BEDİÜZZAMAN VE ABDÜLHAMİD HAN’IN KAVGA ETMESİ DOĞRU MU?

BEDİÜZZAMAN VE ABDÜLHAMİD HAN’IN KAVGA ETMESİ DOĞRU MU?

BEDİÜZZAMAN VE ABDÜLHAMİD HAN’IN KAVGA ETMESİ DOĞRU MU?
Abdülhamid Han ve Bediüzzaman Sait Nursi arasında neler yaşandı?
Bediüzzaman Said Nursi ve Abdülhamid Han arasındaki ilişkiye dair internet üzerinde bir bilgi karmaşası bulunmakta ve ne yazık ki bu bilgilerin pek çoğu gerçeği yansıtmamakta… Bu duruma açıklık getirmek adına,
Bediüzzaman ve Abdülhamid Han arasındaki ilişkiyi ve tartışma konusu olmuş bazı noktaları özetlemeye çalışacağım. Olayların geçtiği tarihte yani Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve devletin İçinde bulunduğu zor durumu çözmeye çalışan aydınlar arasında hararetli tartışmalar yaşanıyordu.
Bediüzzaman da bu dönemde doğu halkını medeniyet seviyesine çıkarmak için din ve fen ilimlerinin bir arada okutulduğu bir üniversite inşa etmek için bir rapor hazırlamak istedi. Hatta bu raporu hazırlarken Abdülhamid’den elçiler aracılığı ile ilham aldığına dair bilgiler mevcuttur. Bu düşüncesini sultana aktarmak için İstanbul’a gelmiş, tabii olarak Sultan ile görüşmek istemişti fakat Abdülhamid Han ile görüşmek tahmin ettiğiniz gibi kolay değildir. Devletin içinde bulunduğu durum gerekçesiyle güvenlik önlemleri arttırılmış ve Sultan’ın etrafı devlet içindeki pek çok bürokrat tarafından sarılmıştır. Dönemin sıkıntılarından dolayı ihanet içinde bulunan pek çok devlet bürokrasisi de mevcuttu. Dahiliye ve hariciyede bazı kötü niyetli bürokratlar sarayın yönetimi etrafında ağ örmüşlerdi. Onun için Bediüzzaman ve fikir üreten entellektüellerin saraya girişleri kolay degildi çünkü işlerine gelmiyordu. Bu insanların sarayda boy göstermelerini ve halkın nazarında itibar sahibi olmalarını, bu vesile ile de fikrî bir uyanışın meydana gelmesini istemiyorlardı. Fakat onlar da doğudaki sorunların varlığından gayet tabii haberdardılar. Bu sorunları çözmek için kabul ettikleri görüş, askeri müdaheleye bağlıydı. Küçülecek yeni Osmanlıyı feodalizmden vazgeçmeden kurmak istiyorlardı. Bu da, doğudaki aşiretleri destekleyip güçlendirmekle mümkün olacaktı.
Bediüzzaman ve onun gibi düşünenler ise sorunun çözümünü eğitimde, kalkınmada ve fikir özgürlüklerinin önünün açılmasında görüyordu. Toplum hızla modern eğitime entegre edilebilirse; hem kalbî hem fikrî; yani müsbet ilim olan batının da kabul ettiği ve üzerinden başarıya hızla yelken açtığı; müsbet fen ve bilim eğitiminin yerleşmesinden yanaydılar. Bunun yanında dini eğitim almak isteyenler için de ilahiyat tipi üniversitelerin kurulması hedeflerinden biriydi. Bu üniversitelerde sadece din ilimleri olmamalıydı. İşte temeldeki görüş ayrılıklarının sebebi de buydu. Bediüzzaman, o zamanki siyasal islamcılarla, İttihat ve Terakki mensuplarına kıyasla meşrutiyeti savunuyordu. Aslında Abdulhamit Han Hazretleri de bu düşünceden yanaydı.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde sanayileşme ve eğitimde çağdaş medeniyetlerin gerisinde kalındığı artık aşikardı. Fakat halk henüz bu geri kalmışlığın daha farkında bile değildi. Yalnızca İstanbul’da yaşayan bir avuç entellektüel bunun farkındaydı. Onları da Bediüzzaman ile birlikte hain ilan etmişlerdi. Bu halin devam etmesi durumunda batılı devletlerin Osmanlı’ya galib geleceklerinin farkındaydı Bediüzzaman Hazretleri. Bu sebeple Sultan ile görüşmek ve doğuyu iyileştirecek fikirlerini arz etmek için bir dilekçe yazdı. Fakat Sultanla görüşmesi bazı kimselerce engellendi. Buna rağmen boş durmadı ve halk tabakasında bir uyanışa vesile olmak için; o dönem İstanbul’da bulunan önemli şair Mehmet Akif Bey ile görüştü. Pek çok yerde halka seslendi. Böylelikle doğudaki sorunları konuşmalarıyla İstanbul’a taşıdı. Meşrutiyetin gerekliliğinden ve bunun islama aykırı olmadığından bahsetti. İşte, Sultanın etrafını sarmış istibdatçı yöneticilerin, Bediüzzamanı Sultan ile görüştürmeme ve onu İstanbul’un dışına göndermek istemelerinin ardında da bu sebepler yatıyordu. Bediüzzaman’ı davasından vazgeçirmek ve sıradan bir hayat yaşamasını sağlamak için para teklifinde bulundular. Bediüzzaman ise onların bu isteklerini, ” Ben maaş dilencisi değilim! Maksadımı ertelemem, maaş için düşüncemden vazgeçmem hikmete uygun değildir!” diyerek reddetmiştir. Vazgeçirmek için çevirdikleri bütün oyunları reddetmiş ve İstanbul’un her köşesinde “Hak namına buradayım!” diye haykırmıştır. O dönemde yaşamış diğer aydınlar gibi Bediüzzaman da asla susmuyor ve bulabildiği her mecrada halkı uyandırmak ve bilinçlendirmek, fen ve sanata yönlendirmek, islama sahip çıkarmak adına faaliyetlerde bulunuyordu.

Peki, Bediüzzaman 2.Abdülhamid Han’a karşı mıydı? Bu iddiayı ortaya atanlar Elmalı Hamdi Yazır Efendi gibi, Vatan şairi olarak bilinen Namık Kemal gibi, Bediüzzaman Hazretleri ve Mehmet Akif gibi İslam alimlerinin Meşrutiyeti savunmaları ile Abdülhamit Han düşmanlığını birbirine karıştırmaktadırlar. Hâlbuki düşmanları Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan” derken, Bediüzzaman Hazretleri ona “Şefkatli Sultan” diye hitap ederdi.
Buna rağmen 2. Abdulhamit Han Bediüzzamanı tımarhaneye mi attırdı?
Devletin bütün yönetim sisteminin ve karar mekanizmasının bir kişide toplanmasının artık çağın gerisinde kaldığı ve fikir alışverişine dayalı Halk meclisinin kurulmasının gerekliliği tartışılıyordu her yerde. Durumun farkında olan istibdatçı yöneticiler meclis konuşmalarında hararetli konuşmaları ile öne çıkan Bediüzzaman’dan kurtulma kararı aldılar. Onun Trablusa veya Taife sürülmesini ya da hapse atılmasını gündeme getirdiler, tıpkı Mehmet Akif’i Mısır’a sürdükleri gibi… Başaramadılar tabi! Fakat hapise atmaktan da korkuyorlardı; yine halka ve çevresindekilere tesir edebilir endişesiyle bu fikirden de vazgeçtiler. Kendilerince en iyi çözüm olduğunu düşündükleri bir konuda karar kıldılar nihayetinde. Sonunda planları sonuç verdi. İki Musevi, bir Ermeni ve bir de Türk doktordan oluşan bir komitenin düzenlediği sahte raporla onu tımarhaneye kapattılar. (Nitekim bütün bunları yapanlar daha sonra Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesinde de önemli rol oynamıştır.)

Bediüzzamanın bu hadiseyi anlatışı; “Kırk sene evvel ehl-i siyaset, bana bir cinnet-i muvakkate isnadıyla tımarhaneye sevk ettiler. Ben onlara dedim: “Sizin akıllılık dediğinizin çoğunu ben akılsızlık biliyorum, o çeşit akıldan istifa ediyorum

وَ كُلُّ النَّاسِ مَجْنُونٌ وَ لٰكِنْ عَلٰى قَدَرِ الْهَوٰى اِخْتَلَفَ الْجُنُونُ

kaidesini sizlerde görüyorum.” demiştim.

Şimdi dahi beni ve kardeşlerimi şiddetli bir mes’uliyetten kurtarmak fikriyle bana mahrem risale cihetiyle ara sıra bir cezbe, bir cinnet-i muvakkate isnad edenlere aynı sözleri tekrarla beraber iki cihetle memnunum:
Birisi:
Hadîs-i sahihte vardır ki: “Bir adam kemal-i imanı kazandığına, avam-ı nâsın akıllarının tavrı haricindeki yüksek hallerini mecnunluk, divanelik saymaları, onun kemal-i imanına ve tam itikadına delâlet eder.” diye ferman ediyor.
(Şualar 355.sh – Risale-i Nur)

Toptaşı timarhanesinde 15 gün kalır. Hastanede hastaların tedavisi üzerine verdiği öneriler üzerine, hastane başhekiminin; “Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar Mecnunluk eseri varsa; dünyada akıllı adam yoktur.” şeklinde rapor vermesi üzerine tekrar salıverilmiştir. O dönem aydınlarının yönetime ve Sultan’a karşı hakaretvari yayınlar yapmalarına rağmen; Bediüzzaman Hazretleri’nin yaptığı pek çok yayında hakaret etmeksizin sarayın yönetim biçimine tek taraflı karar aldığı gerekçesi ile eleştirmiştir. 1909 Martında kaleme aldığı bir makalede ise; halkın isteği doğrultusunda meşrutiyeti kabul eden Sultana şu tavsiyelerde bulunmaktadır: ” Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi yıldızlı’da mahbubu kulub eyle. Zebaniler gibi hafiyeler eyle. Rahmet melekleri olan alimlerle doldur. Yıldızı (yıldız sarayından bahsediyor karşı çıkıyor saray yapmasına Darülfünunu üniversite ye çevir diyor) onun gibi yap. Aslına bakılırsa bu sözler Bediüzzaman Hazretlerinin Abdülhamit Han’a bakış açısını gayet net bir şekilde ortaya koyuyor. Aşiretlere karşı çıkan, İstanbul’da hammallık yapan işçilere; “Efendimiz o kadar haşmetli ki ağalık kürkünü milletine bağışladı. Siz de o eski ve köhneleşmiş ağalık abasını bir hulle-i adalete değiştiriniz!” ifadesiyle Bediüzzaman Hazretleri Padişah’a ve hilâfet-i İslâmiye cihetinden halifeye, şarklı vatandaşlarını, itaate, i’tidale, iktidaya davet etmekle beraber; Meşrutiyet dönemi icabatından olan ma’rifet ve akıl yolunda yürümelerini, zulüm, tağallüb ve cebri bırakmalarını, milleti istihdam (koyun gibi gütmek ) değil, ona hizmet etmelerini tavsiye ediyor ve Meşrutiyet şerefinin esasını yine Padişah Abdülhamid’e veriyor. Ayrılık çıkarmayın padişah özgürlük getirecek diyor.
Aynı yazının devamında ise, şöyle diyor: “İstibdadın sorunun kaynağı olan şeref ve haysiyet ve i’tibarî rütbeden istimdat ve milleti istihdam.. ve hatır ve tahakküm ve tarafdarî rabıta etmekdir ki; zalimlik ağalığı budur der Ümmül-ağavat olan Yıldız’da, Ebi-l ağavat olan (baba olan) Sultan Abdülhamid bu ağalıktan vazgeçti. Nerede kaldı başka sivri sinekler!..”
Mufassal Tarihçe 1
Bu ifadelerle birlikte Bediüzzaman doğudaki aşiretleri ve hammalları padişaha itaat etmeye davet eder.
Meşrutiyet Dönemi gerekliliğinden olan bilim ve akıl yolunda yürümelerini zulüm ve zorbalığı bırakmalarını milleti istihdam etmelerini değil, millete hizmet etmelerini tavsiye ediyor ve Meşrutiyet’in şerefinin esasını yine Abdülhamid Han’a veriyor.

Bediüzzaman Hazretleri Meşrutiyet öncesinde özgürlüklerden yana bir tavır sergileyerek taraftar toplayan ve haklı olarak görünen İttihat terakkiciler ile birlikte hareket etmişti. Meşrutiyet’in ilanından sonra ise bu cemiyetin hükümetlerinin, baskıda eski hükümetleri geçmeleri üzerine o dönemde Meşrutiyet kabul etmeyen ve geri kafalı manasında kullanılan mürteci kelimesini kendine yakıştıranlara şunları söyledi; “Eğer Meşrutiyet ittihatçıların istibdadından ibaret ise, şeriata muhalif hareket etmek demek ise bütün dünya şahit olsun ki ben mürteciyim!”
ittihat ve terakki’nin artarak devam eden baskı rejimi hükümetinin, devam eden yanlış politikaları ve şeriata sözde muhalif hareketlerin neticesinde 31 Mart Olayı patlak verdi. Olaylarda tarafsız kalması ve yatıştırıcı rol oynamasına rağmen diğer nüfuslu kişiler gibi Bediüzzaman da tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Burada dışarıda idam edilenler işaret edilerek soruldu; “Sen de mi şeriat istiyorsun?” sorusuna, ” Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım!”
Mahkemeye yaptığı müdafaasında Sultan Abdülhamit ile ilgili olan kısmında ise şunları söyler; ” İstibdatlar umumen sultanı mahlû’a (padişahlık makamına) isnat edildiği halde onun zabıtiye nazırı ile(içişler vekili eli ile ) bana verdiği maaşı ve ihsan denilen rüşvet (iş gördürmek için verilen maaşı rüşvet kabul edip, Hakkın karşısında susmayı kabul etmedim. Maaşı red ettim, milletimin adını kirletmedim, aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim, o şefkatli Sultan’a boyun eğmedim.” Burada da görüleceği gibi Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdulhamit Han’ı şefkatli sultan olarak anmaktadır. Ayrıca o devirde başta Namık Kemal, Ziya Paşa ve sonra Mehmet Akif gibi mücahit eden şairler Sultan Abdülhamid’e şiddetli hücum ettikleri ve bütün Isibdat ve tahammülleri onun şahsında bilip itiraz ettikleri halde; Bediüzzaman isnad edilmesine rağmen diyor. Yani gerçek olarak bu istibdatları Abdülhamid yapmıyor; çevresi ve devlete sızmış derin güç odakları ile birlikte osmanlı coğrafyası üzerinde ilim ve irfanı olmayan aşiretlerin liderleri, mafya babaları gibi kimseler halka zulmederek yapıyorlar, der. Hatta doğuda; Mardin’de Kel Mustafa paşa adında bir aşiret reisinin devlet namı ile millete zülmettiğini duyar. Mavzerini alır, gider. Paşa arazidedir ve çadırı da kuruludur. Paşayı uyarır; millete zülmü bırak yoksa seninle savaşacağım,der. Paşa da bakar ki karşısındaki genç bir delikanlı,elinde de eski bir mavzer… “Benimle bu eski mavzerle mi savaşacaksın?” der. Bediüzzaman, ” Evet; mavzer kesmez, bilek keser. Bileğimle seninle savaşırım.” der. Cesareti Paşanın hoşuna gider. Gözünün pekliği karşısında şaşkınlığa uğrar. Bu zeki biridir diyerek, ” Peki, buradaki mollalarla seni imtihan edelim. Kaybedersen seni hapsedeceğim hatta öldüreceğim, kazanırsan dediklerini yapacağım.” der. Bediüzzaman Hazretleri de hay hay der ve gün belirlenir. 30 kişi gelir. Hepsi ilmin zirvesinde, alim molladır. Siz sorun ben cevap vereyim der Bediüzzaman. Verdiği cevaplarla alimlerin hepsi teslim olur. Bundan dolayı Bediüzzaman gönüllü bir birey olarak Abdülhamid’e yardım etmek istemektedir. Görüldüğü üzere, yapılan kötü şeylerin hepsini Abdülhamid Han’a yükleyenlerle ikna yolu ile mücadele ediyor.

Nitekim Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart vakasının ardından çıkarıldığı mahkemede, yaptığı savunmalar sonucu beraat almıştır. Mahkeme çıkışı bu zulümleri yapanlara, arkasındaki coşkulu kalabalıkla beraber, “Zalimler için yaşasın cehennem” sloganları atarak Beyazıta kadar yürümüştür. Zannedildiği gibi bu sözün muhatabı Abdülhamid Han değildir.
Yaptığı savunmalarda ve söylediği sözlerde Abdülhamid Han’a böyle bir şey söylemeyeceği net bir şekilde anlaşılır. Bu söz o tarihe kadar gelmiş ve gelecek tüm zalimlere söylenmiştir. Bütün bu olaylar olduktan çok sonra; yazdığı bir metinde; “Zannederim Asrı ahirde, İslam ve Türk hürriyetperverleri bir hissikablelvuku ile bu dehşetli istidadı hissederek, oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp, yanlış bir hedef ve hata ile, yanlış bir cephede hücum göstermişler.” diyerek baskıdan dolayı suçlamayı hak edenin Sultan Abdülhamid olmadığına, ondan çok sonra gelecek olan yöneticiler olduğuna işaret etmiştir.
Son olarak Bediüzzaman Hazretlerinin İkinci Sait döneminde verdiği nasihatlere de değinmek gerek. Bediüzzaman Hazretleri siyasetle iç içe olduğu yıllarda aldığı dersler neticesinde kendi hayatında ikinci Sait dönemi olarak adlandırdığı döneminde talebelerine verdiği dersler de şu şekildedir. ” Siyasetin doğası itibarıyla meleği şeytan, şeytanı melek gösterebileceğini ve insanların da dar dairede, şahsi hayatlarında siyasetle ilgilenmekten daha önemli işlerinin olduğunu vurgulamıştır. Bütün bunlardan sonra böyle değerli iki vatanperver insanı birbirine düşman gibi göstermenin ne denli büyük bir zalimlik olduğu anlaşılacaktır.
ACABA TARİH BEDİÜZAMANIN İZDÜŞÜMÜNDE TEKERRÜR MÜ EDİYOR?
Bediuzzamanın izdüşümündeki şakirtler, millete hizmet adına siyasete olan meyilleri neticesinde gayri meşru muhabbetin cezası olarak, bu devrin istibdat ve terakkiperverleri tarafından aynı Bediüzzamanın uğradığı baskı, zülüm ve işkenceye maruz kaldılar. Evet, Bediüzzamanın tarif ve tespit ettiği gibi; şu zamanda da kimlerin devletine, milletine ihanet ettiğinin çok yakın bir zamanda ortaya çıkacağı ümidindeyiz. Devleti soyanlar; fakirin fukaranın, beytülmal olan devletin hazinesini, belediyeleri aracılığı ile nasıl soyduklarını sağır sultan da artık biliyor. Bediüzzaman’ın zamanında dünya bu kadar şeffaf degildi. Gelecek nesiller bu hadiseleri çok çabuk kavrayacak ve bu günün idarecilerinden ve iftiracılarından tarihin huzurunda hukukla hesap soracaklar inşallah! Osmanlının çöküşünüden sonra yarım yamalak da olsa Bediüzzaman’ın istediği meşrutiyetin(demokrasinin) alt yapısı sağlam olarak ülkemize yerleşti. Bediüzzaman’ın emeklerini takip eden üçüncü kuşak okuyucu yazıcı adı ile anılan gruplar maalesef siyasete satıldılar. Küçük hesaplar uğruna; ülkemizin on yıllar içinde sahip olacağı ekonomik gelişmeyi, endüstriyel sanayi ve teknoloji alanlarını belki de çeyrek asır gerilettiler ve akamete uğrattılar, demokrasi kültürünü baltaladılar. İstibdat ve milliyetçi baskı rejimini kurma adına bunları yaptılar. Bunların hepsi beyhudedir ve yaşadığımız dünya da artık bunları kabul etmiyor. Görüldüğü gibi binlerce kilometre uzaklıkta geliştirdikleri silahlarla savaşabiliyorlar. İnsanlık, meşrutiyeti yani demokrasiyi içselleştirmek zorundadır. Demokrasi demek; kişisel hak,hukuk, adalet ve eşitlik, insanca yaşamak demektir. Bunun nimetlerini tüm insanlık paylaşacak inşallah!
” Ümitvar olunuz! Gelecek istikbal inkılabatı içinde, en gür sada islamın sadası olacak!” diyor Bediüzzaman.
Biz inanıyor ve ümid ediyoruz ki; Bediüzzaman ve onun izdüşümü olan fikir işçileri dünya barışına katkı sağlayarak, bütün bir insanlığı kelime-i tevhit etrafında birleştirecekler… Kalın sağlıcakla…

Abdurrahman koyuncu( abdurrahmankoyuncu@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.