keyfime diyecek yoktu. Zaman tünelinin, bazen kum saatine dönüştüğü, bazen karadenizin üzerine çöken derin akşam kızıllığının, sevinçlerimin üzerine çullanarak bağdaş kurup beni hüzne boğduğu olurdu. Vatanıma hasrettim. Akşamın hafakanları bir karabasan gibi çökerdi bazen. Otel odasında yalnızlığıma mı ağlıyayım, çaresizliğime mi, buralarda İSLÂM’in garipliğine mi?
Görünmez aşina bir çehre rehgüzarından
Ne gurbettir çöken yarab,
İslamın diyarında
Umar mıydın mabetler ibadetler yetim olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesli meyusun
Umar mıydın cemaat bekleyip durdukça mimberler
Dikilmiş dört direk görsün,serilmiş bir yığın mermer
Umar mıydın tavanlar yerde yatsın, rahneden bitab
Eşiklerden yosun bitsin örümcek bağlasın mihrab
Diyen şairin gemisine kürek çekerdim karadenizin öbür ucundan.
Türkiye Türkçesine ne kadar hasret kaldığımı aylar sonra İstanbul’dan gelen bir iş adamının ağzından dökülen cümleleri işittikten sonra hissetmiştim. Neler söylediği önemli değildi benim için ama ayrılırken çok sıkı sarılmıştım ona. Itrinin
“Tedailer üzgünse, oyada laledir kalp. Üslup aynada gezer,titrer neyde ıstırap” dizelerinden de hoş gelmişti kulağıma.
Evet bahar gelmiş,yapraklar yeşermiş, akşam kızıllığı bile rengini, adeta pişmanlığını örtercesine, denize silueti düşmüş, arguvan ağacının mor renklerine dönüştürmeye başlamıştı. Elif artık sadece Anadolu güzeli değil, alfabenin ilkiydi, arkasından sürüklediği 28 tane dilberle de peygamber beyanında belirtilen “Femi Muhsin”lerin ağzından okunandı, öpülendi.