DOLAR

38,0272$% 0.01

EURO

41,1366% 0.03

STERLİN

49,2405£% -0.02

GRAM ALTIN

3.685,85%-0,05

ONS

3.016,15%-0,12

BİST100

9.715,58%4,48

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul KAPALI 13°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a

Bir buçuk milyar müslüman O'nu dinliyor

Bir buçuk milyar müslüman O'nu dinliyor
0

BEĞENDİM

**’0′ dünyanın en büyük müzisyeni**
Mustafa Itrî Efendi, İstanbul’un Mevlânâkapısı civarında, o zamanki adı ile ‘Yapılan’, bugün Yayla ya da Yaylak denen semtte doğdu.  Itri Efendi’nin ailesi ve hayatı hakkında elimizde sınırlı bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiler, Şeyhülislâm Esad Efendi’nin Atrabü’l-Âsar’ı ile bazı şairler tezkerelerinde bulunan bilgilere ve kulaktan ku­lağa gelen bir takım söylentilere dayanır. Elde bulunan bütün kaynaklar, doğum tarihinin 1630 ile 1640 yılları arasında olabileceği noktasında birleşmektedir. Buhûrîzâde’nin asıl adı Mustafa, Itrî ise mahlasıdır. Buhûri’nin güzel kokularla münasebetinden dolayı, yine güzel koku ile nisbeti olan Itrî mahlasını almıştır. Buhûrîzâde’liğinin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, babasının veya dedelerinden bir tanesinin İstanbul’un büyük camilerinden birinde ‘Buhurca’ olduğu düşünülebilir; çünkü, bu camilerdeki imam, müezzin, kayyum gibi vazifelilerin yanı sıra bir de buhurculuk işleriyle uğraşanlar bulunurdu.

Mûsikî sanatında dehâ mertebesindeki ustalığı, hat sanatı ile Divan şiirine, Arapça ve Farsça’ya derin vukufundan dolayı çok iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılıyor. Zamanına göre iyi bir öğrenim görmüştür. Ustalarından birinin Hâfız Post olduğuna kesin gözüyle bakılır. Nasrullah Vâkıf Halhalî, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi 17. yüzyıl bestecilerinden de yararlandığı düşünülmektedir. Çağının kaynakları, onun Mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da, bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Yenikapı Mevlevihanesi’nin o zamanki şeyhi Câmî Ahmed Dede’ye (?-1671) kapılanmış, müzik sevgisiyle Mevlevi olmuştur.

**Beş padişah dönemini yaşadı,yaşadığı sürece saygı gördü**

Ünü Sultan IV. Mehmed (Avcı Mehmed) döneminde parlamaya başladı. O çağ Türk Mûsikîsi’nin ünlü ustalarının yetişmiş olduğu ve mûsikîmizin zirveye tırmandığı yıllardı. Itrî’ye çok değer veren bu padişah kendisini sık sık saraya davet eder, bestelerini bizzat kendi sesinden dinler ve takdir ederdi. En yakın dostu ise Kırım Hanlarından Selim Giray Han idi. Selim Giray Han boş zamanlarını Çatalca civarındaki Kadı Çiftliği’nde geçirir, burada Itrî, Hafız Post, Yahya Nazîm Çelebi, Seyyid Nuh, Tanburî Mehmed, Santurî Ali (Ali Ufkî Bey), Kemanî Hüseyin gibi ünlü sazende ve hanendeleri ve o zamanın ünlü şair ve edebiyatçıları ile sohbet eder, mûsikî dinlerdi. Bunun için Itrî, bu sanatsever devlet adamından her zaman yardım ve ilgi gördü. Bu büyük sanatkâr IV. Mehmed, III. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed olmak üzere beş padişah dönemini yaşadı; yaşadığı sürece saygı gördü. Sultan IV. Mehmed dö­neminde geçimini sağlamak üzere, 1694 yılında ‘Esirciler Kedhüdası’ oldu. Şeyhi bu olayı şu satırlarla anlatıyor: “…_Ilm-i Edvâr’da mahir ve fenn-i mûsikîde akranı nadir olmağın merhum Han-ı Gazi Hazretlerinin Meclis-i Hümâyûnlarına dahil ve bînihaye-i ihsan ü âtuya nail olduğundan maada kendi arz-ı hâli mucibince bâhatt-ı humayûn-i saadet akrûn ber vech-i teyid esirciler kedhüdası unvanına ifâ buyurmuşlardır..”_

Itrî uzun yıllar Enderun’da müzik öğretmenliği ve hanendelik yaptıktan sonra, elli yaşına doğru emekli olarak saraydan ayrıldı. Ancak, müzikteki ünü Lale Devri’nde artarak sürdü. Meyvecilik ve çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul’un ünlü Mustabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da, çiçek merakına bağlanır.

**Müziğe yeni bir hava
**Itrî dinsel müziğe yepyeni bir hava getirmiştir. Dinsel yapıtları, cami ve tekke müziği örnekleri olarak ikiye ayrılır. Teravih namazı sırasında makam değiştirme kuralıyla, camilerde müezzinlerin uyguladıkları çeşitli kuralların Itrî tarafından konulduğu söylenir. Bayram namazlarında okunan Segâh Kurban Bayramı Tekbiri, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan Segâh Sal-ât-ı Ümmiye, Mâye Cuma Salâtı, Dilkeşhâveran Gece Salâtı, 300 yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş yapıtlardır. Özellikle ilk ikisi çok kısa birer cümle içinde yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk müziğinde benzersiz bir sanat gücü taşırlar. Mevlevihanelerde, sema törenlerinde, ayinden önce okunan, Rast Naat-ı Peygamber, Itrî’nin Mevlevi müziğine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ’nın bir şiirinden alınan yapıtta, güfte ile beste yetkin bir biçimde bütünleştirilmiştir. Bu naatın, bestelenmesinden sonra Mevlevihanelerdeki her sema töreninde okunması bir gelenek haline gelmiştir. Segâh Ayin’i ise, bu türün ilk güçlü örneklerinden biridir. Günümüze ulaşan yapıtlarının çoğunda mistik bir hava vardır. Bu yönü bir ölçüde, Mevlevi olmasına bağlanabilir. Seçtiği formlar için en uygun anlatımı bulan Itrî, cami müziği olarak bestelediklerinde, derin bir dindarlık duygusunu, Mevlevi müziği yapıtlarında, tasavuffi bir içe dönüş heyecanını dile getirmiş, din dışı yapıtlarında ise, yoğun müzik cümleleri arasında beliren düşünceli ve düşündürücü bir tavrı benimsemiştir.

Sanatı değerlendirilirken, üslubunun niteliği ile yapıtlarındaki teknik özellikler birbirine bağlı iki düzey olarak ortaya çıkar. Itrî’nin müziği 17. yüzyılda henüz oluşum aşamaları içindeki bir müzik üslubunda ‘klasik’ diye nitelendirilebilecek özellikler taşır.** **Kişisel duygu ve düşüncelerini dile getirmediği, bütünüyle kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiştir. Müziğinin dengeli, oturmuş bir yapısı vardır; yapıtlarının en dokunaklı bölümlerinde bile, duygusallıktan, abartmadan, gereksiz süslemelerden kaçınmıştır, cümleleri açık seçik ve berraktır.

**Onun müziği makam ve geçki zenginliği taşır**

Yapıtlarının ezgi yapısındaki özellikler ise, sanatının ancak teknik bir inceleme çerçevesinde değerlendirilebilecek başka bir yönüdür. Hiçbir bestesinde alışılmış ezgi örneklerine rastlanmaz. Belli bir makamdaki yapıtı, başka bir bestecinin aynı makamdan bir yapıtıyla karşılaştırıldığında, o makamı çok farklı buluşlar, taklit edilmeyen, benzersiz deyişlerle işlediği görülür. Bir makama bağlı müzik cümlelerini sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınmış, en uzak perdelere dek uzanarak, zor olanı gerçekleştirmeyi yeğlemiştir. Böylece ezgilerini dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarmıştır. Onun müziği bu bakımdan makam ve geçki zenginliği taşır. Bu zenginlik, kullandığı usuller için de geçerlidir. Notasıyla günümüze ulaşamamış parçalarının güfteleri ile usullerini veren eski kaynaklarda, çok ender kullanılmış usullerde bile yapıt bestelediği görülmüştür.

Itrî, Şeyhülislam Esad Efendi’nin belirttiğine göre, bini aşkın beste yapmış olan çok verimli bir bestecidir.** **Bunların büyük bir çoğunluğu unutulmuş ya da kaybolmuştur; bugün ancak kırk dolayında yapıtı bilinmektedir. Günümüze kalan pek az yapıtıyla bile bugün de Klasik Türk müziğinin en başta gelen birkaç ustasından biri kabul edilmesi, sanatında ki olağanüstü özelliklerin bir sonucudur.

Mustafa Itrî Efendi’nin ölüm tarihî Şeyhülislâm Esad Efendi ve Mustakîm-zâde Sadeddin Efendi’ye göre 1712, Şeyhî ve Salim’e göre 1711’dir. Mûsikî tarihi araştırmacılarına göre 1711 yılı daha uygun sayılıyor. Yenikapı Mevlevihânesi dışına defnedilmişse de, daha sonra yapı­lan araştırmalara rağmen mezartaşı bulunamamıştır. “…Seksen yıla yaklaşan bir hayatın son senesi üzerine kapanan sahife şu mısralarla biter:

‘Buhûrîzâdeyi bûyâ-i bezm-i adn ide Allah’ 

**Itri hattatlığı**
Türk Güzel sanatlarının hemen hemen hepsinde hüner sahibi olan Itrî, Taliyk türü yazıda usta bir hattattı. Yazı derslerini, aynı zamanda iyi bir Divan şairi Siyahî Ahmed Efendi’den meşk etti. Bu konuda Hafız Post Mecmuası’na yazmış olduğu yazılardan fikir edinilebiliyor. Başka bir yazı örneği günümüze gelmemiş­tir. Mustakîm-zâde yazı sanatımızda ‘Hattat-ı Fahir’ olduğunu söyler.

**İcrakârlığı**

Esad Efendi ünlü eserinde Itrî’nin sesinin güzel olmadığından söz eder. Oysa şair ‘Safai ile Salim, padi­şahın huzurunda Itrî’nin bulunduğu mûsikî meclislerinde diğer hanendelere ağız açtırmayacak kadar güzel sesli olduğunu söyler ki, yaşadığı devirde yalnız bestekârlıkla değil iyi bir hanende olarak da sevilen, takdir edilen Itrî’nin Esad Efendi’nin dediği gibi kötü sesli olduğu kabul edilemez. Sadeddin Nüzhet Ergun’un çok yerinde değindiği gibi, Esad Efendi Itrî’yi çok yaşlılığında tanımış ve sesini dinlemiş, belki de bu kanı­ya bu yüzden sahip olmuştur. Hanendelikten başka ney çaldığı ileri sürülmüşse de, elde kesin bir kanıt yoktur. Peşrev ve saz semaisi gibi saz eserleri bestelemesi bu söylentileri güçlendirecek niteliktedir.

**Bestek****ârlığı**
Itrî, Türk Mûsikîsi içinde yetişmiş en kudretli bestekârların başında gelir. Klâsik mûsikîmiz onun kişiliğinde doruk noktasına ulaşmıştır.** **Merâgalı Hoca Abdülkâdir’le şekillenen formlar onun dâhiyane buluşları ile erişil­mesi güç bîr kalıba dökülmüş, yüzyıllar boyunca kendisinden sonra gelen büyük bestekârların hemen hemen hepsini etkilemiştir. Makamlarımızın seyir ve karakterine vukufu, eşsiz ritm anlayışı ve form bilgisi, melodik cümle yapısı içinde uygulamış olduğu modülasyon tekniği gibi özellikleriyle bulunduğu yüceliğe hakkıyla ulaşmıştır. Elimizde sayılı örneği bulunan bu eserlerin analizinden dinî ve din dışı eserlerinde, her iki mûsikî türünün sanat anlayışında bir bütünlük, fakat duyuş ve anlayış açısından dinî heyecanla din dışı duyguları birbirine karıştırmadığı dikkati çeker, ilâhi bir vecd içinde mistik ilhamları melodilerle süslerken, aşıkane söylenmiş şiir­lere yine aşıkane duyguların seslerle örülmüş mûsikî cümlelerini ustaca giydirir**. **Bu dönemin sanat anlayışına göre bestelemiş olduğu en ağır, en tantanalı eserlerinin yanı sıra, bizzat kendi şairane tabiatından kaynak­lanan, hece vezni ile söylemiş olduğu bir şiirine yaptığı şarkı ile bu beste formunun ilk örneklerinden birini vermiştir.

**
Onun eserleri, ‘taklidi kabil olmayan’ eserlerdir**

Eserlerine güfte olarak Fuzulî, Nev’î, Şehrî, Nabî ve yakın arkadaşı olan Nazîm’in, bazılarında da ken­di şiirlerini kullanmıştır. Dinî mûsikîmizin âyin, na’t, tevşih, durak, ilâhi, salât, tekbir gibi her formunda eser vermiştir. Segah makamındaki Mevlevî Âyini, Beste-i Kadîmler ve Derviş Mustafa Dede’nin bayatı maka­mındaki âyininden sonra beşinci âyindir. Bundan başka Na’t-ı Mevlânâ, Kurban Bayramı Tekbir’i, Cuma Salası, ilâhi gibi eserleri en büyüğünden en küçük formuna kadar ‘taklidi kabil olmayan’ eserlerdir. Bu eserler mistik bir heyecanın, bir neşvenin seslendirilmiş en içten, en başarılı birer mahsulüdür. Bir Kur­ban Bayramı tekbiri bile onu yalnız yaşadığı çağda değil, bugün de bütün İslâm dünyasında bütün tazeliği ile yaşatıyor.

Din dışı eserlerinin başında gelen neva makamındaki kâr’ı başlı başına bir sanat olayıdır. Bu eser onun olgun ve engin sanat anlayışının eşsiz bir örneği olarak klâsik mûsikî repertuarımızın başında gelir. Hattâ eserin şöhreti daha sonraki çağlarda Divan Edebiyatı’nın bir mazmûm’u, bir esprisi haline gelmiştir. Enderûnlu şair Vasıf Osman Bey II. Sultan Mahmud’a sunduğu bir manzumede,

_“Seninçün beslemiş güller bu günâgün ezhârı”_

_“Senin zevkin için meşk eylemiş bülbül Neva Kâr’ı”_

yazar. Güfte,  Şark’ın en meşhur ve en lirik şairlerinden biri olan Şirazlı Hâfız’ın iki gazelinden alınan aşıkâne yedi mısradır.  

**Edebi kişiliği**

Itrî’nin hayat ve sanatı hakkında bize bilgi veren kaynaklar, onun mûsikîşinaslıktan başka (şiir bahçe­sinde güzel sesli bir bülbül) olduğunu, Itrî mahlası ile nice eserler ve tertipli bir divanının bulunduğunu, şairler arasında isim ve şöhret yaptığını bildiriyor. Bugün ortada yoktur. Fakat yazma mecmualarda na’t, gazel, şarkı, tarih manzumeleri, Nabî’nin bazı gazellerini tahmis, bazılarına nazire’leri vardır. Bütün bunlardan Itrî’nin de Divan Edebiyatı’nın icabettirdiği bilgileri bilen, bu edebiyatın estetik ve esprisini anlamış, kavramış bir şair olduğunu öğrenmekteyiz. O da başkaları gibi, edebî kabiliyetini geçmiş zaman­lardan kendi zamanına kadar gelerek nazım alanında kök salmış nevilere göre geliştirdiği, his ve hallerle ördüğü mısralardaki, beyitlerdeki renkleri, desenleri o devrin modasına uydurmayı başarmıştır. Çünkü rengi, deseni başka türlü olan sözlere o zamanlarda kimse değer ve önem vermezdi. Itrî’nin bir şair olarak ye­tişmesinde, olgunlaşmasında çağdaşı Urfa’lı Yusuf Nabî’nin nüfuz ve tesirinin olduğu, onun manzumeleri üzerine tahmis etmek, nazire’ler söylemek yolu ile başkalarınkinden fazla eğilmesinden anlaşılır.”

Kaynak: Mutriban.com

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.